|
Dünden bugüne Malatya: Bu vahşet neyi simgeliyor?

Malatya''da yaşanan vahşetin perde arkası her geçen gün biraz aralanıyor. Haberciler, yorumcular günlerdir yazıyor. Hadise ve hadiseler münferit değil. Malatya''daki vahşet Rahip Santaro''yla başlayan, Dink cinayetiyle devam eden zincirin bir parçası…

Katillerin hepsi 16-19 yaş arasında…

Hemen hepsi cinayetleri milliyetçi ya da dini duygularla tasarlayıp işledikleri havasındalar. Katillerin kahramanlığa soyundukları ima ediliyor…

Maktüllerin ise hepsi Hıristiyan…

Dördü misyonerlik iddiasına kurban gitti, biri ise konuştuğu ve etkili olduğu için “katledilebilir Ermeni muamelesi”ne uğradı…

Yaşanan vahşetin toplumsal olduğu açık…

Değil mi ki ortada, azmettirici olarak toplumsal çoğunluk var.

Maktülleri aşağılayan, tehlikeli ilan eden, düşman ve hedef gösteren bir toplum, faal bir zihniyet var. Hristiyanlık, Ermeni sorunu, ama özellikle misyonerlik söz konusu olunca, bu zihniyet, bildik milliyetçileri, yeni ulusalcıları, solcuları, sağcıları, hemen herkesi kapsıyor.

“Kırılgan milli kimlik”, “kendisine yönelik güvensizlik”, “öteki korkusu ve ötekileşme endişesi” toplumsal ve kültürel değerleri kuşatınca, bu çerçevede “savunma ve yayılma” ana siyasi hedef olunca, “iç düşman, iç savaş, şiddet” üçlüsü her an patlamaya ve patlatılmaya hazır bir bomba olarak sokaklarda dolaşır hale geliyor…

“Din elden gidiyor, millet elden gidiyor, vatan elden gidiyor, cumhuriyet elden gidiyor, rejim elden gidiyor” feveranları, Rakel Dink''in deyişiyle “bebekleri katil haline çeviriyor”, şiddeti besliyor…

Son iki yıldır insanlar boşuna haykırmıyor, “Türkiye''nin en ciddi sorunu milliyetçilik bağırışları arasında şiddetin değer haline getirilmesi, sıradanlaşması, meşrulaşması”dır diye…

Şiddet vahşete kapı açıyor…

Vahşeti üreten şiddetin sıradanlaşması, meşrulaşması, değer haline gelmesidir…

Vahşet ve işkence, üstelik bir inanç, bir değer, bir aidiyet adına yapılan vahşet ve işkence insanlığın son kırıntısının da yok olduğu noktadır…

Malatya bize bunu resmetti…

Bir insanın ellerinin ve ayaklarının bağlanıp, “parmaklarının, kalçasının, testislerinin, anüsünün, belinin ve sırtının onlarca bıçak darbesi ile doğranması” katil, ağır bir ruh hastalığıyla malûl değilse, nasıl mümkün olabilir?

Bu vahşeti beş kişi aynı anda nasıl yapabilir, bu yaptıklarına nasıl kahramanlık adı verebilir? Elleri bağlı bir insanın sırtını diziyle basıp, nasıl boğazını kesebilir?”

Siyasi kompo, kullanılan gençler, dış mihraklar, vs gibi sözlerle, vahşet ile sosyoloji arasında bağ olmadığını söyleyerek rahatlatıyor kimileri kendilerini…

Ama asıl şu soru şudur: Neyi simgeliyor bu vahşet?

Evet, bu soruyu sormak, muhtemel yanıtları düşünmek bile ürkütücüdür…

Zira bu yanıtlar sadece siyasi değildir, sadece ahlaki de değildir, aynı zamanda zihniyete ilişkindir…

Ama soru sorulmalıdır.

1970''li yılların ikinci yarısında onlarca insanı ideoloji, değer, yiğitlik şiarları yok etmedi mi? Kahramanmaraş''ta komşu komşuyu öldürüp, hamile kadınların karnını deşmedi mi?

1980 böyle onlarca çocuk ve genç katilin seri işkencelerine ve vahşetlerine tanık olmadı mı?

Unutmayın vahşet korkunun, güvensizliğin de göstergesidir.

17 yıl önce
Dünden bugüne Malatya: Bu vahşet neyi simgeliyor?
Bu gidiş...
Mükemmel bir İslâm tarihi
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!