|
"Yazılmamış anayasa"ya itaatkar kullar..

“Anayasa bir kere delinmekle hiçbir şey olmaz” Bu laf, merhum Turgut Özal''ın sırtında kaldı. Oysa Anayasayı delmenin piri Cumhuriyet Halk Partisi''dir sevgili okurlar..

Anlatayım..

1942-1946 yılları arasında Anayasanın birçok maddesi askıya alındı.

Özellikle kişi hak ve özgürlüklerine, düşünce özgürlüğüne, serbest seçime ilişkin maddeler bunlar arasındaydı.

CHP ve dolayısıyle onun ''Milli Şef'' ünvanı taşıyan lideri İsmet Paşa Türkiye''nin bütün siyasal hayatının hakimi idi.

Bu durum CHP idarecilerince gerekli görülüyordu.. Milli Şef hem cumhurbaşkanlığını, hem başbakanlık görevlerini yerine getiriyordu. Başbakanlar ise, gerçekte birer “başbakan yardımcısı” durumunda idiler.

İllere gönderilen parti müfettişleri valilerden daha büyük nüfuza ve siyasal güce sahiptiler. Parti merkezince seçilen milletvekilleri Milli Şef''in onayından sonra radyoda ilan edilirdi. İş biterdi.

Yani milletvekillerinin seçimi gerçek seçim değil, “atama” niteliği taşıyordu.

“Amma attın birader” demeyin..

Bu cümleler Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu''na ait arkadaşlar..

Merhum Velidedeoğlu CHP''li Atatürkçülerin piridir..

Yani, muhkem bir tanık..

* * *

Hikaye şu..

Velidedeoğlu 1944''de hukuk profesörüyken CHP Genel Sekreteri Memduh Şevket Esendal''a bir sohbet sırasında “Anayasanın hakkıyla tatbiki icap etmez mi?” diye sormuş..

Koskocaman devlet partisi genel sekreterine böyle bir soru yöneltmek cesaret işidir.

Esendal bakın nasıl cevap vermiş:

“Bizim iki anayasamız vardır: Yazılmış ve yazılmamış.. Bunlardan yazılmış olanı, senin kitapta okuduğun Anayasadır. Yazılmamış olanı ise şimdiki fiili durumumuz yani şef sistemidir. Bu sistem kuvvetini CHP''den alır.”

Velidedeoğlu Cumhuriyet gazetesinde yazdığı iki yazıda anlatır bu anekdotu.. İlki 1949''da “İki anayasa”, ikincisi 1971''de “Bir varmış bir yokmuş” başlığıyla..

Velidedeoğlu ilk yazısında, uzun yıllardır ''yazılmamış anayasaya dayanan şef sistemi''nin yürürlükte olduğunu nakleder.

1971''deki yazısında 22 yıl aradan sonra sorunların “benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” kabilinden temcit pilavı gibi tekrar tekrar önümüze serildiğini söyler.. Bu yüzden 1949''daki yazısını 1971''de tekrarlar.. Her iki yazıda şu hususları da vurgular..

“Yazılı anayasa tam tatbik edilmeli..”, “Millet icraatını beğenmediği partiyi iktidardan düşürür. Yani seçimle gelip seçimle giderler.”, “Meclis, kabine düşürmeğe alışmalıdır.”

“Bir daha yazılmamış anayasaların bu memlekette hakim olmasına asla meydan verilmemeli..”, “Demokrasinin daha iyi işlemesi için anayasa değişikliği gerekiyorsa, yapılır.”

Hakiki Atatürkçüler için milli ülkü, Türkiye''nin muasır medeniyet seviyesine ulaşmasıydı.

“Demokrasi inkılabı” falan derlerdi.

Milli vakara, milli menfaatlere en uygun düşen demokrasiydi çünkü.

Ya şimdiki Atatürkçüler?!

* * *

1971''den bu yana 37 yıl geçti..

Önümüze yine temcit pilavı seriyorlar..

2008 Türkiyesi''ni Milli Şef dönemine döndürmek isteyenler var..

“İçimize kapanalım” diye baas baas bağırıyorlar..

İpin ucunu bıraksak ülkeyi Baas''a bağlayacaklar.. Sanki ortada yazılmamış bir anayasa var..

Bize de bu anayasanın itaatkar kullarıymışız gibi davranıyorlar..

Bu kez yemeyeceğiz. Yeter.

''Zekatlı kapitalizm'' ne demek ola!

''İslam iktisadı'' kavramsal düzeyde, 1970''lerde ele alınmaya başladı bizde. Gerçi epeydir “sermayenin dini imanı olmaz kardeşim” diyenler revaçta. Bu yüzden “iktisadın İslamı olur mu yahu!” itirazları yapılacak.. Ekonomi politiğin toplumsal ve bireysel hayatı derinden etkilediği düşünülürse, ilk başta makul gibi görünen bu itirazlar anlamını yitiriyor. Prof. Ahmet Tabakoğlu 1979''da yazdığı “İslam İktisadına Giriş” kitabında bu kavramın Müslüman zihin dünyasındaki yerini irdeler. Daha önce Sabri Ülgener Hoca zihniyet, din, ahlak ile iktisat arasındaki ilişkileri tarih ve sosyolojinin yardımıyla araştırma konusu yapmıştı. Tabakoğlu “İktisadi Kalkınma ve İslam”, “İslam ve ekonomik hayat” kitaplarıyla çalışmalarını sürdürdü. Epeydir ortalarda görünmüyordu.. Oysa ''İslami sermaye'' tartışılıyor yıllardır.. Batılı araştırmacılar Kayseri''ye kadar giderek “İslam kalvinistleri” başlıklı çalışmalar yapıyorlar. İslam dünyasında ise Amerikan yaşam tarzıyla harmanlanan ''Dubai modeli'' öne çıkarılıyor. Bu noktada Tabakoğlu Hoca''nın ne düşündüğünü merak ediyordum. Dünyabülteni''nden Aynur Erdoğan, Hoca''yla bu minvalde bir röportaj yaparak merakımızı gidermiş. Tabakoğlu Müslüman dünyada iktisadi zihniyetin deformasyona uğradığını belirtiyor özetle.

“İslam''ın bazı değerleri araçsallaştırılarak İslam kapitalizmi oluşturulabilir mi” sorusuna bakın ne cevap veriyor:

“Batının istediği İslamın ehlileştirilmesi, İslam kapitalizmi, İslam kalvinizmidir. Batının İslama biçtiği değer budur. Yani Müslüman kalvinistler…”

Ve şöyle devam ediyor:

“Günümüzde İslam ekonomisi faizsiz ve zekatlı kapitalizm haline gelmiştir. Teorik anlamda buna İslam kapitalizmi diyebilirsiniz. Maalesef böyle bir durum var. Oysa İslam ekonomisinde adil gelir dağılımını öngören, emeği önemseyen, işsizliği yok etmeye çalışan sosyal bir ekonomi anlayışı vardır. Yoksa fakiri daha fakir yapan zengini daha zengin yapan bir ekonomi anlayışı kesinlikle yoktur.”

Tabakoğlu çok şeyler söylüyor, www.dunyabulteni.com''dan okuyabilirsiniz..

Bu arada aydınlarımızın bu önemli tartışmaya ciddi katkılar yapmalarını umuyorum. Çünkü Tabakoğlu''nun söyledikleri yenilir yutulur şeyler değil.

“Her köye cami, her köye imam”

Dengir Mir Mehmet Fırat''ın “Her devrim gibi Atatürk devrimleri de toplumda bir travma yaratmıştır” sözleri bağlamından koparılarak siyasi linç malzemesi ediliyor. ''AK Parti karşıtlığı'' birilerinin gözünü öylesine döndürmüş ki Bektaşi''nin “namaza yaklaşmayın” ayetini hacamat etmesi gibi lafın tamamını anlamadan köpürtüp duruyorlar.

Tartışmalara Süleyman Demirel de katılmış.. “Her köyde bir cami var, her cami içinde imamı var, müezzini var, her gün beş vakit ezan okunuyor. Bu da Atatürk devrimlerinin sayesindedir. Cumhuriyet olmasa bunların hiç biri olmazdı” demiş. Ne bu şimdi? Bu ülkede bin yıldan fazladır ezan okunuyor. Cumhuriyet''e varana kadar kaç imparatorluk, kaç sultanlık, kaç savaş, kaç istila gördü bu ülke. Ama ezanlar hiç susmadı. Bin yıl sonra da durum değişmez.. Hem Atatürk devrimleri arasında “her köye cami, her köye imam” gibi bir umde yok bildiğim kadarıyla. Altı boş laflar bunlar. Cumhuriyet''le kimsenin derdi yok. Kimse de cumhuriyetin halka mal olmuş kazanımlarını küçümsemiyor. Mesele, Cumhuriyet''i daha iyi bir demokrasiyle sürdürmek. Birileri “Cumhuriyet küçük olsun, bizim olsun” havasındalar. Sorun, bu.

16 yıl önce
"Yazılmamış anayasa"ya itaatkar kullar..
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…