|
Fraktan vâveylâya

Halk arasında ve siyasî bilinçte, "Boğulursan İngiliz sicimiyle boğul" cinsinde bir söz var. Son yüzyıl siyasî tecrübesinin ürettiği bu anlamlı cümlede; Sakın ha, ucuza gitme!.. Oynarsan büyüğe oyna gibi mânâ gizli. Ya da tam aksine, aynen Özal''ın yaptığı gibi, uluslararası her krizli durum karşısında İngilizler''den (şimdi ABD) bir yana politika izle. Bu tercihinden dolayı bir zarara uğrarsan onu da sineye çek. Kaldı ki bu zarar, öbürlerine göre gene de ehven sayılır.

Abdülhamid''in bağımsızlıkçı politikasına karşı geliştirilen en kuvvetli argüman bu olduğu gibi; Birinci Büyük Savaş sonrasında, İttihatçılar''a "nanik" çıkartan takımların kullandığı koz da gene bu cümlede gizli idi.

Çıktığı dönemlerde, belki bir real-politiğe tekabül eden bu görüş, gide gide bir ikinci sınıf kişiliğe, metbû yani sömürge ülkesi ve toplumu bilincine dönüşmekte gecikmedi. İşte Galatasaray''ın son başarısı, tahrip edilmiş bilinçaltının tedavisi gibi tesirler üretiyor; sağı ve soluyla, iktidarı ve muhalefetiyle bütün toplum bundan büyük bir haz duyuyor.

Frak, Livaneli v.s.

Geçen gün, değerli sanatçı Zülfü Livaneli''nin bir yazısında okumuştum.

Meğer Batılı ülkelerde "frak"; aristokrat sınıfların ve yönetici elitin bir alâmeti fârikası değil de, bu sınıflara hizmet eden aşağı tabakaların giymekle yükümlü bulundukları bir kıyafetmiş. Ortaçağ''da müzik yapan sınıflar da hizmetli sayıldıkları için frak giymezler miymiş? Koro şeflerinin frak giymesi de, o eski geleneğin devamından başka birşey değilmiş.

Bu bakımdan işin sırrına henüz daha yeni yeni varıyoruz sanırım. Frak bir bizde kullanılıyor, bir de eski sömürge ülkelerinde. Yani frakı giyenler, hizmetli konumuna kendi elleriyle bürünüyor ve bu kıyafetle kendi toplumları nezdinde bir statü kazanıyorlarmış. Batı''daki ve sömürge toplumlarındaki tarihî sürecin, sanırım hiç de farkında olmayan yeni cumhurbaşkanının frak jesti, işte görüyoruz, kendiliğinden nasıl bir anlama bürünüyor.

Yaralanmış hasta bilinç

Bütün bunlar, kuşkusuz güzel mi güzel şeyler.

Ama hasta bilinç, Yunus''un şiirlerini haram-helâl tasnifine tâbi tuttuğu gibi, önüne çıkan herkesi ve her durumu, damgalamak histerisinden bir türlü kendisini kurtaramıyor. Elinde bir fırça ve kırmızı boya tenekesi, durmaksızın damga basıyor. Onun şu kusuru, bunun şu tür cemaziyel evvel fihristesi!.. Karayı çoğaltmak, her nefse ya işlediği bir günahı, ya da siyasal bir tercihi şantaj olarak giydirmek!.. Bu yaklaşım tarzının dibinde, kuşkusuz toplumsal bir şok üretmek ihtiyacı yatıyor. Uyarmak, ikaz etmek, muhalif bilinen sınıfların kolunu kanadını kırmak!..

Bütün bunlar ne kadar faydalı olursa olsun, tavır ve tutumlarımızı bu mânâda teke indirmek, ister istemez bir saplantıya dönüşüyor; bizi hizmet üretmekten, güzel şeyler de bulunduğu gerçeğinden büsbütün uzaklaştırıyor. Çoğu zaman da, başkalarının duyduğu bir ihtiyaçtan kaynaklanan cepheleşme stratejilerinin sonu gelmez girdaplarına sürüklüyor. Asıl tehlike, ikinci sınıf kişilikler böyle oluşuyor.

Beni bu satırları yazmaya ve böyle düşünmeye sevkeden husus, kuşkusuz Galatasaray''ın ortaya koyduğu başarı oluyor. Dünkü yazımda Rüstem''e (şoför) söylediğim, fakat yazıya aktarmadığım bazı noktalar vardı. Nedense yazmak istememiştim. Madem ki yeri geldi nakledeyim:

-Rüstem dedim, bu nasıl düşünce? Sırf Galatasaray değil; hangi tür başarı olursa olsun, bir toplum onu alkışlar, takdir eder, tasvip eder ve ona katılır. O hazdan pay almak ister. Yani fıtrî bir iştirakle karşı karşıyayız burada.

İşte görmüyor musun? Bu halk İstanbul ve Ankara, Kayseri, Konya, Antep (CHP) belediyelerinin başarısı karşısında nankörlük gösterdi mi? Kıbrıs (1973) konusunda Ecevit''in başarısını unuttu mu? Bunları yadırgama!.. Hz. Peygamber ne diyor? Benim ümmetim yanlışta ittifak etmez demiyor mu?

Hizmet üret ve başar!.. O kadar

Öyleyse bahane üretmemek, sızlanmayı bir alışkanlığa ve bahaneye dönüştürmemek gerekiyor. Şimdi herkesin sığındığı bir limana dönüştü bu sızlanma serenatları!.. Fatih Terim ve Galatasaray gibi çalışırsa; hangi belediye, hangi dernek ve gönüllü kuruluş, hangi ticarethane ve holding veya siyasî parti, gazete başarıya ulaşmaz Allahaşkına? İster bir genel müdürlük, ister siyasî parti ne farkeder?

Şeytan taşlamak kabul!.. Ama senin başarın ne, neyi iyi yapıyorsun? Bırak bahaneyi ve önündeki işi başar!..

Fethullah Hoca''yı hatırlayın: Bunca dersane, okul, yurtdışındaki mektepler!.. Kazanılmış bilimsel ödüller, olimpiyatlar!.. O cemaati şifahî tebliği değil, başarılmış bir hizmetin tebliği, devâsâ hale getirmedi mi? Yimpaş''ı bu hale getiren, Kombassan''ı yücelten başarı değil mi?

Başarısız sınıfların ürettiği bir vâveylâdır gidiyor şimdi. Onun için hizmet aşkı, bitmek bilmez bir meşâle gibi yanıp durmalıdır gönüllerde. Ne Allah''ın imkânı tükenir, ne de insana ve topluma yönelik hizmet alanı!.. Ürettiğin bir mal varsa, müşterisi hazır, görmüyor musun?

Bu toplum hizmete ve başarıya susamış, bahaneye değil.

24 yıl önce
Fraktan vâveylâya
Kudüs düşmesin diye 25 bin şehit verdik..
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…