|
Biz amal-i erbaa"ya sığmayan bir milletiz

Jurnalcilik, binlerce insanın istikbalini kararttığı gibi, yaşamları boyunca demoklesin kılıcı gibi başlarının üstünde sallanıp durdu.

İnsanlar işlerinden mi olmadılar, eşlerinden de mi ayrılmadılar, hapislere mi düşmediler, dostlarıyla selamı sabahı mı kesmediler?

Adları Kızıl Komünist'e çıkan Prof. Niyazi Berkes, Prof. Pertev Naili Boratav ve Prof. Muzaffer Şerif yurt dışına kaçtılar.

Sabahattin Ali, kaçıp kurtulayım derken canından oldu. Berkes'in yurt dışına çıkışı ile ilgili bir sözü varki, içimi acıttı:

"Özgürlüğüme kavuşmuştum"

***

Tek parti rejiminin diğer öcüleri Nurcular, Süleymancılar yoksuldular, halktan, sıradan insanlardı. Dünyevi beklentileri yoktu, onların da payına sürgünler, takibatlar, hapisler düştü.

Bediüzzaman Said Nursi'yi, Şeyh Sait İsyanı'na karşı çıktığı halde 35 yıl sürgün hayatı yaşattık. Yetmedi naaşını bile ortadan kaldırdık. Hala mezarı belli değil. İsyancılara karşı çıkan Kürt Şeyhlerini ve ailelerini ise dağıtıp sürgün ederek ödüllendirdik.

Türkçüleri bile "Irkçılık-Turancılık" yaftasıyla 1944'de Tabutluklar'a attık. Onların arasından da çoğu fişlendi, yargılandı, işlerinden edildi.

***

İstiklal Mahkemesi eski savcılarından Necip Ali Küçüka, Halk Evleri Başkanlığı döneminde, yani 1930'ların başlarında Kadro diye bir dergi çıkardı. Parasını Atatürk karşılıyordu. Kemalizme ideolojik içerik kazandırılacaktı. Çoğu eski tüfek solcu aydınlardı. İsmet Paşa çevresi Kadrocular'a diş bilermiş meğer. Necip Ali, bir gün Niyazi Berkes'e ilginç bir teklifte bulunur. Berkes, kabul ederse, parti içinde kolay yükselirmiş. Teklif, Kadro'yu çıkaran Şevket Süreyya Aydemir'in komünistliğini kanıtlamak. Necip Ali, Berkes'e, "Şevket Süreyya'nın kitabını aaaal, bir de Marx'ın Kapital'ini aaaal, ikisinde birbirine benzeyen yerleri tesbit et".

Yani Berkes'in geri çevirdiği teklif, jurnalcilik.

***

Gelişmelere bakın. Cumhuriyetin bir savcısı bir iddianame hazırlıyor, Cumhuriyetin bir diğer kurumu savcı hakkında suç duyurusunda bulunuyor.

Cumhuriyetin bir rektörü kalkıyor, devletin istihbarat birimlerini kasıtlı ve gerçek dışı bilgiler vermekle suçluyor. Şimdi de Cumhuriyetin Diyarbakır Valisi'ni "eşi başörtülü" diyerek fişlemişler. Gerçi bu, Genelkurmay'ca yalanlandı. İşin rengi ileriki günlerde ortaya çıkar.

Tanık olduğumuz gelişmelerin doğurduğu bir başka önemli sonuç şudur:

"Kurumsal melankoli."

Artık bu ülkede insanlar, devlet kurumlarına karşı özsaygılarını kaybediyorlar.

Kimsenin buna aldırış ettiği var mı?

***

Başörtülü öğrencileri kendi devletlerine kırılmış şekilde yabancı ülkelerde okumak zorunda bırakmamışız gibi, bu ülkelerde okumalarına engel olmaya bile çalıştık.

Şimdi de "eşleri başörtülü" diye fişlenen bürokratlar.

Merkez Bankası, Erdem Başcı, Adnan Büyükdeniz, derken bu kez de Diyarbakır Valisi Efkan Ala.

Neymiş, eşi başörtülüymüş. Batman Valisi iken halkın sevgisini kazanan, icraatlarıyla gönüllerde taht kuran Vali'nin hiçbir şeyini bulamamışlar, bir tek eşinin başörtülü olmasını tespit etmişler. Helal olsun.

Diyarbakır'da kan aktığı bir sırada yeri miydi? Dünya "güneş tutulmasını" keyifle izlemişken nedir bu bizdeki "akıl tutulması"

Şair Behçet Kemal Çağlar'ın meşhur bir sloganı varmış.

Cuk diye oturuyor. Şöyledir:

"Biz amal-i erbaa'ya sığmayan bir milletiz"

Yani, öyle dört işlemle falan anlaşılacak bir millet değiliz.

Doğru söze ne denir.
18 yıl önce
Biz amal-i erbaa"ya sığmayan bir milletiz
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi