|
"Ortadoğu meselesi"nde yeni projeksiyonlar ve Türkiye

Apo''nun yakalanmasının getirdiği hissi atmosferin etkisinden sonra artık yeni dönemin şartlarını daha soğukkanlı bir şekilde değerlendirmek ve gelecekle ilgili projeksiyonları mümkün olduğunca geniş bir perspektif ile ele almak zarureti vardır. Her an değişebilen dinamik uluslararası ve bölgesel konjunktürü gözönüne almaksızın ve bu konjunktürü zaman derinliği içinde değerlendirmeksizin yapılacak tepkisel tahliller kısa dönemde hisleri tatmin etse de uzun dönemde kalıcı bir stratejinin dokusunu oluşturamaz.

Son bir hafta içinde uluslararası basına yansıyan yorumlar, birisi tesbit diğeri gelecek projeksiyonu ile ilgili iki ana eksene oturmaktaydı. Bu yorumlarda sık sık gündeme getirilen ana tesbit Kürtler''in dünyanın en kalabalık devletsiz ulusu (stateless nation) olduğu idi. Bir taraftan terör kınanırken diğer taraftan bu tesbitin yapılması, Kürt meselesinin bittiği değil yeni bir döneme girdiği intibaı doğurmaktadır. ABD''de yoğunlaşan bu yorumlar, Türkiye''de terörün bitmesi ile Kuzey Irak''ta bir devlet oluşumunun önünün açılmasının meşruiyyet temelini de sağlama amacına yöneliktir. Başta kızılderililer olmak üzere Amerikan kıtasındaki devletsiz otantik etnik grupları gözönünde bulundurmayan stratejisyenler, Ortadoğu''da etnik temelli yeni gerilim alanlarının meşruiyyet altyapısını oluşturmaya çalışmaktadırlar.

Filistin-Petrol Denkleminden Kürt-Su Denklemine

Bu tesbit üzerinde yoğunlaşan geleceğe yönelik projeksiyon ise 20. yüzyılın ikinci yarısında Filistin-eksenli Arap-İsrail gerilimi ile özdeşleşen Ortadoğu meselesinin 21. yüzyılın ilk yarısında su ve Kürt meselesi üzerinde yoğunlaşan bir Türk-Arap-İran gerginliğine dönüşmesidir. Soğuk savaş sonrası tehdit senaryoları içinde ele alınan güney faktörü ve zamanla bölgesel bunalım analizlerinin merkezine oturtulan su meselesi, Filistin ve petrol eksenli Ortadoğu problematiğinin kademeli bir şekilde değişmesine yol açmıştır. Daha önce önemli ölçüde Filistin-petrol denklemine oturtulan Ortadoğu meselesi son on yıl içinde Kürt-su denklemine dönüştürülmeye çalışılmış ve bunda da önemli bir mesafe alınmıştır.

Son aylarda Filistin, Irak ve Kürt meselelerindeki eş-zamanlılık (sinkranizasyon) bu açıdan dikkat çekici boyutlardadır. Körfez savaşını takip eden doksanlı yıllarda Ortadoğu''nun barış bölgesinin, daha önceki dönemlerin aksine, Filistin-Ürdün eksenine, savaş ve bunalım bölgesinin ise Irak-Körfez eksenine kaymış olması, bu yeni projeksiyonun taşıdığı anlam açısından özel bir öneme sahiptir.

Irak meselesi ve Ortadoğu''nun yeni jeopolitik kilidi

Yeni bunalım odağının Irak''a kaymış olması son derece önemlidir, çünkü Irak Ortadoğu''daki otantik müslüman toplulukların bütün çelişkilerini barındıran bir özelliğe sahiptir. Bir taraftan Türkmen-Kürt-Arap-Acem etnik unsurlarını, diğer taraftan da Sünni-Şii mezhep unsurlarını barındıran ve bu unsurları kendi iç bölgesel dengelerine yansıtan Irak, Ortadoğu''nun jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik kilidi konumuna gelmiştir.

Seksenli yıllara damgasını vuran İran-Irak savaşı süresince İran''la, doksanlı yılların başında giriştiği Kuveyt macerası ile hemen hemen bütün büyük Arap ülkeleriyle ve bu gerilimler esnasında tırmanan PKK terörü ve Kuzey Irak dengeleri dolayısıyla Türkiye''yle sürekli bölgesel gerilimler yaşayan ve bu bölgesel gerilimleri uluslararası güçlere verdiği manipulasyon imkanları ile daha da derinleştiren Saddam yönetimi bu projeksiyonların önünü açan bir manivela rolü görmüştür. Bugün Ortadoğu''daki askeri hareketlilik ve risk artık İsrail ve Filistin sınır boylarında değil, Irak sınır boylarında ve Mezapotomya-Körfez derinliğindedir. Kuzey Irak''taki etnik-temelli gerilim ile güney Irak''taki mezhep-temelli gerilimin eş-zamanlı tırmanışlar göstermesi bunun önemli bir göstergesidir. Kuzey Irak''ta yeni oluşumlara yönelindiği bir dönemde Şii ulemadan Ayetullah Sadr''ın öldürülmesi de gözönüne alındığında Irak''ın bu projeksiyonların öngördüğü gerilim alanları açısından taşıdığı önem bir kez daha anlaşılır.

"Ortadoğu Meselesi"ndeki dönüşüm ve Türkiye

20. asrın ilk çeyreğinde Ortadoğu-Balkanlar eksenli bir cihan devletinin büyük güçlerin müdahil olduğu etnik çatışmalarla kaybedildiği bir tarihi tevarüs eden bizler, Ortadoğu''ya 21. yüzyılın ilk yarısında damgasını vuracağı düşünülen etnik gerilimler konusunda çok ciddi ve teenni yüklü bir tavır geliştirmek zorundayız. Balkanlar''ın etnik coğrafyasını yeterince değerlendiremeyen bir siyasi elitin girdiği Balkan macerası ile Balkanları kaybettikten sonra İngilizler''in kışkırttığı Türk-Arap gerginliği ile Ortadoğu omurgasını da yitirerek Anadolu''ya çekilmek zorunda kalan ve Osmanlı mirasından, imparatorluğun müslüman-etnik tablosunu tümüyle barındıran bir ulus-devlet olarak çıkan Türkiye, 21. yüzyılın ilk yarısı ile ilgili bu senaryoları PKK''ya yönelik anti-terör mücadelesinin ötesinde çok daha kapsamlı bir bölgesel strateji çerçevesinde değerlendirmek zorundadır.

Filistin ve petrol boyutlarıyla özdeşleşen Ortadoğu meselesine Soğuk Savaş şartları içinde mesafeli ve dengeli bir şekilde yaklaşan ve doğrudan müdahil olmayan bir politika geliştiren Türkiye, istese de istemese de, 21. yüzyıla yönelik Irak-Kürt ve su eksenli bu yeni projeksiyonun merkezinde bulunmaktadır. AB ile ilişkileri gerginleşen ve bu anlamda batıya açılımının önüne sınırlar konan, ABD''nin bu yeni projeksiyon içindeki stratejik konuşlanmasında her an yeni konjunktürlerle karşı karşıya kalabilecek olan Türkiye''nin tutarlı bir Avrasya stratejisi içinde bir Asya derinliği kazanması kaçınılmaz bir stratejik tercih olarak önümüzde durmaktadır. Bu Asya derinliğinin olmazsa olmaz şartı da Ortadoğu politikası üzerindeki etkinliktir. Bu etkinliğin en önemli aracı olmakla birlikte en riskli alanı da olan ve petrol ve su havzalarını birleştiren Kuzey ve Güney Mezopotamya politikaları aynı zamanda bu yeni stratejik projeksiyonda öne çıkarılması muhtemel olan Kürt ve Irak meselelerini kapsamaktadır.

Türkiye''nin Asya derinliğine dayalı Ortadoğu politikası bölgelerarası etkileşimi gözönünde tutan ve bu etkileşimin ortaya çıkardığı gerilim alanlarını esnek ve tutarlı bir strateji ile aşabilen bir üst-politikanın ayrılmaz parçası olarak görülmelidir. Bu açıdan Türkiye, Ortadoğu''da çıkarılması muhtemel etnik-temelli gerginliklerin kısa dönemli ve taktik tarafı olmaktansa, kapsayıcı bir jeokültürel tanımlama ile bu gerginliklerin uzun dönemli çözüm merkezi olma konumunu kazanmalıdır.

Bu da gerek Türkiye''nin iç siyasi kültürünün bölücü-kutuplaştırıcı tavırlardan uzaklaştırılarak bütünleştirici bir niteliğe bürünmesi, gerekse Ortadoğu''nun bölgesel barış kurucu rolünün benimsenmesi ile sağlanabilir. Kendi içinde kimlik bölünmesi yaşayan ve devlet-toplum ilişkisi zaafa uğratılmış bir Türkiye''nin bu yeni projeksiyonlarda yeni risklerle karşılaşması kaçınılmaz olacaktır.

Avrupa ve ABD''nin bu yeni projeksiyonlar çerçevesinde "Kürt meselesi"ne bakışlarının jeopolitik arkaplanı ve takip edilmesi gereken politikalar konusunu gelecek yazılarımızda ele almaya devam edeceğiz.

25 yıl önce
"Ortadoğu meselesi"nde yeni projeksiyonlar ve Türkiye
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi