|

Yaşar kemal’in 'Gönül Dili' ve 'Barış süreci' üzerine

04:00 - 3/03/2015 Salı
Güncelleme: 23:33 - 2/03/2015 Pazartesi
Diğer
Gündem
Gündem
PROF. DR. ENVER ALPER GÜVEL

Yaşar Kemal’i, bu toprağın, hassaten Çukurova’nın 92 yıllık çınarını kaybettik.


 Kendi ifadesiyle Hemite adlı bir Türkmen köyündeki tek Kürt ailenin 9 çocuğundan biridir. Yaşar Kemal; hem hemşehrimdir hem dede dostumdur…

Babam, emekli ilkokul öğretmeni merhum Seyfi Güvel; Çaldıran Savaşı sonrası Kars-ı Zülkadriye (Kadirli) ve Sumbas yöresindeki  sosyal, ekonomik ve politik yapıyı anlattığı Sumbas ve Gökvelioğulları kitabında Yaşar Kemal’in 1943’de yirmi yaşlarında bir delikanlıyken dedem Amber (Enver) Bey’i sık sık ziyaret ettiğinden, görüştüklerinden bahseder. Bir ziyaretinde, dedem, buna tepki gösteren diğer misafirlere şunu der: “Sizin aklınız bazı şeylere ermiyor. İnsanları kılığına, kıyafetine, mağdurluğuna ya da sağlamlığına gore değerlendiriyorusunuz. Bu tamamen yanlış.. Bu horladığınız, hakaret ettiğiniz insan çok bilgili, çok akıllı ve kabiliyetli birisidir. Yalnız bir eksiği var, o da Bolşevik oluşu.” 

Evet, Yaşar Kemal, gençlik çağlarından itibaren bir sosyalisttir/Bolşeviktir.  Nazım Hikmet gibi 1940’larda CHP iktidarı tarafından sosyalist görüşleri nedeniyle hapse mahkum edilmiştir. Yaşar Kemal ile dedemi yakınlaştıran da yerleşik CHP iktidarının ve egemenlerinin tektipleştirici seçkinci resmi ideolojisi karşısındaki müşterek muhalif düşünce ve duruşlarıdır. Ancak dedemin muhalif paradigması 1950’den itibaren Demokrat Parti’nin oluşumu ile şekillenen ve gelişen alternatif bir anlayıştır.  Bu muhalif anlayış, babamın kitabında anlattığı gibi dedem ile kardeşi Mehmet Bey arasındaki sosyo-politik ayrışmanın da kaynağı olmuştur.  Mehmet Bey’in elitist ağalık/beylik ideolojisi CHP oligarşisinin resmi ideolojisi ile birebir örtüşmüştür. Mehmet Bey’in soyundan gelenler ve ailenin bu elitist çizgisi, ilerleyen dönemlerde de, İslami değerlere uygun hayat yaşayan ve cami yaptıran bazı büyüklerimiz de dahil olmak üzere, CHP saflarında bir siyasal duruş benimsemiştir. Ancak merhum dedem, her dönemde, ağabeyine, dolayısıyla da CHP ideolojisine karşı halkın ve Hakk’ın saflarında durmayı tercih etmiştir. Halka ve Hakk’a yakın olduğuna inandığı için de ilk yıllarından itibaren Demokrat Parti saflarında yer almıştır. Başta merhum babam olmak üzere çocukları ve torunları da önce Demokrat Parti, sonrasında ise Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi gibi merkez sağ partiler içinde aktif siyaset yapmışlardır. Bu merkez sağ siyaset, takdir edileceği gibi muhafazakar/liberal bir çizgidir. Bu süreç, 2009’da yayınlanan “Küçük Hüsamettin: Bir Merkez Sağ Klasiği” başlıklı yazımda belirttiğim gibi, merhum babamın Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan hapse mahkum edildiğinde söylediği “Şu çocuk parti kursa oyumu veririm!” sözlerine kadar da devam etmiştir. Bu söz, yeni neslin siyasal tercihini büyük ölçüde belirlemiştir.

Kürt ve sosyalist/ Bolşevik olan Yaşar Kemal

Neyse; Bir Türkmen ve muhafazakar/liberal olan dedem ile bir Kürt ve sosyalist/ Bolşevik olan Yaşar Kemal  arasındaki derin dostluk ve gönül bağı, 1950’li yıllarda da devam etmiştir.  Dedemin vefatından sonra, Yaşar Kemal, 1967’de Ant Dergisi’nde Amber Ağa adlı bir makale yayımlar. Bu makalesinde dedemin “beylik kürkünü reddetmiş bir halk filozofu, bir gönül adamı” olduğundan söz eder. İnce Memed’in dördüncü cildinde  (1987/1. Baskı) de  376. sayfadan itibaren  dedemle ilgili bu makaleyi genişleterek hikayeleştirmiştir.

Bir Türkmen ve muhafazakar/liberal olan dedem ile bir Kürt ve sosyalist/ Bolşevik olan Yaşar Kemal arasındaki derin dostluk ve gönül bağı her zaman ilgimi çekmiştir. Bu kadar zıt görünen noktalarda duran, üstelik de biri yaşlı diğer genç iki insanı bu derece birbirine yakınlaştıran nedir? Bu sorunun cevabını kısmen, küçük bir çocukken yatılı okuduğum Diyarbakır’da buldum diyebilirim. Hemite Köyü’ndeki tek Kürt ailenin çocuğu olan, evinde Kürtçe dışarda Türkçe konuşan Yaşar Kemal gibi ben de Diyarbakır’da 11 yaşımda  büyük bir Kürt nüfus içinde bir Türkmen ailenin çocuğu olarak yaşama fırsatı buldum. Bu tecrübemi de Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Yeni Şafak’ta “Kürt seçmenler kime oy vermeli?” başlıklı yazımda kamuoyu ile paylaştım. 

Bu yazımda açıkça dile getidirdiğim gibi, Yaşar Kemal’e barış, hak, adalet çığlıkları attıran ruh Diyarbakır’da benim de yüreğimde göverdi. Yaşar Kemal’in Hemite ve Kadirli’de bir Kürt çocuk olarak yaşadıklarını muhtemelen ben de Diyarbakır’da bir Türkmen çocuk olarak yaşadım. Türkmen ile Kürt’ün, farklı dinlere ve mezheplere mensup olanların görünürde çok farklı bir dile, dine ve siyasal duruşa sahip görünseler de aynı hak, adalet, barış ve özgürlüklere ihtiyacı olduğunu hücrelerimde hissettim. Hak, özgürlük ve adaletin; “birey” olmanın asgari ve zorunlu şartlarını taşıdığını tüm varlığımla idrak ettim.  Daha da ötesi, kollektif kimlikler (sınıf, etnisite, dinsel inanç, mezhep, cemaat vs.) üzerinden formüle edilen siyasal görüşlerin; “birey”i, bireysel farklılıkları ve barış ortamını tahrip etttiğini ve edeceğini o günlerde gözlemledim. Hayatım; tüm farklılıklarıyla bireyi güçlendirecek, geliştirecek, yüceltecek bir ekonomi politik arayışıyla geçti. Bir ideolojik ve totaliter dilden diğerine savruldum durdum.

Hoşgörü ve uzlaşma dili

Aradan bu kadar yıl geçtikten, ideolojik savrulmalarımdan, okumalarımdan, yazdıklarımdan ve deneyimlerimden sonra siyaseten dedemin ve babamın durduğu yerdeyim: Bu konuma, Klasik Liberallik olarak da bilinen “muhafazakar-liberal” anlayış diyebilirim. Her tür keyfiyete ve seçkinciliğe karşı bireyin ve bireysel farklılıkların oluşumu ve gelişimi için zorunlu olan barışın, adaletin, özgürlüğün ve sivil hakların ancak “muhafazakar liberal” bir dil ile mümkün olabileceğine inandım. Bu kuşatıcı, kucaklayıcı ve hoşgörülü dil, Anadolu coğrafyasındaki ve hassaten Çukurova’daki halkların müşterek irfanıdır. Kendimi bildim bileli Türk, Arap, Kürt, Çerkez, Gürcü, Ermeni, Alevi, Sünni mahallelileri ve kapı komşuları ile öğrencileri ve dostları ile barış, huzur ve hoşgörü içinde yaşayan bir Adanalı ve Çukurovalı olarak gözlemim budur. 

Yaşar Kemal’in “birey” İnce Memed tiplemesinde ve tüm eserlerinde dile getirdiği “zulme ve zalime karşı onurlu duruş”un yegane dili de bu barış, hoşgörü ve uzlaşma dilidir.  Bu, Yaşar Kemal’in sosyalist/bolşevik” ideolojik dili olmasa da gönül dilidir.

“Çözüm Süreci”nin ve “Barışa Bak” kampanyasının kullandığı dildir. Bu ülkede “barış dili” konuşulacaksa, her şeyden once köhnemiş ulusalcı, sınıfçı, “ideolojik dillerin, proje/yapay dillerin tasfiyesi gerektiği açıktır.  Barışın dili, Yaşar Kemal’in “ideolojik dili”nde değil, gönül dilinde saklıdır. Bu “gönül dili”, 1940’larda, 1950’lerde Kadirli sokaklarında (kayınpederimin de aralarında bulunduğu) çocuklara (dil, ırk, din, mezhep ayırmadan) dağıttığı şekerlerde, 2008’de ise Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü töreninde gönül dilinden süzülen şeker tadında nasihatlerinde bakın nasıl da coşmaktadır:

“Her savaş, adı ne olursa olsun, bir yıkım, bir ölümdür; insanlığımızı çürütür, vicdanımızı çürütür… Bugün, dünya da ülkemiz de savaşın getirdiği korkudan ve utançtan bezmiştir. Bugün, dünya da, ülkemiz de barışa susamıştır… Anadolu’da yaşayan her halk, kendi anadilini kullanacak, kendi anadilinde eğitim görecek, kitaplar yazacak, filmler çekecek. Biz çokkültürlü, toprak olduğumuzun farkına varacağız. Çıkarımızın yasakta değil, özgürlükte olduğunu bilincine varacağız. Ben hiçbir zaman karamsar olmadım. Beni okuyanlar da karamsar olmasınlar.”
#Yaşar Kemal
#Seyfi Güvel
#Nazım Hikmet
9 yıl önce