|
Tamam inşaallah!

Şüphesiz 27 Mart 1994 yerel seçimleri; partilerin kurguladığı propaganda dili, kampanya süresince seçilen müzikler, öne çıkan adaylar ve büyükşehirlerde son ana kadar süren çekişmeler hasebiyle Türkiye"nin en renkli siyasal süreçlerinden birisiydi.

Sandığa gidene kadar ortaya çıkan zemin ne kadar renkliyse, sandıklar açılıp oylar sayıldıktan sonra ortaya çıkan tablo da bir o kadar sarsıcıydı. SHP"nin üç büyükşehirde kaybettiği, Refah Partisi"nin İstanbul ve Ankara"da büyük bir sürpriz yaptığı, etkisi günümüze kadar gelen bir sonuç peyda olmuştu.

Aslında hikâye, hiç de iç açıcı başlamamıştı. Hele ki İstanbul... Partilerin gösterdiği adaylar birbirinden önemli isimlerdi. Anavatan Partisi eski YÖK üyesi ve oldukça pragmatik bir isim olan İlhan Kesici"yi, SHP konservatuarını ABD"de bitirmiş, ünlü bağlama ustası Zülfü Livaneli"yi, DYP Bedreddin Dalan"ı, DSP Hüsamettin Özkan"ın ağabeyi Necdet Özkan"ı, MHP ise Robertli Mimar Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp"ı aday göstermişti.

Refah Partisi"nin adayı Recep Tayyip Erdoğan"ın işi oldukça zordu. Medya tarafından bilinen bir isim değildi. Yurtdışında üniversite okumamıştı. Siyasetin merkezinde söz sahibi olan elitlere oldukça uzaktı. Sanattan anlamazdı. İşadamlarıyla ilişkisi kısıtlıydı.

Haliyle, kazanma ihtimali olmayan aday görmezden gelindi. Televizyon programlarında Erdoğan"ın esamesi bile okunmuyordu. Gazete manşetlerinde sırasıyla bir İlhan Kesici, bir Livaneli parlatılıyordu. Ünlü işadamı derneklerinin sofralarında çekilen "bütün adaylar aynı karede" fotoğraflarının hiçbirinde Erdoğan yoktu.

İstanbul teşkilâtı "yok sayma" taktiğini erken fark etti. Ve hemen kollar sıvandı. Diğer adayların gözden kaçırdığı "milletin iradesi" meselesi oldukça önemliydi. Gereken çalışma yapılırsa, bütün sonuçları değiştirecek bir momentum yakalanabilirdi.

Tayyip Erdoğan ciddiydi. Pes etmeye niyeti yoktu. En iyi bildiği işi yapacaktı. Fakir sofralarına oturacak, kapı kapı dolaşacak, derdini anlatacaktı. Aynı hisleri Beyoğlu seçiminde de hissetmişti. Hanım üyelere karşı olan parti yönetiminin ambargosunu delmiş, çalışmalarda başı açık üyelerle sokak sokak dolaşmıştı. Taksim"in arka sokakları, genelevler, birahaneler... Önemli değildi. Hoca"nın partisi her yerde konuşulmalıydı. Ne var ki zaferi kıl payı kaçırmıştı.

Bu sefer kaybetmeye niyeti yoktu. Canı gibi sevdiği İstanbul, daha iyi bir yönetimi hak ediyordu. Üzerinde "bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır" yazan küçük kahve paketleri hazırlandı. O dönemin efsane seçim müziği "Refah"ın vakti geldi" ile İstanbul"da gezilmedik mahalle kalmadı. Sabahın erken saatlerinden gece geç saatlere kadar durmak bilmeyen, müthiş bir çalışma yapıldı.

Bir önceki seçimde kazanılan ilçe belediyelerindeki performans belliydi. Hizmet gören halk Refah Partili belediye başkanlarından memnundu. Ancak İstanbul.. İstanbul"un başkanını değiştirmek ve hiç denenmemişi denemek büyük riskti. İstanbul"u yönetmek, küçük bir devleti yönetmekti. Bu zamana kadar teşkilat dışında yöneticilik yapmamış bir isime güvenmek, oyunu hiç düşünmeden ona vermek pek de kolay bir iş değildi.

Ezcümle, seçim günü yaklaştıkça durum enteresanlaştı. Erdoğan, artık önemli bir adaydı. Ancak bolca kararsız seçmen vardı. Bu kitleyi kim yanına çekerse, o seçimi kazanacaktı. Artık az çok ortaya çıkan gerçek buydu.

Bu konuda da yapılacak pek bir şey yoktu. Son günlere girilmişti. Seçim yasağı başlamıştı. Fiili dua yapılmıştı. Artık sıra kavli duadaydı.

Refah Partisi İstanbul İl Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, üzerine düşeni yapmış olmanın verdiği huzurla biraz etrafı turlayıp, stres atmaya karar verdi ve Fatih taraflarına gitti. İsmailağa"dan Mahmut Efendi"ye karşı müthiş bir saygısı ve sevgisi vardı. Uğrayıp duasını almaya karar verdi. Zaten bugün sohbet günüydü.

Camiye girdi. Cemaatle selamlaştı. Ön taraflara ilerledi. Tecvidinin iyi olduğunu herkes bilirdi. Aşr okunması rica edildi. Sonra sohbet başladı. Erdoğan"ın kafası doluydu. Acaba bir yerde yanlış yapmış mıydı? Yahut daha iyi yapabileceği bir şey varken, hiç pas geçtiği olmuş muydu? Bir tane isim daha kazanabilmeyi nasıl başarabilirdi?

Ve sohbet bitti. Cemaat dağıldı. Tayyip Erdoğan, Mahmut Efendi"nin yanına yaklaştı. Dua istedi. Durum belirsizdi ve açıkçası belirsizlik huzurunu kaçırmaya başlamıştı. Mahmut Efendi daha birkaç gün önce istihareye yattığını söyledi. Herkes durdu. Bembeyaz sakallarının üstüne bir tebessüm kondurdu ve fısıldadı: "Tamam inşallah!".

"Reis" camiden çıktığında oldukça rahatlamıştı. Teşkilattaki arkadaşlarını aradı ve seçim yasağını delmeye karar verdi. İstanbul"un her köşesi ama her köşesi, o gece yapılan müthiş bir çalışmayla; tam 500 bin afişle donatıldı. Ertesi gün sokağa çıkan insanlar o afişlerde, özgüvenin, huzurun, teslimiyetin ve sarsılmaz bir inancın sloganını gördüler. Artık Allah"ın izniyle, iş bitmişti. Olay tamamdı.

***

Bundan tam 20 yıl önce Başbakan Erdoğan ile milletin tanışmasına vesile olan seçimlerin hikâyesi kısaca buydu. Son haftaya girildiğinde artık durum az çok netleşmişti. Ciddi bir çalışma yapılmış, gayret gösterilmiş ve mükâfat sadece Allah"tan beklenmişti.

Yıllar sonra, bundan çok daha farklı bir havada ve bambaşka sebeplerle aynı hava yaşandı. İnsanlar medyanın, işadamlarının ve bu sefer olayın çok daha farkında olan yabancı ülkelerin çekmeye çalıştığı bir operasyona ve bu operasyonun ana damarını oluşturan pornocu, sahtekâr, düzenbaz, hain bir paralel örgütün vesayetine karşı durmak için Yenikapı"daydılar.

Ve Yenikapı, Gezi Parkı olaylarından sonra yapılan Kazlıçeşme mitinginden çok daha kalabalıktı. Millet bu tepkisiyle, hayata ve onura dair her ne varsa ona kast eden bir örgütün, Taksim"in ortasında vandallık yapan, üç beş devrim hayali gören çiçek çocuktan çok daha tehlikeli olduğuna dair algısını göstermiş oldu.

Ne yaparsanız yapın. Son hafta istediğiniz kadar kaset çıkartın. Allah"ın izniyle mesele bitmiştir.

Bu iş, tamam inşaallah.

10 yıl önce
Tamam inşaallah!
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi