|

Seküler meydan okuma, Müslümanların İslam’la ilişkisini bitiremedi

Modern batı meydan okumasının insanlığın canına okumakla sonuçlanacağının sadece Müslümanlar fark ettiler. Ve Müslümanlar, Müslüman olarak kalma konusundaki, ikinci büyük krizi yaşıyor olmalarına rağmen... İkinci büyük kriz bir fetret devri krizidir. Müslümanların, Müslümanlıkla ve dünya ilişkilerinde tarihte daha önce yaşamadıkları büyük bir arıza üretmesine rağmen, karşılarına çıkan her şeye rağmen Müslümanlar bir şekilde İslam konusunda sebat ettiler. Cins Dergi'den Yusuf Genç, Yusuf Kaplan ile söyleşisini okuyucuları için paylaştı.

12:00 - 13/05/2020 Çarşamba
Güncelleme: 13:16 - 13/05/2020 Çarşamba
Cins Dergisi
Sekülerizm ve İslam ilişkisi Müslümanları nasıl etkiledi?
Sekülerizm ve İslam ilişkisi Müslümanları nasıl etkiledi?
Hocam hızlı bir giriş yapalım istiyorum. Geçen haberlerde denk geldim, İngiltere'nin tarihi boyunca dünya üzerinde işgal etmediği, sömürgeleştirmediği sadece 22 ülke varmış. Son yüzyılda Fransız ve Alman uçaklarının, İngiliz ve Amerikan tanklarının, Rus ve Çin askerlerinin öldürdüğü insan sayısı, veri çağını yaşadığımız bu dünyada kayıtlı bile değil. Tam burada sorum şu; Müslümanlar niye bu kadar barbar?

Aslında veri var, değişen veriler var ama verilerin şöyle ya da böyle kesin olup olmaması o kadar önemli değil. Önemli olan şu; bütün batıdaki tarihçiler, 20. yüzyılı, insanlığın en karanlık tarihi olarak belirtiyorlar. Veri olarak baktığımızda ne var? Savaşın mahiyeti değişiyor. Asıl önemli olan şey bu. Kitleler halinde insanları mekanik silahlarla öldüren bir çağdan bahsediyoruz. Bu berbat bir şey… Artık bütün insanlığı dünyadan silebilecek ölçekte silahlar geliştirdiler. Şimdi bunu bir şekilde aklımızın bir köşesinde tutarak şöyle düşünmemiz lazım. Müslümanlar niye barbar? Çünkü Müslümanlar bir defa, Batılıların modernlikle birlikte geliştirdiği meydan okumayla birlikte kurdukları dünyaya ve o dünyanın temel dinamiklerine, temel vaatlerine isyan ediyorlar. Sekülerizmin döl yatağını oluşturduğu modern meydan okumanın, aslında insanlığın canını okumakla sonuçlandığını fark eden sadece Müslümanlar oldu. O yüzden Müslümanlara saldırıyor, bunu sadece onlar fark edebildikleri için.


Müslümanlar derken? Malum çok fazla sayıda 'Müslümanlar' var. Burada kastettiğiniz o meydan okumaya asıl rahatsızlık veren şey İslam değil mi?

Modern batı meydan okumasının insanlığın canına okumakla sonuçlanacağının sadece Müslümanlar fark ettiler. Ve Müslümanlar, Müslüman olarak kalma konusundaki, ikinci büyük krizi yaşıyor olmalarına rağmen… İkinci büyük kriz bir fetret devri krizidir. Müslümanların, Müslümanlıkla ve dünya ilişkilerinde tarihte daha önce yaşamadıkları büyük bir arıza üretmesine rağmen, karşılarına çıkan her şeye rağmen Müslümanlar bir şekilde İslam konusunda sebat ettiler. Ya da cümleyi şöyle de kurabiliriz, bu seküler, modern veya post modern meydan okuma, Müslümanların Müslümanlıkla ilişkisini bitiremedi. Ama diğer bütün geleneklerin, dinlerin, medeniyetlerin, kültürlerin bir şekilde varlık nedenlerini ortadan kaldırdı. Köklerini dinamitledi. Bir kısmını yok etti, tarihten sildi. Bir kısmını da fosilleştirdi. Kendine benzetti. Nasıl kendine benzetti? İçinde yaşadığımız çağda işte Japonya'da Şintoizm'in, Çin'de Taoizm'in, Konfüçyanizm'in, Hindistan'da Budizm'in ve Hindizum'in durumu ortada.


Budistlerin, Budizm'le ne kadar ilişkisi kaldı…

Konfüçyanların Konfüçyanla ne kadar ilişkisi kaldı? Zaten bu tecrübeler ne kadar üniversal tecrübeler? Ona bakmak lazım. Ne kadar taşralılıktan uzak kalmış tecrübelerdir? Bunu söylerken tabi bir şerh koyuyorum. Haksızlık etmek istemem, Hint medeniyeti, Çin medeniyeti insanlık tarihinin büyük tecrübeleridir. Ama sonuçta lokallikten ne kadar kurtulabilmiş medeniyetlerdir? Bir diğer mesele de şudur; İslam ve Batı'nın dışındaki bütün tecrübeler, gerçekten cihanşümul tecrübeler olmuş olsaydı, zaten bir şekilde direnirlerdi, direnç noktalarını korurlardı.

AVRUPA'YI TARİHE KIŞKIRTAN MÜSLÜMANLARDIR

Benzer şey Hıristiyanlığın başına da geldi aslında. Batı'nın Hıristiyanlığa sunduğu teklifi Hıristiyanlık kabul etti. Netleştirmek için sorayım istiyorum. Batı derken, Hristiyanlığı kastetmiyoruz değil mi?

Avrupa'da Hıristiyanlık olarak din bitti. Yani biz Modern Avrupa'dan söz ettiğimiz zaman Hıristiyanlıktan bahsetmiyoruz. Modern Avrupa, Hıristiyanlığa rağmen var oldu. Modern Avrupa'yı var eden de biziz aslında. Bu da bir savunma psikolojisi değil. Yani bunu söylüyoruz diye “Vay, Avrupa bizim sayemizde var" falan demek için değil. Burada söylediğimiz hikâye şu; üç tane büyük Rönesans yaşandı Avrupa'da; 9 ve 10. yüzyıllarda erken Rönesans, 11 ve 12.-13. yüzyıllarda erken Rönesans. 14 ve 15. yüzyıllarda ise geç Rönesans. Bu Rönesansların hepsinde biz varız. Eğer İslam tarih sahnesine çıkmasaydı, Avrupa kendisini toparlayamayacaktı. Avrupa'yı tarihe kışkırtan Müslümanlardır, biziz yani. Avrupa'nın ortaya çıkışında bizim Medeniyet sıçramamızı görüyoruz. Yani İslam'ın geliştirdiği meydan okuma söz konusu olmasaydı Avrupa ortaya çıkamayacaktı. İslam, biliyorsunuz geldiği daha ilk yüzyılda doğuda Çin'e, Pasifik'e kadar; Batı'da İspanya ve Atlantik'e kadar uzanıyor. Tarihçilerin çözemediği bir şeydir bu. Muazzam bir şey. Ve merkez olarak askeri bir şekilde de değil. Ticaret ve ilim üzerinden oluyor bu. Ticaretle uğraşan insanlar da tabi İslam dünya görüşüne vakıf oldukları için o ticari hareket aynı zamanda ilim hareketine dönüşüyor. Bu hareket Avrupalıların ayıkmasına yol açıyor. Batılılar, Hıristiyanlık üzerinden bir dünya kuramayacaklarını anlıyorlar. Greklerle temasa geçince Grekler tarafından yutuluyor Hristiyanlık. Müslümanlar da Greklerle ilişkiye geçiyor ama Grek düşüncesi Müslümanlığı yutamıyor.


Ve aynı zamanda Müslümanlık da Grek düşüncesini yutmuyor.

Elbette. Burada tekrar başa dönersek dediğim gibi Avrupa'nın kurulmasında doğrudan Müslümanların bir rolü var. Avrupa'yı tarihe Müslümanlar kışkırtıyor. Modern Avrupa kurulurken Hristiyanlık üzerinden kurulmuyor. Meşruiyet kaynaklarını artık Hıristiyanlık oluşturmuyor. Artık seküler bir dünya var, insanın tanrılaştırıldığı bir dünya var. Heidegger çok güzel tarif ediyor bunu. 'Her şeyin ölçüsü ve ölçüsünün insan olduğu bir dünya' var. Dolayısıyla araçların amaç haline getirildiği, bilginin güç olarak kullanıldığı bir dünya… Dolayısıyla orada hedef, güce sahip olma güdüsüdür, bu öne çıkıyor. Modernlerin asıl hedefi güce sahip olmaktır. Neden güce sahip olmak istiyorlar? Çünkü Modernlikle birlikte insan tanrılaşma sürecine girdiğinden itibaren ontolojik bir sıkıntıya giriyor. Hakikat fikrini yitiyor. Kişinin bu dünyada ayakta kalabilmesinin yolu, kendine güvenini devam ettirebilmesinden geçer. Kendine güveni olmayan bir insan varlığını devam ettiremez. Kendine güvenini sağlayabilmek için ne yapacak? Epistemolojik güvenlik alanlarını genişletecek. Ontolojik güvenlik kriziyle başa çıkabilmenin yolu, epistemolojik güvenlik alanını genişletmektir çünkü.

MODERNLER, GÜCÜ ELE GEÇİRME GÜDÜSÜ TARAFINDAN GÜDÜLÜYOR

Bunu da bilgiyi güç olarak konumlandırarak yapacak…

Bilgi güçtür cümlesine sentak olarak baktığımızda özne bilgidir. Ama semantik olarak, asıl anlam açısından baktığımızda orada öznenin güç olduğunu göreceğiz. Yani adamların amacı gücü ele geçirmek. Niye gücü ele geçirecek? O ontolojik güvensizlik duygusu ile yaşadığı kendine güven kaybını ortadan kaldıracak. Güven duygusu tesis edecek kendisine. Dolayısıyla papazın karşısına ikinci bir figür çıkacak böylelikle; tüccar. Tüccar, papaza diyecek ki, 'Sen bu dünyada vaad ettiklerini gerçekleştiremedin ama ben gerçekleştirebilirim.' Yani gücün ele geçirilmesi güdüsü tarafından aslında modernlerin güdüldüğünü görüyoruz. Araçların amaçlar haline getirildiğini görüyoruz. Araç artık zat haline getiriliyor. Bu çok önemli bir şey. Nietzsche bu yüzden çıldırıyor zaten. Bu yüzden darbeyi vuruyor modernlere. 'İnsan artık amacını yitirdi' diyor. Asıl mesele bu. Dolayısıyla niceliğin, araçsal aklın hükümranlığına doğru gidiyoruz.

Yani epistemoloji üzerinden kurulan bir dünyadan bahsediyor, o dünyada yaşıyoruz.

Bu çok önemli bir şey. Yani norm, formlaştırılıyor modernlerle birlikte. Postmodernlerle birlikte, form norm haline geliyor. Modernizmin yaşadığı bu hikâye tam anlamıyla 'dekadan'dır. Bakın bu çok muazzam, çok zengin bir kavramdır. En iyi şekilde 'tefessüh' diye çevirebiliriz. İnsan hakikatin izini yitiriyor. Aracı amaç haline getiriyor. O zaman ne olacak? 'İnsan, itibarını unuttu' derken Heidegger biraz da bunu söylüyor. Artık teknoloji tarafından çerçevelenen, kafese hapsedilen bir insan var. Weber bunu 'demir kafes' olarak çok güzel açıkladı. Ve bunun iki sonuca yol açacağını söyledi; bir özgürlük kaybı, iki anlam krizi. Yani işte modernlik hapishanesinden falan bahsetti Foucaultlar falan. Burada tam anlamıyla insanı dünya hapishanesine hapsetmekten söz ediyoruz. Mülk, meleküt âleminden süt ememediği için, mülk âleminde meliklik taslayan, her şeye malik olmak isteyen insan türünden bahsediyoruz. Modernlik, insanı tanrılaştıran varlık anlayışından ötürü, tanrıyı da insanı da karikatürleştirdi. Bugün geldiğimiz nokta neresi? Post modernizm. Artık kimse insandan bahsetmiyor.

Herkes insandan kaçmaya bakıyor.

