|
Şehir dogmaları (yatay yapılaşma) sorgulanıyor (1)

Harvard’lı profesör Edward Glaeser şehir ekonomilerine farklı bir bakış getiren şehrin zaferi kitabında şehirleri; “kültürümüzü, medeniyetimizi ve ekonomimizi muazzam bir şekilde teşvik eden, besleyen ve tanımlayan bir insan buluşu” olarak tanımlıyor.

Kitapta
yerleşik şehircilik algılarını (dogma) tartışmaya açtı
, verdiği ölçülebilir örneklerle ve geçmişe dayalı hikayelerle bu algıları çürüttü.

Glaeser kitabında 20’nin üzerinde metropol şehrin gelişme dinamiklerini ve bugünkü konumunu, bizzat yerinde gözlemleyerek inceledi, hikayelerini yazdı ve sonuçlar üretti.

Dünya nüfusunun yarısı artık şehirlerde yaşıyor (gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 70’lerin üzerinde) ve bu oran hızla artıyor. Gittikçe büyük şehirlerde yaşamın yoğunlaştığı bir dünyada şehirleri
iyi yönetebilmek için önce anlamak
gerekiyor.

Yeni teknolojiler yerinde ve bilinçli kullanıldığında; şehir yerleşiklerini “daha zengin, daha akıllı, daha yeşil, daha sağlıklı ve daha mutlu yapma potansiyeline sahip olacağı” fikri kitabın ana temasını oluşturuyor.

**

Kitaptaki en çarpıcı, tartışılır ve yerleşik anlayışı reddeden görüşlerden bazıları şöyle sıralanabilir.

Birincisi
; kalabalık şehirlerde insanların etkileşime girmesi bilgi ve fikir alışverişini kolaylaştırır ve şehrin gelişmesine katkı yapar. Bu sayede işverenler iyi çalışan bulabileceği gibi, çalışanların da anlamlı işler bulması sağlanır. Yani,
şehirlerin kalabalık olması iyi bir şey
.
İkincisi
şehirlerin banliyölere doğru genişlemesi; şehir merkezlerindeki insan sinerjisinden kaynaklı gelişmeyi engellediği gibi, daha çevreci diye düşünülenin aksine çevreye daha büyük zarar verir. Büyükşehirlerde
dikey yapılaşmanın,
yani şehirde yaşamak isteyen insanlara uygun fiyatlı konut sağlanmasının (dikey yapılaşma ile konut arzı artırılıp fiyatlar makul seviyelere düşürülerek) daha doğru olacağı savunulmaktadır.
Üçüncüsü
,
banliyölere yerleşmeyi
hükümetlerin altyapı hazırlayarak teşvik ettiğini (parasız otoyollar v.s.),bunun yanlış olduğunu, insanların toplu taşıma yerine daha çok özel araçlar kullanarak, daha geniş evlerde oturarak iş ile ev arasındaki mesafelerin arttığını belirtmiştir. Hem araçların karbon salınımı hem de evlerin ısınması için daha fazla yakıt kullanıldığını (banliyölerde şehir merkezindeki evlerden % 40 daha fazla yakıt kullanıldığı ölçülmüştür) ve dolayısı ile de
çevreye verilen zararın merkezde yaşamaya göre daha yüksek olduğunu
söylemektedir. Zaten Banliyölerde yeşil alanlar yerleşime açılarak işgal edilmektedir. Bir de küresel ısınmaya neden olan karbon salınımı ciddi bir çevre tahribatı anlamına gelmektedir.
Dördüncüsü
ise
gettolarda yaşayan fakir insanların
durumudur. Görüntüde şehrin gettolarında (gecekondularında) yaşayan insanların fakir ve sefalet içinde oldukları imajı vardır. Bunları
şehirler fakirleştirmemiş
, aksine yaşadığı yerlerden bir umut, bir fırsat, bir sıçrama için şehirlere gelmişlerdir. Kırsaldan göç edip şehrin kenar mahallenin yerleşenlerin yaşam şartları çok kötü olsa bile, geldikleri yerlerden daha iyidir ve şehirler o insanlara imkânları geliştirme fırsatları vermektedir. Ancak,
yoksullar bir ilerleme fırsatı bulamazsa ve ekonomi içinde yükselemezlerse o zaman şehir ‘başarısız’ olur.

**

Kitapta, şehirlerin gelişme hikâyelerine yaygınca yer verilmiş. Örneğin, Newyork’un, Boston’un, Londra’nın, Paris’in ve birçok Avrupa ülkesinin imalat sanayii eşliğinde hızlı geliştikleri, fakat sonradan Asya Ülkelerinin yoğun rekabeti nedeniyle güç kaybettikleri, farklı bir çıkış yolu bulanların ise düşüşten sonra tekrar yükselişe geçtikleri anlatılmaktadır.

Şöyle ki; Newyork sanayide uğradığı kan kaybını finans sektöründe büyük çıkış yakalayarak telafi etmiş ve diğer alanlarda yeni yatırımlarla birçok üst düzey refah göstergesine, bir şehirde aranılan herşeyin bulunabileceği konfora sahip şehir olmuştur.

Yine, Boston Harvard Üniversitesi’nin de katkısıyla eğitimin nitelikli girişimci yetiştirme vizyonundan en aktif şekilde yararlanmış ve sürekli yeni işletmeler kuran, yeni ürünler geliştiren, istihdam imkanlarının üst düzeyde olduğu bir şehir pozisyonuna gelmiştir.

**

Başarısız şehirlerin
en
temel özelliği ise
,
yeni fikir üretmeye odaklanan zeki ve girişimci insanları
çekme ve barındırma
konusundaki temel işlevini
kaybetmeleridir.
İyi yönetilemeyen
Detroit şehri örneği
de verilmiş. Sadece
otomobil üretimine
endeksli bir sanayileşme ile şehir bir dönem hızlı gelişmiş,
dış rekabet
karşısında ise gerilemiştir. Yerleşikler başka sektörlere angaje olamadığından şehirden
göç
kaçınılmaz olmuş, 1958 ile 2008 arasında
nüfusunun %58’ini kaybetmiştir
. Şehirde
istihdam olanağı
bulunamadığından
şehir terk
edilmek zorunda kalınmıştır.

(Devam edecek)

#Edward Glaeser
#Newyork
#İstihdam
4 yıl önce
Şehir dogmaları (yatay yapılaşma) sorgulanıyor (1)
Kara dinlilerle milletin savaşı
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!