|
Mandela"nın kasedi çıksaydı…

Frederik Willem de Klerk. Johannesburg"ta doğdu. Güney Afrika"nın geleneksel beyaz ırkçı siyasetine dibine kadar batmış bir aileden geliyordu. Dedesi Senatör Johannes Cornelis Jan van Rooy idi. Halası ise Ulusal Parti"den Başbakan olmuş J. G. Strijdom ile evliydi. 1948"de sadece beyazların oy kullandığı Apartheid rejimine geçişten sonra yapılan seçimlerde babası Johannes Jan de Klerk, Transvaal bölgesinde Ulusal Parti"nin Genel Sekreteri oldu. Ve hızlıca siyasette yükselmeye başladı. Önce Devlet Bakanlığı, sonra Parlamento"nun bir üstü olan Senato Başkanlığı ve nihayet 1975"te Devlet Başkanlığı görevlerinde bulundu.

F. W. de Klerk güçlü bir aileden gelmesinin avantajını iyi kullandı. Önce Halk Konseyi"ne (Parlamento"nun bir altı) seçildi. Yükselişi babası gibi ani oldu. 1978"de İletişim Bakanlığı yaptı. Sonra sırasıyla Enerji ve Çevre Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Eğitim Planlama Bakanlığı"nı yürüttü. 1982"de yine Transvaal bölgesinde Ulusal Parti"nin lideri oldu.

Transvaal bölgesi, Ulusal Parti"nin en gelenekçi kanadıydı. Dolayısıyla, 1989 Parlamento seçimlerinde Başkan seçilinceye dek, J. W. de Klerk ırkçı yapısıyla çoktan nam salmış bir isimdi. Özellikle Eğitim Planlama Bakanlığı"nda iken üniversitelerde beyaz ırkçılığı yapılmasını ve ayrımcılığın devam etmesini hararetle savunanlardandı.

1989"de seçildikten sonra kimse kendisinden Apartheid"i sonlandıracak bir hamle beklemiyordu. Ancak de Klerk herkesi yanılttı. Beyaz ırkçılığının sonsuza kadar gitmeyeceğini, artık zamanın ruhunun yakalanması gerektiğini fark etmişti. Yapılması gereken belliydi. Kavga beyazlarla siyahlar arasındaydı. Kendisi beyazları temsil ettiğine göre, siyahları ikna edebilecek bir isim bulmalı ve çözüm sürecini bulduğu bu isimle müzakere etmeliydi. Aradığı ismi bulması uzun sürmedi: Nelson Mandela.

Reagan yönetiminin "komünist bir terörist" ilân ettiği, Dick Cheney"nin hapisten çıkması için yapılan kampanyalara takoz koyduğu, sicilinde Küba, İran, Filistin gibi ülkeleri ve onların yönetimlerini övmek gibi kabarık "hatalar" bulunan bir isimle aynı masaya oturmak, bir ırkçı için pek de kolay bir iş değildi.

Ancak F. W. de Klerk istese de istemese de değişim dalgasının gelmiş olduğunun farkındaydı. Ya tarihin akışında doğru yerde duracak ve ona göre konumlanacaktı ya da tozlu sayfalarda kaybolup gidecekti. Zor ama anlamlı olanı seçti.

Ve hemen eleştirilmeye başlandı. Daha ilk konuşmasında Apartheid rejiminin bitmesi gerektiğine dair radikal bir çıkış yaptı. Ulusal Parti neye uğradığını şaşırmışken, ilk ağır eleştiriler Nelson Mandela"nın çevresinden gelmeye başladı. Mandela"nın yakın arkadaşı ve daha sonra biyografisini yazan İngiliz gazeteci Anthony Sampson, de Klerk"i ANC"ye gösterilen şiddetten dolayı sorumlu tutuyordu. Şiddete bulaşmış, meşru olmayan bir yönetimin lideri ile müzakere masasına oturulamazdı.

"Madiba" tarafında da durum pek iç açıcı değildi. Kendi partisi ANC"de bu müzakerelerin "zaten kaçınılmaz son olan birleşmiş, demokratik bir Güney Afrika"da beyazların üstünlüğünü örtülü bir şekilde devam edeceğine" dair bir algı oluşmaya başlamıştı. Muhalif sesler çoğalıyordu.

Ulusal Parti"ye göre zaten hapisten önce, yaklaşık 2 sene silahlı direniş işlerine bulaşmış bir teröristle iş yapmak mümkün değildi. Siyahlar arasındaki aşırı sağ kanatta ise Mandela"nın sadece kendisini düşünen, inatçı, burnu havada bir işgüzar olduğuna dair hüküm çoktan verilmişti bile.

Roben adasında kendisiyle beraber onlarca yıl aynı hapishanede kalan anti-Apartheid aktivisti Ahmed Kathrada bile artık dayanamamış, bu "bencil" adamın "Pantene saç yağı"na obsesif derecede tutkun olduğunu ve her ziyaretçisinden bunu isteyecek kadar beyhude işlerle uğraşan bir megaloman olduğunu dile getirmişti.

Biri ırkçı, diğeri megaloman iki adam bu süreci asla yönetemezdi. Mümkün değildi. O barış masasından çıksa çıksa şampuan firmalarına reklam çıkardı o kadar.

Bu kadar olumsuzluğun üzerine bir de 1992"de Bisho Katliamı her şeye tuz biber olmuştu. 28 ANC üyesi ve bir asker, çıkan olaylarda öldürülmüştü. Belli ki savaşın devam etmesini isteyen güçler, çözüm sürecini bitirmek için ellerinden geleni yapacaklardı.

Sonuç?

Hepinizin malûmu. Mandela ve Klerk, bütün dezanformasyonlara, itibarsızlaştırma kampanyalarına, hedefi ve amacı belli olan suikastlere, mızmız gazetecilerin tutarsız ama kendinden emin eleştirilerine rağmen inatla masadan kalkmadılar.

Ve Bisho Katliamı"nın ertesi yılında, Nobel Barış Ödülü"nü (hak eden nadir insanlardan olarak) birlikte havaya kaldırdılar.

***

İster beğenelim, ister beğenmeyelim.. Bu coğrafyaya barış, Cihangir kahvelerindeki masalarda doğum günü çocuklarının dahiyane fikirleriyle, bir tarafta "Öcalan Kürtleri satışa mı getirecek yoksa!?" diyenler ile "en iyisi mi AK Parti"yi kapatalım" demokratlarının müzakereleri sonucunda gelmeyecek. Kimin getireceği ise bir yıldır akmayan kan ile tescilli ve apaçık ortada.

Üstelik..

Başbakan Erdoğan ırkçı değil. Öcalan da briyantin, saç yağı falan kullanmıyor.

10 yıl önce
Mandela"nın kasedi çıksaydı…
Terör, darbe ve vatana ihanet karşısında da uzlaşamıyorsak...
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?