|
Seçimlere yansıyan akımlar
Son seçimlerin sonuçlarını sağlıklı bir teorik çerçeve içinde değerlendirebilmek için vakit henüz erken. Ancak, uluslararası ilişkiler ile iç siyasi kültür oluşumu arasındaki ilişki ve bu ilişkinin partilerin konumlarına yaptığı etki açısından bakıldığında bazı önemli ipuçlarını yakalayabilmek mümkün. Soğuk Savaş sonrası dönemin dinamik şartlarında Türkiye'nin iç ve dış siyasi yaklaşımlarında yükselen akımlar ve bu akımların oluşturduğu sosyo-kültürel atmosfer bize tarihi mirasın ana damarlarını yakalama şansı vermektedir.
Son on yıl içinde uluslararası konum ve iç siyasi kültür ilişkisi açısından yaşadıklarımız, Osmanlı Devleti'nin en uzun yüzyılı kabul edilen 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçiş sürecinde yaklaşık bir asırda görülen akımların küçük bir özeti niteliğinde.
Osmanlı Devleti'nin son yüzyılında devreye giren Osmanlıcılık, islamcılık, Batıcılık ve Türkçülük hareketleri yirminci yüzyılın son on yılında yeni olmakla birlikte yakın tarih mirası içinde süreklilik arzeden söylem ve tavırlarla tekrar gündeme geldi. Özal'ın dillendirmeye çalıştığı yeni-Osmanlıcı çizgi, Refah Partisi ile siyasi platforma taşınan İslami yükseliş, 28 Şubat süreci ile radikal bir programa dönüşen batıcılık ve PKK terörüne yönelik tepkilerle ivme kazanan ve bu ivmeyi son seçim sonuçlarına da yansıtan milliyetçilik akımları yakın tarihimizin ana akımlarının çizgilerini bünyelerinde barındırmakta. Son on yıl içinde seçimlerle ortaya çıkan . tablolar ve seçim mekanizması dışında devreye giren fiili güç unsurları bu kısa zaman dilimi içinde hem ana düşünce ve siyaset damarlarının hem de Türkiye'nin temel bunalım alanlarının tebarüz etmesi sonucunu doğurmuş bulunmaktadır. Osmanlı dönemindeki ilk örneklerine göre gerek taşıdıkları özellikler gerekse yükseldikleri dönemler itibarıyla aynştınlabilmesi daha güç olan bu akımların Türkiye'nin uluslararası konumu ile iç siyasi kültür arasında kurdukları bağlantılar aynı zamanda Türkiye'nin uzun dönemli eksen arayışlarını da yansıtan bir tablo oluşturuyor. Bu açıdan bakıldığında gerek seçimlerle ortaya çıkan sosyo-politik tablo gerekse seçimler dışında gelişen elitiçi dalgalanmalar net bir çözüm tablosu oluşturmaktan çok uzun dönemli damarların tepkilerini yansıtmaktadır. Zihinlerin karışıklığı biraz da Türkiye'nin stratejik kimlik ve zihniyet anlamında yeni bir eksen arayışı içinde olmasındandır.
Türkiye belki de tarihinin en ciddi yüzleşme sürecinden geçmektedir.


Yeni-Osmanlıcılık


Fransız Devrimi'nin oluşturduğu dinamik şartlar içinde hem Avrupa'yı sarsan milliyetçilik dalgasının iç bütünlüğü etkilemesini önlemek hem de
1815 Viyana Kongresi ile oluşan yeni Avrupa düzeni içinde yer alabilmek isteyen Osmanlı idarecileri yeni uluslararası konjunktür ile iç siyasi kültür arasında bir denge oluşturabilmek
amacıyla Osmanlıcılık akımının yönlendirdiği reform hareketlerine giriştiler. Osmanlıcılık içerde yeni bir kimlik ve vatandaşlık tanımı ile bölünmeyi engellemeye çalışırken, dışarda da yükselen değerlerle uyumlu bir politika geliştirmeye gayret etti.
Özal
bir taraftan
içerde II. Cumhuriyet söylemi ile Soğuk Savaş sonrası dönemin artırdığı mikromilliyetçi atmosferin etkisini dengelemeye çalışırken, diğer taraftan da yeni Avrupa sistemine entegrasyonu ve yükselen Amerikan gücüne uyumu esas alan bir tavır geliştirmeye çalıştı. Osmanlı Devleti'nin iç bütünlüğünü güçlü batı ülkeleri ile geliştirilen dostluklarla korumaya çalışan Tanzimat
paşalarına benzer bir
tavır geliştiren Özal, iç ve dış konjunktür arasında sürekli bir uyum bulmaya çalıştı.
Özal'ın bu tavrı ve söylemi, yerleşik kalıplan aşmaya çalışan aydınlar ve siyasi akımlar üzerinde de etkili oldu. Bu yüzdendir ki, biribirleriyle çelişik bir çok siyasi parti son seçimlerde Özal mirasına sahip çıkma yansı içine girdi.


Yeni-sömürgecilik ve İslamcılık


19. yüzyılın
ikinci yansında İngiltere ve Fransa öncülüğünde tırmanış gösteren ve uluslararası ilişkilere damgasını vuran
ikinci sömürgeci dalga doğu toplumları ve İslam dünyası üzerinde bir şok etkisi yapmıştı
. Bu durum,
Tanzimat
döneminde sürdürdüğü
batı ile uyumlu politikalar
geliştinne tavnna rağmen, kendini sahip olduğu kimlik ve kurumlar açısından Doğu'nun Batı karşısındaki son direnç noktası olarak gören Osmanlı idarecilerini ve aydınlanın da derinden etkiledi.


Bir taraftan dışarda
İngiltere'nin Hindistan, Fransa'nın Cezayir ve Rusya'nın Kuzey Kafkasya ve Orta Asya'da
sürdürdüğü sömürgeci yayılma, diğer taraftan içerde dış ülkelerce desteklenen gayrimüslim azınlıkların ayaklanmalan Osmanlı idarecileri ve aydınlannı yeni arayışlara yöneltti. 93 savaşının yıkımını yaşayan
Sultan Abdülhamid çift yönlü bir politika geliştirdi: iç bütünlüğü garanti altına almak için devlete sadık müslüman unsurların kimlik duygularının pekiştirilmesi
ve İslam dünyasında sürdürdüğü sömürgeci politikalarla Osmanlı Devleti için bir denge unsuru olmaktan çıkıp bir tehdit haline dönüşen İngiltere karşısında Avrupa-içi dengelere ayarlı bir reel diplomasinin devreye sokulması. Abdülhamid'in
İslamcılık politikası
bu arayışın dayandığı
temel eksen
oldu. Japonya'ya İcadar uzanan kuşak içinde Osmanlı'nın doğuya açılmasına zemin hazırlayan ve İngiliz sömürge sistemi ile rekabeti
uluslararası hatlara taşıyarak Osmanlı üzerindeki baskıların azaltılmasını sağlayan İslamcılık politikası, aynı zamanda bu sömürgecilik dalgası içinde yer almayan Almanya desteği ile reel-diplomatik bir denge oluşturmaya yöneldi.
Bu yeni arayışın iç siyasi kültür üzerindeki etkisi de, bu politikaya uyumlu bir şekilde, devletin müslüman unsurlara dayalı desteğinin artınlması şeklinde tecelli etti. Böylece
devlet içindeki müslüman unsurlar özellikle bu dönemde hızlı bir yükseliş gösteren okullaşma ile sosyo-kültürel ve sosyo-politik alanda daha etkin bir hale getirilmeye çalışıldı.
Böylece uluslararası güçlerin tahriki neticesinde devletten yabancılaşan gayrimüslim unsurlar karşısında güçlendirilmeye çalışılan müslüman unsurları esas alan
yeni bir stratejik kimlik ve zihniyet oluşturulmaya çalışıldı.
Soğuk Savaş sonrası dönemde Körfez Savaşı ve Bosna dramı ile uluslararası sistemden dışlanan ve gerek Tarih'in Sonu gerekse Medeniyetler Çatışması tezlerinde yeni bir tehdit olarak takdim edilen İslam dünyası doksanlı yılların ilk yarısında 19. yüzyılın ikinci yarısına benzer bir psikoloji ile karşı karşıya kaldı. Yeni sömürgeci bir dalga ile tekrar hesaplaşmak zorunda kaldığını hisseden İslam dünyası ve doğu toplumları özellikle Bosna'da sergilenen çifte standart ile tanı bir şok yaşadı. Bu dönemde kısa bir süre içinde ortak bir kader ve kimlik bilinci ortaya çıktı. 19. yüzyılda anti-sömürgeci mücadele ile bayraklaşan
Şeyh Şamil
efsanesinin yerini
Dudayev
ve
Alija
efsaneleri aldı. Doğu'yu dışlayan batı karşısında
onurlu bir direnç kimliği
oluşmaya başladı. Bu gelişmelerin merkezinde bulunan ve özellikle Balkanlar ve Kafkaslarda yükselen tarihi bilinç ile doğrudan temasa geçen
Türkiye'de İslami kimliğin ve söylemin 1993-1996 yılları arasında siyasi platformda hızlı bir yükselişe geçmesi tarihi süreklilik bilincinin kitlesel düzeye yansıması ile ivme kazandı.
Gorajde'deki Sup katliamı üzerine bir gece içinde sokağa dökülen halk ortak bir kimlik ve kader bilinci ile harekete geçmişti.
İslami kimliğini yükselişi aynı zamanda Soğuk Savaş sonrası dönemde ivme kazanan ve dış kaynaklarca da desteklenen etnik milliyetçilik hareketlerine karşı ortak din bağı ile milli bütünlük arasında bir bağ kurulmasını da sağlamıştı.
Refahyol hükümetinin Asya ve Afrika'ya açılım politikalan ile PKK terörü ve Kürt meselesine bakışı bu çerçevede özel bir anlam kazanmaktaydı.
Batı ile doğrudan çatışmadan batı-dışı alanlara açılmak
ve batı ülkelerinin stratejik çıkar hesaplan ile körüklemeye çalıştığı düşünülen etnik ayrımlara karşı dini bağlan koruyucu bir kalkan olarak görmek 19. yüzyılın sonlarındaki İslamcılık politikalarını sürdüren bir tutumu yansıtmaktadır. Yarın: 28 Şubat süreci ve milliyetçiliğin yükselişi İslam dünyası ve doğu toplumları, Körfez savaşımda olduğu gibi Bosna'da da sergilenen çifte standartla tam bir şok yaşadı.

#Seçimler
#Özal
#Yeni-sömürgecilik ve İslamcılık
#Yeni-Osmanlıcılık
25 yıl önce
Seçimlere yansıyan akımlar
Hüda-Par kime nasıl bir rahatsızlık veriyor?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir