|
Osmanlı'yı anlayabilmek
Osmanlı
'nın 700. yılı maalesef gerek resmi gerekse sivil çevrelerde önemine mütenasip bir ağırlıkla başlamadı. Yazılı basında sadece
Yeni Şafak
'ın manşete alarak verdiği, görsel basında da ATV'nin ancak gece yarısından sonra başlayabilen
Siyaset Meydanı
programında ele aldığı bu yıldönümü umarız sene içine yayılan bir yoğunlukla ve hakkıyla incelenir.


Geçen yazımızda Osmanlı'nın dünya tarihi içindeki yeri ile ilgili temel meseleleri ortaya koymaya çalışmıştık. Bu yazımda da Osmanlı'nın anlaşılmasını güçleştiren
temel metod sapmaları
üzerinde durmaya çalışacağız. Osmanlı tarihi ile ilgili çalışmalarda temel mesele Osmanlı tarihini genel tarih içinde anlamlı bir şekilde yorumlayabilecek
tutarlı bir tarih anlayışı ve metodolojisinin
geliştirilememiş olmasıdır. Kimi zaman siyasî ve ideolojik kaygıların da yönlendirdiği metodik açmazlar
insanlık tarihinin gördüğü
en uzun
ömürlü siyasi yapı
olan Osmanlı Devleti'nin birikimi üzerinde yaşayan bizlerin dahi bu birikimi yeterince kavrayamaması sonucunu doğurmaktadır.


Batı-eksenli tarih ve Osmanlı


Osmanlı'nın anlaşılmasındaki en önemli metodolojik engel
evrenselleşen hakim eğitim paradigması
nın zihnimizde oluşturduğu tarihi akış semasıdır. Her tür tarih çalışmasını eski Yunanla başlayıp, Roma ile devam eden, Hristiyan Ortaçağından geçerek modern döneme ulaşan çizgisel bir doğru anlayışına dayandıran
batı-eksenli tarih anlayışı
Osmanlı Devleti'nin gerek kendine özgü yapısını gerekse batı medeniyeti ile olan ilişkisini anlayabilmeyi güçleştirmektedir. Tarih tahayyülatını böylesi bir anlayışa oturtan batı-eksenli bir zihin için Osmanlı'nın tarih içindeki yerinin tesbiti mümkün değildir.


İnsanlık tarihini batı medeniyeti tarihi ile özdeşleştiren bir çok tarihçi için Osmanlı Devleti bu
medeniyet havzası
ile olan ilişkisine bağlı ve bağımlı olarak incelenegelmiştir. Bu tesbit oryantalistler kadar yerli tarihçiler için de geçerlidir. Eğitim müfredatında tarihe önemli bir ağırlık vermekle birlikte talebelerin zihinlerinde gerek genel tarih gerekse Osmanlı tarihi ile ilgili bir
tarih bilinci
kuramayaşımızın temel sebebi de budur.


Bu gerçek 2 Temmuz 1932 yılında gerçekleştirilen
Birinci Türk Tarih Kongresi
'nde Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Reisi ve istanbul Mebusu
Akçuraoğlu Yusuf Bey'
in
Ali Reşat Bey'
in
Tarih-i Umumi
'sini tenkit ederken ortaya koyduğu bakış tarzı bu genel yaklaşım biçiminin yanlışlığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır: "...Âli Reşat Bey ve diğer tarihi umumi telif eden meslektaşlarımız, Fransız tarihi umumi kitaplarını pek cüzi tadillerle aynen tercüme etmişlerdir. Onların zikrettikleri vakıaları, o vakıaların teselsül tarzını ve bu teselsülden istihdaf ettikleri gayeleri iyice tetkik süzgecinden geçirip üzerlerinde bir müddet düşünmeye pek de lüzum görmemişlerdir. Bunun neticesi olarak, mekteplerimizin düne kadar
resmi ders kitapları
olan bu kitaplarda
Fransız tarihçileri
nin muayyen gayelerine göre yapılan inşai tarih hakim ve nafiz bulunmaktadır. Daha açık bir ifade ile, Türk mekteplerinde düne kadar, dikkatsizlik eseri olarak, Avrupa'nın ve bilhassa Fransa'nın dünyaya nazarı tedris ve telkin olunmuştur. (...) Her tarafında
fikirce Fransız, ibarece Türk
bir eser olduğu tebarüz etmektedir: Mesela
Me'mun'
u mukayese için
XIV üncü Louis
'den başka bir şahıs bulamamıştır! Halbuki XIV üncü Louis Türklere Me'mun'dan ziyade malum değildir. Türklere Me'mun devrini anlatmak için bir Türk hükümdarından, mesela
Kanuni Süleyman
'dan bahsetmek lazımdı. Ekser müverrihlerimiz gibi Ali Reşat bey de Arab'ı Müslümanlarla karıştırıp İslam medeniyetine Arap medeniyeti diyor..."1


İslam medeniyeti ve Osmanlı


Akçuaroglu Yusuf Bey
'in son tesbiti aynı zamanda Osmanlı'nın İslam medeniyeti içindeki yerini tesbit konusundaki temel açmazı da ortaya koymaktadır. Osmanlı'nın İslam medeniyeti içindeki yerinin ortaya konmasındaki en önemli engel de oryantalist çalışmaların ortaya koyduğu kategorik ayrımlar çerçevesinde İslam medeniyetinin Hicretle yükselmeye başlayan, 10. yüzyılda zirveye ulaşan ve 1258
Moğol istilası
ve mutlak düşüşe geçen bir tarihi akış içinde ele alınmış olmasıdır.
Sekuler Arap milliyetçileri
tarafından da bu hararetle kabul gören böylesi bir kategorik ayrım bir taraftan islam medeniyetini sadece
merkezî Arap ekseni
ile özdeşleştirirken diğer taraftan da Moğol istilası sonrası dönemde müslümanların
Balkanlarda, Orta Asya'da, Hint ve Hind-i Çin'de ve Afrika'da
gerçekleştirdiği medeniyet atılımlarını gözardı etmektedir.


İslam medeniyet tarihine böylesi bir tarih şeması içinde bakan bir zihin için de, Moğol istilası sonrasında ortaya çıkan ve aslında büyük ölçüde de bu istilanın külleri üstünden yeni bir medeniyet açılımı sağlayan Osmanlı dönemi, kaçınılmaz bir düşüş döneminin
despotik bir idare
ile uzatılmasının ürününden başka bir şey değildir ve
İslam kültür ve düşünce tarihi
ne ciddî bir katkıda bulunmamıştır.
Oryantalistler
tarafından üretilen ve Osmanlı tebası müslüman unsurların Osmanlı birikimi ile
yabancılaşma
sına yol açan bu yaklaşım aynı zamanda özellikle sekuler Arap devletlerinin resmi ideolojilerinin bir parçası olagelmiştir.


Mukayeseli yöntemin gerekliliği


Genel tarihe bakış biçimindeki bu yaklaşım yanlışlıkları büyük ölçüde
mukayeseli
bir yöntem
in kuşatıcı bir şekilde tarihe uyarlanamamasından kaynaklanmaktadır. Herhangi bir toplumun ya da devletin genel tarih içindeki yerini anlamlandırmak
dikey
(değişik zaman dilimleri arasındaki mukayese) ve
yatay
(eş-zamanlı toplumlar ve medeniyetler arasındaki mukayese) mukayeselerin tutarlı bir çerçevede yapılmasına bağlıdır. Değişik zaman dilimleri arasındaki mukayeseler bir toplumdaki değişim sürecini anlamlandırmak açısından,
eş-zamanlı toplumlar
ve
medeniyetlerarası
mukayeseler
de bu medeniyetlerin genel insanlık tarihine yaptıkları katkıları ortaya koyabilmek açısından büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla bir
geleneğin varlığını ve geçerliliğini ölçmek
de, Osmanlı Devleti gibi
altı asra yayılan bir büyük birikimin tarihi tahlili
ni yapabilmek de en azından
dörtlü bir matris
içinde mukayese yapabilmeyi gerektirmektedir.


Bu dörtlü matrisde hem Osmanlı Devleti'nin aynı dönemde varolan diğer
medeniyet olguları ve siyasi düzenleri ile olan yatay mukayesesi
, hem de Osmanlı'nın kendi gelişim seyrini
Osmanlı-öncesi
ve
Osmanlı-sonrası
dönemlerle olan etkileşimler çerçevesinde inceleyen
dikey mukayese boyutları
ile birlikte ele alınmak zorundadır. Böylesi çok boyutlu bir mukayesenin yapılabilmesi de herşeyden önce zihinlerimizin
şematik tarih kategorileri
nin ve
ideolojik kalıplar
ın esaretinden kurtulması ile mümkün olabilir.


Yeri geldikçe Osmanlı'nın anlaşılması ile ilgili
metod açmazları
üzerinde durmaya devam edeceğiz.


1 Birinci Türk Tarih Kongresi, Konferanslar Münakaşalar, Matbaacılık ve Teşkilat Türk Anonim Şirketi, istanbul: 1932, s. 598-600. Alıntı yapılan metinde imla aynen muhafaza edilmiştir.

#Osmanlı
#Batı
#İslam Medeniyeti
25 yıl önce
Osmanlı'yı anlayabilmek
Yavuz’un Mescid-i Aksa’daki bilinmeyen duası
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…