|
Bir Türkiye Klasiği: Tarafsız Cumhurbaşkanı Miti

Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça, klasik taktikler yeniden tedavüle sokuluyor. Modern Türkiye Cumhuriyetinin siyasal tarihinden edindiğimiz tecrübeye göre bu konuda "değiştirilmesi teklif dahi edilemez" bir sabite var. Buna göre; rejimin kurucuları ve bekçileri, devletin başına sadece üç tip insanı uygun görüyor. Ya asker, ya pragmatik ve asla vesayetin kodlarına ters düşmeyecek bir siyasetçi, ya da bunlardan uygun bir isim bulunamadığı takdirde alelacele piyasaya sürülen ve "tarafsız" kılıfına çok iyi uyan; Anayasa Mahkemesi Başkanları.

Celal Bayar, Turgut Özal ve Abdullah Gül dışındaki isimlerin tamamı bu tanıma uyuyor.

Bu formülasyona göre; Mustafa Kemal ve İsmet İnönü zaten tartışılmaz şeflerdir. Bu iki ismin ardından gelen Celal Bayar ise "milli irade" denen saçmalığın ortaya çıkardığı bir yol kazasıdır. Cemal Gürsel ise aradaki "on yıllık hasar raporunu" düzenleyen ve 14 Nisan 1960"daki meşhur "Demokrat Parti"nin öldürdüğü gençleri buzdolaplarına koyduğu ya da hayvan yemi yapılan makinelerde kıyılarak toz haline getirdiği anlaşılmıştır" açıklamasını yapıp propaganda tarihine ismini kanlı harflerle yazdıran Milli Birlik Komitesi"nin başkanı ve darbenin kudretli Cumhurbaşkanı"dır.

Hastalığı sırasında kendisine vekalet eden İbrahim Şevki Atasagun, Cumhuriyet Senatosu Başkanı ve askerdir. Yerine gelen isim Cevdet Sunay ise Genelkurmay Başkanı"dır. 7 sene bittikten sonra adam kıtlığından mıdır bilinmez, görev süresi bir sene daha uzatılmak istenir ancak Meclis 299 oya karşı 300 oyla bu teklifi reddeder. Gerçi aranan adam çoktan bulunmuştur: Fahri Korutürk. Atatürk-Korutürk benzerliği boşuna değildir. Zira kendisine bu soyadını "bahşeden" yüce kurucu Mustafa Kemal"dir. Kendisi Ata"dır, o da Koru"dur. Anarşiye karşı ülkeyi ve Türk milletini korumakla görevlendirilmiştir.

Hemen arkasından ünlü ressamımız Kenan Evren gelir. "Nü" resimler çizmenin yanında, bir sağdan bir soldan milleti asmak ve devlet eliyle işlediği bu cinayetleri "e ne yapsaydık, beslese miydik?" minvalli evrensel demokrasi ilkeleriyle açıklamak gibi maharetleri vardır. İnsanlar yorulur ve devlete ikinci yol kazasını yaşatır: Turgut Özal. Ardından Süleyman Demirel gelir. Ertuğrul Özkök"ün gazeteciliği, Fethullah Gülen"in cemaat liderliğini bırakıp siyasete atılmış olan versiyonunu temsil eder.

Sonrasında yine adam kıtlığı yaşanır. Bu sefer görevi üstlenecek kudretli bir paşa bulunamaz. Post-modern yapılan darbe, eskileri kadar şanlı değildir. Hemen Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer ileri sürülür. Partiler üstüdür, zekidir, çalışkandır, laiktir. Daha ne olsun? Kıvam tutar. Görevinin ilk iki yıllık süresinde başörtülü milletvekili eşlerini resepsiyonlara davet eden Sezer, Ak Parti tehlikesinin farkında olanlardandır. İşe tam da buradan başlar. Çankaya başörtülü davetlerden arınır. Enterasan adamdır. Anayasa kitapçığını Ecevit"in yüzüne fırlatır, milletin belini bükecek bir ekonomik kriz çıkartır ama umursamaz. Ne de olsa rejimi lâyıkıyla korumaktadır.

Madem öyle, bundan sonra bütün Cumhurbaşkanı seçimlerinde yeni bir Anayasa Mahkemesi Başkanı"nı piyasaya sürmek yanlış olmayacaktır. 2007"de tam da böyle olur. Abdullah Gül"ün adaylığı açıklanınca, bütün laikler sarımsak görmüş vampire dönerler. Önce iştahlı, hırslı bir asker figürü ararlar, "ordu göreve!" derler ama "kâğıt kaplan"dan çıt çıkmaz. Hemen ardından işlerine yarayacak bir siyasetçi var mı diye ortalığı gözetlerler. Heyhat! Artık piyasada Çoban Sülo gibisi de kalmamıştır. Çare kalmayınca, Can Dündar"ın "yıllar sonra 2007 yılı düşünüldüğünde, tarihe damga vuran iki kadından bahsedilecektir" sözleriyle tanımladığı Türkan Saylan"ı ve Tülay Tuğcu"yu cepheye sürerler.

Saylan, meydanları dolduran çalışmaları başlatandır. Şeriatçıların 864 rakımlı tepeye ulaşmasını engelleyecek taşları dizen kutsal bekçidir. Tülay Tuğcu ise Anayasa Mahkemesi Başkanı"dır. Emin Çölaşan"ın kayınbiraderinin eşidir. 27 Nisan"daki e-muhtıraya karşı hukukun üstünlüğü hatırlatma gereği duymayan, ancak 367 garabetine çatan Başbakan Erdoğan"a "had bildirmek" için hemen kameralar karşısına geçip Kasımpaşalı"ya ayar veren ve Beyaz Türkler"in tekrar tekrar gönlünü kazanan güzide şahıstır. Yine Can Dündar"ın müthiş romantizmiyle "yasa ana"dır.

Dolayısıyla da muhtemel bir Cumhurbaşkanı adayıdır. Ancak o dönemde gelen teklifleri kabul etmez ve dinlenmeye çekilir. Şimdi yeniden oyuna girmesi istenmektedir. Bu sefer kabul eder mi bilemiyoruz.

Evet, yukarıdaki isimlerin tamamı Cumhurbaşkanı olabilir. Ancak söz konusu olan, tanıma uymayan yaramaz çocuklar ise… Birisi darbe mahkemelerinin verdiği idam cezasından yaşlı olduğu gerekçesiyle kıl payı kurtulur, diğeri zehirlenir. Ötekisinin oraya çıkmaması için yer gök inletilir.

Geldik yeni bir seçimin arefesine. Son dönemde verdiği garip kararlarla, yine isim kıtlığından dolayı açılan boşluğu doldurmak isteyen bir Anayasa Mahkemesi atağı mı var bilemiyorum. Verilen bütün kararları uzun uzadıya yazmak isterdim. Bu başka bir yazının konusu. Ancak bu seçimin diğerlerinden farklı olacağını ve halkın oylarıyla belirlenecek bir ismin Çankaya"ya gideceğini birileri hâlâ anlamamış gibi gözüküyor. Yüz yıllık Kemalist refleksleri aşıp, hiçbir oyun kurgulamadan Ağustos ayına yaklaşmak, biliyorum çok zor.

Ancak biz yine de hatırlatalım: Cumhurbaşkanı"nı biz belirleyeceğiz. Sizin garip ittifaklarınız değil. Mezarından bütün kudretli komutanları kaldırıp, göreve çağırsanız da bunu engelleyemezsiniz. Bundan sonra bize düşen; istediğimiz ismi oylamak ve göreve getirmek, size düşen ise Yasa Ana"nın şu sözünü hatırlayarak bolca kederlenmektir, "Cumhurbaşkanı"nı halkın seçmesi, bir rejim değişikliği değildir".


10 yıl önce
Bir Türkiye Klasiği: Tarafsız Cumhurbaşkanı Miti
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’