Bakın resim sanatından çok önemli bir örnek verelim. Bu çok muazzam bir örnek. Bu sürecin iyi anlaşılması lazım. Orta çağ resminde ve modern resimde İsa Mesih'in resmedilmesi taban tabana zıttır. Orta çağ resminde İsa Mesih doğrudan bize bakar. Çünkü o tanrıdır, tırnak içinde, biz de onun kullarıyızdır. Bakan, işiten, gören, bilen, kontrol eden odur. Modern resim sanatıyla birlikte İsa Mesih asla bize bakmaz, biz ona doğru bakarız. Artık insan tanrılaşmıştır. 'Biliyorum o halde varım' derken, aslında tanrıyı icat ediyor adam. Bilen, gören, kontrol eden, şekillendiren insandır. İnsanın her şeyin ölçüsü olmasını nefis bir şekilde açan bir örnek bu… Şimdi dekadan, hakikatinin izinin yitirilmesine yol açıyor. Araçlar, insanın amacını yitirmesine dolayısıyla hakikat diye bir derdinin kalmamasına yol açıyor. Dolayısıyla ortaya çıkan tablo nedir? Burada Hıristiyanlığın bir rolü yok, Hıristiyanlık artık devre dışı kalmıştır. Bütün dünyalar aslında sanat üzerinden kurulur. Muhayyile yani. İnsanın hayatta yaptığı her atılımın adı ruh atılımıdır. Ve modernliği başlatan şey de budur.

Burada çelişki var gibi ama…

Evet, ama aslında yok. Burada çelişki değil güzel bir paradoks var. Modernliğin kurulmasını sağlayan şey, aslında doğanın keşfidir. Toscana'ya gittim ben özellikle. Bu adamları mahfeden şey nedir, gidip göreyim dedim. İnanılmaz bir tabiat var Toscana'da. İnsanlar özgür doğarak yaşar. Özgür doğum üzerinden 'insan doğasının özgürlüğü'ne geçiyorlar adamlar. Kilise çağlarında, 'orijinal günah' teorisi ile birlikte insan işlemediği suçlardan dolayı sorumlu tutuluyor. Kilise çağlarındaki tanrı kilisedir. İsa Mesih değildir. Bu da enteresan bir paradoks ama sonra açarız bunu. Hıristiyanlığın, modern Avrupa'nın kurulmasındaki rolü semboliktir. Semboller zaman zaman kırılır. Haçlı ruhu falan denir ya, böyle bir şey yok aslında. Batılıların dünya üzerindeki hükümranlıklarını korumaları var.

Dolaylı olarak söylediniz ama doğrudan söyleyelim; İslam'ı neden hedef tahtasına koyuyorlar?

Çünkü bin yıldır insanlık tarihini Müslümanlar ve Batılılar birlikte yapıyorlar. Son bin yılın yedi yüzyılını kabaca Müslümanlar yapıyor, Müslümanlardan biz yapıyoruz. Son iki yüzyılını kabaca batılılar yapıyor, Batılılar derken Germenler. Eğer doğuşuyla birlikte dört yüz yıl falan dersek son iki yüzyılını da İngilizler yapıyor. Ve bu sorunun gerisinde yatan asıl aktör de İngilizlerdir. Modernlikle birlikte kurulan Batı uygarlığı, niceliğin hükümranlığı dolayısıyla niteliğin mahvedilmesi hikâyesidir. Yani kendine güven duygusunu tesis edebilmek için ister istemez bir güç ihtiyacı hissetti. O epistemoloji üzerinden araçlara, tabiata ve tabiatın bilgisine sahip oldu. Aynı zamanda tabiatı sömürdü. Oradan modern bilimi geliştirdi, sonra da teknolojiyi… Yani gücü ve güç üreten araçları ele geçirme güdüsü, temel güdüsü haline geldi. Ve modern insanın kendine güvensizlik duygusunun bir şekilde üstesinden geldi.

GEZİ'DEKİ ANARŞİST ÇOCUKLARI ÖNEMSİYORUM

Tabi bu ayartıcı bir şey…

Neden? Çünkü ontolojik temelleri yok bunun. Olan şey şu; modernlikle birlikte insanın tanrı fikrini yitirmesi, hakikatini yitirmesi, postmodernlikle birlikte unutmayı unutması ortaya çıktı. Ve son olarak da hakikatini yitirdiğinin hakikatini de yitirdi. Şu anda yaşadığımız şey tam olarak bu. Yani modernlikle birlikte, formun norm haline getirilmeye başlanması, ontolojik olanın epistemolojikleştirilmesi, postmodernlikle birlikte formun norm katına yükseltilmesidir aslında. Epistemoloji üzerinden bir dünya kuramazsın. Bütün dünyaları yıkarsın. Bugün insanlığın en temel sorunu, bilmek, bilebilmek değil; anlayabilmektir. Çağdaş insan, ağdaş insandır. İnsan, nefsi emaresine hapsoldu. Ayrıntının ayartısına, aynasının ayartısına kaptırdı kendisini. Pornografi çağı işte. Yani insanın düşünme melekelerini yitirmesi. Demokrasinin gitmesi, dromokrasi çağının zaferini ilan etmesi. Demokrasi, modernliğin siyasi haklar rejimiydi. O gitti, şu an hiç kimse demokrasiden falan bahsetmesin. Artık biz demokrasi çağında yaşamıyoruz, dromokrasi çağında yaşıyoruz. O da pornografi üzerinden işliyor, tam ayartı üzerinden işliyor. Gezi'de bunun örneğini gördük. Bakın okuyucunun kafasında şekillensin diye Gezi'den örnek vereyim. Gezi'de iki kuşak vardı. Birinci kuşak, anarşistler ben onları önemsiyorum öncelikle onu söyleyeyim. Anarşistler dünyada insanlığın vicdanıdır. Türkiye'de kısmen. Onlar Gezi'de kullanıldıklarını anlayınca geri çekildiler hemen, zeki çocuklar sonuçta. Ne oldu orada bir slogan attılar; “Mustafa Keser'in askerleriyiz." Bu çok zekice bir şey. Bir tenkit var ama teklif yok. Tam olarak bu işte. Dromokrasi tam böyle bir şey. Dromokrasi hikâyesi, ironi üzerinden kendisini var eder. İroni, bir medeniyetin, uygarlığın pastırmayazı döneminin ana formudur. Pastırmayazı, bir uygarlığın çöküş anında gösterdiği canlılıktır. Çöküş anı dediğim, üç beş senelik bir şeyden bahsetmiyorum.

Sapkınlıkları kendilerine mübarek olsun da zaten kriz yaşayan, sıkıntılarla boğuşan, zayıf düşmüş İslam dünyasından ne istiyorlar'a geri dönelim.

Vattimo şöyle der; modern seküler düşünce zayıf düşüncedir, narsistir, kendisine tapar. Burada Sezai Karakoç'tan ilhamla şöyle bir cümle kurayım; Batılılar hiçbir zaman umutlar üzerinden bir dünya kurmadı. Batılılar her zaman korkular üzerinden var oldu, korkular icat ederek hükümranlıklarını meşrulaştırdılar. Tam da burada psikanaliz konusu işte. Shakespeare'in oyunlarında Caliban diye bir karakter vardır. Bir canavardır o. Taliban diye bir şey icat ettiler öyle değil mi? Aslında Caliban'dan Taliban'a geçiş yapmak lazım asıl hikâye bu. Tamam, Taliban, Afganistan'da Müslümanların içinden çıkmış bir hareket. Canavar olarak sunuyorlar onu işte. Bizde Karındeşen Jack'ler çıkmaz, Frankenstein'lar çıkmaz. Nitekim çıkmadı da.


KİBRİN OLDUĞU YERDE FİKİR OLMAZ

Hikâyesi bile örülmedi bizde...

Yani muhayyile öyle çalışmıyor çünkü. Tanrı fikrinin olmaması, ister istemez insanın ayaklarını sağlam bir şekilde yere basmasını engelliyor, zemin yok, zemin kaygan. O yüzden Nietzsche büyük adam, ta Greklerden itibaren bütün bir batı uygarlığı tarihi için kurduğu bir tanımlamadır bu; “Batı uygarlığı, köle ruhlu insanların kurduğu bir uygarlıktır" der. Neden köle ruhlu? Çünkü kökleri sağlam değil. Felsefede kendilerinden bir şey var sadece. Presokratiklerden, hep başka yerlerden alıntı çalıntı yapıp kendilerine özgü bir sistem kuruyorlar sonuçta. Mesela din kendilerine ait değil. Bak başka bir örnek vereyim, bütün dünyada kullanılan küre haritalarda ne var biliyor musun? Bak Müslümanlar böyle bir şeye tenezzül etmezler mesela. O haritalarda Avrupa kıtası, normal fiziki coğrafyasının neredeyse iki misli büyüklüğünde gösterilir.


Amerika da öyle hocam. Afrika kıtasından küçük olmasına rağmen, neredeyse iki katı büyüklüğünde gösteriliyor.

Bu da enteresan. Bunlar hep aşağılık psikolojisidir, köle psikolojisidir. Sonuçta siz gücü ele geçirdikten sonra, 'ben varım' dersiniz. Dünyanın kralı ilan edersiniz kendinizi, soytarılar icat edersiniz. O soytarılarla idare etmeye çalışırsınız. Kibrin olduğu yerde fikir olmaz abi. Bu net.

MÜSLÜMANLARA NORMAL GÖZLE BAKAMAYACAKLAR

Bunu söylüyoruz ama şu soru gelecektir akla, 'tamam bu böyle ama şu an yaşadığımız dünyada bütün üretimler 'onlar' tarafından gerçekleştiriliyor
.

Ama orada başka bir şey var. Orada formun çoğaltılmasından bahsediyoruz. Orada bilim üzerinden bir dünya kurulmasından bahsediyoruz. Zaten bilim felsefeyi yuttu. 'İnsan düşünmeyi unuttu' derken onu söylüyoruz işte. Modernlikle birlikte bilimin, faydacı bir bakış açısıyla ele alınmasıdır hikâye. Asıl mesele bu. Aracı ne kadar çok ele geçirirse gücü o kadar ele geçirecek ve dolayısıyla kendine güvensizlik duygusunu o oranda aşmış olacak.

Burada büyük bir paradoks var. İnsanların kafasında hurafeler var. Ben çağdaş hurafeler çöplüğü diyorum ona. Carl Gustav Jung, Freud'dan daha önemli, daha çaplı bir adamdır. Üzeri örtüldü. Freud, bir şekilde mevcut dünyayı aklayıcılık vazifesi gördüğü için çok fazla öne çıkardılar. Asıl derinlikli olan adam Jung'dur. Jung der ki; “Avrupalılar, Müslümanlara hiçbir zaman normal bir gözle bakamayacaklar. Çünkü biz her şeyi onlardan aldık." Fiziği, matematiği, astronomiyi, cebiri her şeyi onlardan aldık. Dolayısıyla Müslümanlar tarihte olmasaydı onlar Rönesanslarını gerçekleştiremeyeceklerdi. Bunu unutmamak lazım. Bunlar tarihi gerçekler. Ama apoloji yapmıyorum. Dediğim gibi 'vay Müslümanlar olmasaydı bunlar olmazdı' diyerek söylemimi bunun üzerine kurmuyorum. Bana ne Müslümanlar ne yapmışsa. Tarihi veri olarak çok önemli bir şey ama ben bugün dünyaya bir şey söylüyor muyum söylemiyor muyum ona bakmam lazım. İnsan için kendi say'i vardır. Ben Müslümanların sırtından geçinerek bir ahlaksızlık örneği sergileyemem. 'Bugün Batı'yı var eden şey Müslümanlardır, Müslümanlar olmasaydı Avrupa olmazdı' cümlesini hareket merkezi olarak ele almıyorum. Tarihsel bir veri olarak ele alıyorum. Oradaki tehlikeye dikkat etmek lazım. Çünkü burada 'bugün benim Müslüman olmamın bir anlamı yok' sonucuna çıkar iş. Neyse. Bu 11 Eylül krizi sürecinde HP şirketinin başında, doktorasını bilim tarihi üzerine yapmış bir kadın vardı. Bir makale yazdı o süreçte. Kadın yazısında “Biz kimi terörle özdeşleştiriyoruz" diye soruyordu. “Bunlar bizim hocalarımız, kimi neyle, nasıl itham ediyoruz" demişti. Tabi hallettiler kadını, sen ne söylüyorsun diye.

(Devamı www.cins.com.tr'de)
#Cins Dergi
#Yusuf Kaplan
#Müslüman
#İslam
4 yıl önce