|
Çöken ve yükselen İslam/cılık

Özellikle Türkiye merkezli olmak üzere genelde İslam dünyası bağlamında siyasal ve sosyal hayatın aldığı yeni şekillere bakarak politik çevrelerde ve bu çevrelerle yakın olan medya ortamlarında İslamcılığın çöktüğü tezi sık sık işleniyor. Tarifi yapılmamış bir İslamcılıktan yola çıkarak kimi tutarsız ve konjöktürel gelişmeler öne sürülerek Müslüman toplumlardaki derin oluşumlar görmezlikten gelinmeye, hiçliğe mahkum edilerek derin dalganın önü kesilmeye çalışıldığı açıkça görülüyor.

Başta Türkiye olmak üzere kimi bölgelerde "İslamcılık" denilen akımın mevzi kaybettiği doğrudur. Siyasal ve sosyal anlamda kimi kazanımlarını kaybettiği, en azından siyasal planda gerilemeye gittiğinden hareketle İslamcılığın öldüğü tezi sürekli işlenmektedir. Bu tezlere bakılacak olursa İslamcılık artık global bir kriz yaşamaktadır, toplumsal tabanlarını kaybetmiştir, siyasal etkinlikleri yok denecek düzeye inmiştir. Bu yargıdan hareketle İslami taleplerin geçersizliğinin ortaya çıktığı gibi sonuca ulaşılmaktadır.

Dünya genelinde, ayrıntılarla örneklendirilerek oluşturulmaya çalışılan İslamcılığın öldüğü tezini savunanların ilk baştan yapmaktan kaçındıkları bir husus dikkat çekici: öldüğü söylenen İslamcılığın tanımı nedir? Endonezya''da devrilen laik diktatörlükle İslamcılığın gerilemesi veya da Suud rejimini kutsal toprakları korumak için Amerika''dan yardım istemiş olmasının (İslamcılığın Çöküşü, G. Kepel''den aktaran R. Çakır, Milliyet) ne türden bir İslamcılık tanımına girdiği sorusu hiç gündeme getirilmemektedir. Oysa bizzat İslamcılığın değişimin ve Ortadoğu''da despotizme karşı duruşun adı olduğunu herkes bilir. Evet, konjonktürel olarak yükselen kimi sosyal ve siyasal oluşumlar özellikle Batı da ve bu konuyu çalışan medyatik araştırmacılar tarafından İslamcılık kategorisine sokularak takdim edildiği bir gerçek. Eğer bir toplumsal oluşum konjonktürel olarak yükselmişse konjonktürel şartların değişmesiyle birlikte konumunu kaybetmesi de o derece doğal.

Ancak, Batı tipi modernleşme projelerinin ve modernitenin, özellikle globalizmle birlikte artarak ivme kazanması ve dünya ölçeğinde tek kültürlü bir topluma evrilmeye yönelttiği bir dönemde Müslümanlar entellektüel anlamda ve kitlesel düzeyde bir duyarlılığı koruyan, otantik olarak kendi kimliği ile kalabilmeyi başaran tek toplum olma özelliğini sergilemektedir. Batılılar''ı ürküten de bizzat Müslümanlığın kendinden kaynaklanan her türlü farklı kimlik ve hayat modelini hiçleyen kültüre karşı direnebilme özelliğidir. Oysa Graham Fuller''in son yazısında belirttiği gibi (Cogito, Bahar 2000), siyasal anlamda bile İslamcılar''ın temel hedefi "Batı karşıtı olmak değil kendi toplumlarını yeniden oluşturmaktır." Bu anlamda özellikle Türkiye''deki Müslüman entellektüellerin Batı karşısında komplekse dayanan bir ilişki içinde olmaları söz konusu değildir. Ama Batı karşısında, Batı''nın kendi dışında tüm farklılıkları yok saydığı, globalizmin yerli (antropolojik anlamı çağrıştırması bakımından yerel olandan bahsetmiyorum) hayat tasavvurlarını tahrip etmesi karşısında Müslüman duyarlılıklarını öne çıkaran bir refleks geliştirmesi beklenir.

Özellikle 1980 İran devriminden sonra İslam coğrafyasında birbirinden kültürel olarak, gelenek olarak çok farklı oluşumları bir araya getiren Batılı bakış açısının yükseldiğini söylediği, "İslami terör"ün sıcaklığını Alaska da bile hissettiren yanılsama bize İslamcılığın öldüğünü, yani globalizm karşısında farklı bir ses olma şansını elinde tutan İslam/cılığın yenildiğini söylemeye çalışıyor. Oysa konjonktürel olarak siyasal ve toplumsal planda yükselen bir çok oluşumu zaten Ortadoğu''da modernleşmenin ve son olarak da globalleşmenin tahribatına karşı müslüman toplumları koruyan "gelenek"ten hayli kopuk oluşumlardı. Entellektüel anlamda da siyasal ve toplumsal gelenek anlamında da Müslüman direncini besleyen kaynaktan çok uzağa düşen çabalardır. Oysa İslam toplumlarının bizzat müslümanlıklarından kaynaklanan çözülmeye karşı dirençleri: kendi modernitelerinin yeniden üretilmesi de dahil olmak üzere (doğu ve) batı karşısında kompleksiz duruşu ve özgüveni temsil etmektedir.

Konjonktürel yükselişlerin konjonktürel çöküşü tezi Türkiye toplumunun temel dinamizminin üstüne şal örtmeye, yok saymaya yetmiyor. Hele hele konjonktürün elverdiği ortamlarda İslamcılık yapıp şimdilerde ise Müslümanlar''a "İslamcılık öldü" telkinini yapanların pek sevdikleri ekranda bir karelik günah çıkarma seanslarına sığdırılamayacak kadar derinlerde yatmaktadır İslami duyarlılık ve entellektüel zenginlik.

Türkiye''nin bizzat varlığı Müslümanlık''la doğrudan ilintilidir ve hangi dünya görüşünden olursa olsun herkes bir şekilde kendini ilişkilendirmek durumundadır. Konjonktürel İslamcılık üzerinden bu toplumun hayat veren damarlarının kesilmek istenmesini (Müslümanlık bağlantısını) globalizmin patronları nezdinde anlamak mümkün ama yerli oryantalistlerin çabasını anlamlandırmak o kadar kolay değil.

24 yıl önce
Çöken ve yükselen İslam/cılık
Daum'un kumarı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir