|
Türkiye"de "güç" sahibi kimdir?

Hayal kırıklığı ve kızgınlık siyasal kitleler için birbirini besleyen iki önemli unsur. Başarısızlıkla sonuçlanan her dönem sonunda mutlaka bir suçlu aranacaktır. Aynı yöntemlerle olumlu ya da beklenilen sonuçların alınması, alkışlanacak tavırların siyasi sorumluları için bir sorgulama döneminin açılması anlamına gelir. Kitle psikolojisi açısından bunun istisnası yok gibidir.

28 Şubat süreciyle birlikte yaşananlara bakıp hayal kırıklığı yaşayan kitlenin önemli bir kısmı kızgınlığını da gizlemiyor. Muhatap belli: Refah Partisi ve lideri Erbakan. Refah-Yol hükümetinin Başbakanı olarak seçimlerde Refah''a oy veren ya da vermeyen ama 28 Şubat süreciyle birlikte kendini mağdur hisseden, inançlarına yönelik baskılar karşısında kendini aşağılanmış hisseden kitleler arasında, yaşananlardan biraz da Refah Partisi''ni sorumlu tutan kesim var.

Bu süreçte yaşananlardan dolayı bu partiyi ve liderini sorumlu tutarken temelde uğranılan haksızlıkların engellenememesi gibi bir gerekçe olsa da bu engellemenin nasılı konusunda birbiriyle çelişen yöntemler öneriliyor. Mağdur olan kitlenin büyük kısmı zamanın iktidarını gereken siyasal adımları atmadığı, yetkisini yeterince kullanmadığı için pasiflikle suçlayarak bir tür kendisinden beklenenleri yapamamış olmakla itham ediyor. Diğer taraftan kızgın kitlenin bir kısmı da olaya daha başka açıdan yaklaşarak, özetle, tahrik edici tavırların belayı davet ettiğini düşünüyor.

"Muhtıra gibi"

Genelkurmay Başkanı''nın gündemi bir anda tersine çevirecek beyanatı iki yıl önceki filmi tekrar hatırlattı. Her ne kadar haberi manşetten veren gazete Sayın Kıvrkıoğlu''nun uyarılarını "muhtıra gibi" ifadesini kullanarak anlamlı bir göndermeyle vermiş olsa da metnin tümünü okuyunca, daha soğukkanlı ve TSK''nin zaten duyarlı olduğu bilinen konularda hiç kimseyi tahrik etmeden formel bir dille yapılmış olması dikkat çekicidir. Belki de Kıvrıkoğulu''nun açıklamaları, yaşanan son siyasi gelişmelere son noktayı koyacak ve kimi tartışmaları bitirecektir.

Genelkurmay Başkanı''nın açıklamalarının muhatabı her ne kadar doğrudan hiç kimse olmasa da, seçimlerin ertelenmesi, 312. madde gibi siyasi gündemin objesi durumunda olan bu sefer Fazilet Partisi ve dolaylı da olsa yasaklı Erbakan ve Tayyip Erdoğan''dır.

Türk siyasetini şekillendiren resmi yapılanmaya bakınca Meclis herşeyin üstündedir, TSK''nın görev ve sorumlulukları yasalarla belirlenmiştir. Ancak devletin başka yapılanmalarında yeri, garip biçimde, örneğin MGK''da komutanlar Başbakan ve hükümet temsilcileri ile eşit konumdadır.

Kurumsal gelenek

Gerek Genelkurmay Başkanı''nın son açıklaması gerekse 28 Şubat''ın siyasi ve kurumsal aktörleri bakımından örtüşme vesilesiyle Türkiye''deki siyasi güç dağılımının gerçekte nasıl oluştuğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Unutulmaması gereken bir husus şu ki, Türkiye, kurumların sistemden daha eski olduğu bir devlettir ve bu yönüyle dünyada eşine az raslanır bir örnektir. Osmanılı''dan bu yana ordu en belirleyici güç olmuştur ve devlet geleneğinin en dominant unsuru olarak her zaman belirleyici olmuştur. Bu bağlamda Osmanlı''dan itibaren ve Osmanlı coğrafyasında kurulu bulunan Türkiye Cumhuriyeti''nde de tüm modernleşme projeleri ordunun öncülüğünde yapılmıştır. Bu anlamda ordu zaten devletin temel yapılanması içinde kendinin ayrıcalıklı yerinin bilincinde idi ve bu ayrıcalığını veya başka bir ifadeyle gücünü kimseyle paylaşma niyetinde de değildir.

Devletin bu kurumsal geleneği ile "dünya sistemi"nin 20. yüzyılda Türkiye''ye biçtiği konum arasında da tam bir uyum vardır. Bu uyumu devam ettirmenin de başkaca bir yöntemi ve garantisi de yoktur zaten.

28 Şubat sürecine bu "modernleşmeci geleneğin" bir türevi olarak bakıldığında, bunun öncülüğünü ordunn yapmış olması hiç de yeni değildir. 28 Şubat''ta yaşananların bir özelliği sivil iktidarla devletin yaslandığı kurumsal gelenek arasında cumhuriyet tarihinde hiç yaşanmamış biçimde bir çelişkinin ortaya çıkmış olmasıdır. Çoğunlukla sağ iktidarların söz sahibi olduğu çok partili dönem boyunca bu "kurumsal gelenek"le iktidarlar arasında kendine özgü uyumlu bir ritm sağlanmış olduğu için Silahlı Kuvvetler''in alışılmamış biçimde medya karşısına çıkmasına pek gerek kalmıyordu.

Sivil iktidarların ister istemez popülizme kayarak yürüttükleri siyaset oyunu, kurumsal geleneği rahatsız edecek boyutlara ulaştığında neler olabileceği üç ayrı deneyimde görülmüştür. Son sürecin farkı şurada ki, benzer bir müdahalenin şartları elverişli olmayınca (iç ve dış nedenlerden dolayı) yeni bir tarz geliştirilerek "postmodern darbe" teknikleri uygulanmıştır. Postmodern darbe tekniği gereği zaman zaman alışık olmadığımız muhtıra gibi mesajlarla daha çok karşılaşmamız mümkün. Türk siyaseti bunu içine sindirdiği sürece "muhtıra gibi"lerle yaşamaya alışacak demektir.

Bu bağlamda tekrar Erbakan ve RP konusuna dönecek olursak, bu eleştirilerde biraz da Türk siyasetini oluşturan temel dinamikleri yeterince tanımamanın doğurduğu beklentiler sonucu yaşanan hayal kırıklıklarını görüyorum. Merkez dışı güçler hadımlaşmaya razı olmadıkça muhtıra gibi manşetleri daha çok okuyacağız.

25 yıl önce
Türkiye"de "güç" sahibi kimdir?
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti