|
Ergenekon"a postmodern sorgu

Ergenekon Soruşturması, değişen polis sorgusunu da gözler önüne serdi. “Size İlhan Abi diyebilir miyiz”li, olağanüstü kibar, uzun saçlı kulağı küpeli polis imajı damgasını vurdu soruşturmalara.

Bu yüzden gözaltıları 12 Mart döneminde adı kötüye çıkan “Ziverbey Köşkü” sorgulamalarıyla karşılaştırmak haksızlık.

12 Eylül dönemiyle karşılaştırmak zaten abesle iştigal olur..

O dönemi anlatan pekçok hatıratta, romanlarda ve filmlerde ne olup bittiğini az çok biliyoruz.

Yaşayanlardan da bizzat dinlemişizdir.

Bugün herşey iletişim teknolojisi sayesinde gözler önünde olup bitiyor. Her aşamasını izliyoruz.

Postmodern sorgu değil de nedir bu?

Ergenekon soruşturmasında gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan Erol Mütercimler Skytürk''te konuşuyordu.

Gözaltına alınma sürecini anlatan Mütercimler de polisin son derece kibar olduğuna, “lütfen”li, “Erol Bey”li, “Hocam”lı ibareler kullandıklarına dikkat çekiyordu.

Evinin aranması sırasında televizyon izlemesine izin verildiğini, polislerin annesine karşı kendi anneleriymiş gibi özenli davrandıklarını da vurguluyordu. Bu muamele Emniyet''te de aynı şekilde devam etmiş.

İçinde spor yapabileceğiniz temiz bir hücre, temiz bir yatak, 24 saat sıcak su/duş imkanı sunulmuş.

Mütercimler gözaltında parfümünü bile kullanma imkanı bulmuş.. Püfür püfür estirmiş.

Sanki dersiniz küçük bir sayfiye kasabasında pansiyon hizmeti veriliyor. Yargıtay eski Başsavcısı Vural Savaş herhalde bu yüzden “beni de alsınlar” diyordur.

Öyle de olsa gözaltına alınmak, suçlanmak, özgürlüğü kısıtlanmak insana ağır gelir.

Sorguda “susma hakkı”na sahip olmak çok değil on, onbeş yıl sadece masal kitaplarında, bilimkurgu romanlarda karşılaşacağımız türden şeylerdi.

“Ne susma hakkı lan, ben seni bülbül gibi konuşturmasını bilirim” dönemleri geride kaldı.

Demek ki bundan sonra öyle tüyler ürpertici, tiksindirici, utanç verici, insanlık dışı işkence olaylarıyla pek karşılaşmayacağız.

Çünkü çok masum insanın canı yandı o eski sistemde..

İstikballeri heba edilen gençler oldu, işkencelerde can verenler de.

Artık polis eskiden olduğu gibi “zanlıdan delile gitmek” yerine “delilden suçluya” gitmek durumunda.

Bu da sorgulamaların son derece bilimsel yöntemlerle gerçekleştirilmesini, yanısıra suçların ve suçluların izlenmesinde, delillerin toplanmasında kullanılan teknolojiye önem verilmesini gerektiriyor.

Bütün bu gelişmelerin “Avrupa Birliği uyum yasaları” sayesinde gerçekleştiği açıktır.

Dolayısıyla demokratik hukuk devletini üstte tutmak herkesin yararına..

Ya aksi olsaydı?

Niye “darbe” denildiğinde tüylerimiz diken diken oluyor sanıyorsunuz?

Çünkü yaşadıklarımızdan çok şey öğrendik..

İdeallerin arkasına gizlenen kirli oyunları gördük.

Aynı şeyleri tekrar yaşamayı hak etmiyoruz.

Hiçbirimiz.

''Ahlaksız teklif''i Ortadoğu''ya ihraç ediyormuşuz!

Kanal D''nin dizilerinden “Gümüş” ve “Çemberimde Gül Oya”, “Ihlamurlar Altında” 22 kadar Arap ülkesinde izleyici rekoru kırmıştı da ne şaşırmıştık, hatırlayacaksınız. Öyle ki dizinin erkek ve kadın oyuncularına binlerce “benimle evlenir misin” teklifleri yağmıştı.. Bu diziler sayesinde ülkemize Körfez''den turist akımı hızlanacaktı.. Şimdi de Kanal D''nin “ahlaksız teklif” yüzünden tartışmalara neden olmuş “Binbir Gece” dizisi Körfez ülkelerinde gösterime girecekmiş.

Neydi bu dizilerin sırrı? Sordum soruşturdum, ulaştığım bazı bilgileri paylaşmak istedim.

Türkiye ile Körfez ülkeleri arasında gelişen ilişkilerin bu tip dizilere ilgiyi artırdığı belirtiliyor. Tek sebep elbette bu değil. Arap ülkelerinde uzun yıllardır tiyatro sahnesini andıran bir arkaplanda çekilmiş olsa da Mısır filmleri egemendi. Yani bizdeki dizilerin ihracı en çok Mısır sinemasını olumsuz etkileyecek. Mısır filmlerinin 1930''larda bizde de çok revaçta olduğunu, oynatıldığı sinemaların önünde izdihamların meydana geldiğini, camların çerçevelerin indiğini hatırlatalım. Olağanüstü ilgi gören bu filmlerin daha sonra yasayla zorunlu hale getirilen Türkçe dublajları yüzünden arabesk müziğin doğduğunu belirtelim bu arada. Münir Nurettin Selçuk başta olmak üzere dönemin ünlü müzisyenleri tarafından filmlerdeki Arap şarkıları dublaj yoluyla Türkçe''ye çevriliyordu. Cumhuriyetin müzik tarihine ilgi duyanlar için ipucu bu.

Yani “Mısır sineması” Arap dünyasının sinema ihtiyacını sağlayan tek kaynak idi. Mısır, daha sonra Lübnan ve Suriye ile paylaştı sektörü. Dış dünyaya açılan Arap dünyasını artık doyurmuyor bu diziler. Türkiye''nin Arap dünyası için Batı''ya açılan bir köprü olarak görülmesi, üstüne üstlük modernliğe son derece açık muhafazakar bir hükümetin işbaşında olması Türk dizilerine ilgiyi artırdı.

Bir başka tespit ise, Arap dünyasında -özellikle kadınlarda- bastırılmış duyguların patlama yaşadığı ve Kanal D dizilerinin tam da böyle bir atmosfere denk düştüğü şeklinde.

Hani bir ara bizde Dallas''tan, Şahin Tepesi''nden sonra “Brezilya dizileri” fırtınalar estirmişti ya, Kanal D dizileri Arap dünyasında aynı rolü oynuyor. Dizilerdeki şarkıların Arapça''ya çevrilmesinin müzik sektörünü etkileyeceği açık. Bu gelişmeyi Batılı yaşam tarzıyla harmanlanmış arabesk kültürün Ortadoğu''ya ihraç edilmesi olarak da yorumlayabiliriz.

Şunu da söyleyelim, Kanal D dizileri Arap sosyal hayatıyla uyuşmadığı halde öykünme yoluyla yeni bir yaşam modeli pompalıyor. Mesela dizi oyuncularına hayranlıkların evin içine kadar girmesi, dizilerdeki davranış kodlarına uygun davranma beklentisi boşanma davalarına bile neden oluyormuş. Tabii, bu dizilerdeki kadın kıyafetleri yeni bir moda dalgası ve yeni bir müşteri potansiyeli de oluşturuyor. Daha şimdiden Arap düşünürleri, bu ilginç gelişmenin yol açacağı sosyal sorunlar üzerinde kafa yormaya başlamışlar.. Türkiye şu olur mu, bu olur mu, hikaye.. Korkması gereken Türkiye değil..

16 yıl önce
Ergenekon"a postmodern sorgu
Türkiye’yi taşıyacak düşünce kapasitesi nasıl gelişir?
Kanımızın son damlasına kadar "nitelikli sinema"...
Kobani’den önce, Kobani’den sonra...
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek