|
‘Mecburiyet’ çözümün anahtarı olabilir!
İslam İşbirliği
Teşkilatı
”nın İstanbul Zirvesi
Ziya Paşa
'nın,
Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” beyitini hatırlattı bana.
Mescid-i Aksa
'nın 1969 yılında kundaklanmasının ardından toplanan “İslam Konferansı” zamanla Müslüman ülkeler arası bir organizyona dönüştü ve “İslam İşbirliği Teşkilatı” olarak isim değiştirdi. 56 devletin üye olduğu teşkilatın kuruluşunun üzerinden 47 yıl geçti ve bu süre zarfında 13 zirve gerçekleşti. Peki bu teşkilat şimdiye kadar İslam ümmetinin hangi önemli sorununu çözebildi, maruz kaldığı hangi musibeti def edebildi? Tam aksine İslam memleketlerini kasıp kavuran büyük bir fırtınanın ortasındayız. Kuşkusuz, bu fırtına bir gecede oluşmuş değil. Öte yandan muhatap olduğumuz fırtınanın büyük ölçüde kendi elimizin ürünü olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor.


İstanbul

Zirvesi

”nden basına yansıyan sonuç bildirgesinde en fazla öne çıkan başlık, İran'a yönelik kınayıcı cümleler oldu. Bildirgenin dili fazlasıyla devlet diliydi ve ortaya çıkan başlıklar üye ülke rejimlerinin hassasiyetleriyle sınırlı kaldı. Oysa bu rejimlerin hassasiyetleriyle İslam ümmetinin hassasiyetlerinin çoğu zaman örtüşmediğini hepimiz biliyoruz. Tabii ki muhatap olduğumuz fırtına bir gecede oluşmadığı gibi, bir gecede savuşturulacak nitelikte değil. Elimizde değdiği her yeri, istediğimiz şekilde değiştirecek sihirli değnek de bulunmuyor. Fırtınanın atlatılması için önce doğru teşhis, akılcı çözüm, azim bir irade, inşa edici liderlik ile süreklilik arzeden kapsayıcı bir siyaset gerekiyor.



Yine Zirve'den basına yansıyan başlıklarda gelir ve servet dağılımında eşitsizlik, adaletsizlik, göç, nüfus artışı, işsizlik, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele, ekolojik denge, kültürel yozlaşma, ahlakî kirlilik, kamu yararı, yönetimde şeffaflık ile bireysel hak ve özgürlüklere ilişkin pek birşey göremedik. Oysa bütün bu başlıklar İslam ümmetinin yüz yüze kaldığı meydan okumaların ya sebepleri, ya sonuçları. İslam ümmetinin geleceğine dair umut veren bir vizyon sunmak bu zirvenin belki de en önemli gündem maddelerinden biri olmalıydı.



'Mezhepçiliğe' savaş açmak yetmiyor, İslam toplumlarının içindeki farklı görüş ve kültürlerin serbestçe ifade edilebilmesi için neler yapılması gerektiği hususu da açıklığa kavuşturulması gereken meselelerin başında geliyor. 'Bugün “İslam Ümmeti

'

dünya nüfusunun neredeyse dörtte birine tekabül ediyor. Müslüman nüfus her geçen yıl artarak devam ediyor ama bu artışı göğüsleyecek ekonomik zenginliği ve adil yönetimleri üretmekte aciz kalıyoruz. İslam ülkelerinden sefalet, savaş ve kötü yönetimlerden mütevellit göç akımının yönünün daha çok Batı'ya doğru olması başlı başına bir zillet değil mi? Türkiye bir istisna teşkil etmekle birlikte neden bu insanlar Batı dışında kendilerine bir dünya kurmayı hayâl edemiyorlar? Özgürlüğü ve mutluluğu neden başka diyarlarda arıyorlar?



Büyük şair ve mütefekkir

Muhammed

İkbâ

l

'in şiirlerinde çokça yakındığı gibi Müslümanlar kendileri ile mücadele halindeler, gönüllerinde ikilikten başka bir mefhum yok ve kendilerinin kaçtıkları mescidden biri bir tuğla alsa feryada başlıyorlar. Aslında 'sorun'un sebebi olan rejimler 'çözüm'ün parçası olabilirler mi? Peki İslam ümmetiyle yönetimleri arasında bir özdeşlikten söz edilebilir mi? Kendi ülkelerinde dirlik ve düzeni sağlayamayan yönetimler İslam ümmetinin perişan halinin sona erdirilmesine katkı sağlayabilirler mi? Biz, yine de ümitvâr olalım. Kim bilir, belki '

mecburiyet

' olumlu bir değişimin anahtarı bile olabilir.


#Mecburiyet
#İslam İşbirliği Teşkilatı
#Muhammed İkbâl
#Mescid-i Aksa
#İslam Konferansı
8 yıl önce
‘Mecburiyet’ çözümün anahtarı olabilir!
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset