|
Sandıktan ne çıkar

Son yıllarda Türkiye neredeyse her seçime “olağanüstü konjonktürel koşullar”la girdi. 1995 Genel Seçimleri RP''nin yerel seçimlerde gösterdiği başarıdan sonra sert bir toplumsal kutuplaşma ve gerginlik ortamında yapıldı. Bu ortam, merkezden kopan İslami kesim oylarıyla, “istenmeyen partinin engellenmesine yönelik oy davranışları”yla seçim sonuçlarını etkiledi.

28 Şubat müdahalesi ve siyasi yozlaşma dalgasının etkilediği 1999 Genel Seçimleri, seçmenin siyasi partilerin hemen tümünü cezalandırdığı, merkez partileri tasfiye ettiği, dürüst imajlı ve çatışmadan uzak duran Ecevit''i beklenmedik şekilde iktidara taşıyan seçimler oldu.

2002 Seçimleri ise AK Parti ve Tayyip Erdoğan rüzgarı ile sistemin merkezi arasındaki iddianın seçimleriydi. Tepki oyları yine devreydi ve seçimler yasaklı Erdoğan''ı Başbakanlığa taşıdı.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin yaratacağı fırtınayı bilmemize rağmen bundan bir ay öncesine kadar ülke olarak daha çok istikrardan söz ediyorduk.

Uzun bir süre sonra belki de ilk kez Türkiye''de genel seçimlere olağan koşullarda girecektik…

Ama olmadı…

Askeri bir müdahale dengeleri bir kez altüst etti. Sistemin tüm kurum ve aktörleriyle “kimyası”nı bir kez bozdu.

Anayasa Mahkemesi, “anlamsız 367 talebini” en az 7''ye karşı 4 oyla reddetmeye hazırlanırken, gecenin bir saatinde internetten düşen askeri bir muhtırayla, aksi bir yönde bir karar verdi.

Askeri bildirinin etkisini artıran çekimser tavırlarıyla, AK Parti''nin sistem tarafından yok edileceğini uman beklentileriyle DYP ve ANAP''ın iç dirlikleri sarsıldı.

Devlet gölgesi altında örgütlenen Tandoğan, Çağlayan, Manisa mitingleri, mitinglerde bir toplumsal kesimin AK Parti''ye güvensizliğin altını kuvvetle çizmesiyle sokak siyasallaştı… Bu mitinglerin askeri muhtırayla üst üste oturması devletin topluma uzanan bir gerginliğin sinyallerini verdi.

Siyasi iktidar askeri girişime karşı hamleler yapmaya, krizi aşabilmek için “hemen seçim şiarı”yla gerginlikten bir referandum seçim üretme politikasına yaklaşmaya başladı.

Askerin attığı ilk adımdan sonra durmayacağı, AK Parti''ye kapatma davası açmak başta olmak üzere, “korku ve endişe, tehdit ve tehlike siyaseti”ne hız vereceği, seçimler sonrası Çankaya''yı kontrol altında tutmak ve AK Parti''yi bir koalisyon karşısında muhalefete düşürmek için çaba harcayacağı söylenti ve beklentisi Ankara''yı kapladı.

Şimdi şu açık:

Tüm bu faktörler ve siyasi aktörlerin içinde bulunduğu hareketlilik, Türkiye''nin sadece bir seçim sürecine değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal kartların her anlamda ve her düzeyde yeniden karılacağı “bir siyasi mühendislik” dönemine gireceğine işaret ediyor…

Nitekim daha bugünden olup bitenin bir noktasına yoğunlaşma, siyasi alan yaratma gayretleri sol ve sivil kesim dahil olmak üzere hemen herkesi kuşatmış görünüyor.

Bunun en önemli göstergesi yaşanan inanılmaz bir kafa karışıklığıdır.

Bu kafa karışıklığı da aslında böyle dönemlerin kaçınılmaz sonucu, hatta aracıdır.

Bu karışıklığın seçimlere yansıması kaçınılmazdır…

Elbet seçimleri etkileyecek tek faktör içinde bulunduğumuz bu sıcak konjonktür değil.

Türkiye''nin 2002 yılından bu yana yaşadığı hızlı değişim, AB''nin harekete geçirdiği liberalleşme ve demokratikleşme dalga ve politikaları, bunlara karşı ortaya çıkan dirençler, örneğin ulusalcı dalga, öte yanda Kürt sorunu, Kürt politikasının şu ana kadar izlediği güzergah, en nihayet bağımsız adaylarla Meclis''e girme kararı, yoksulluk halleri…

Tüm bunlar şu andaki konjonktürle iç içe girerek politik ve sosyolojik katmanlar olarak elbette seçmen davranışlarını etkiyecektir.

Şimdi temel soru şudur:

Seçimler nasıl bir sonuç verecektir? Muhtemel sonuçlar nasıl bir Türkiye vaat etmektedir?

Yanıt, yarına…

17 yıl önce
Sandıktan ne çıkar
Ayasofya ey Ayasofya
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim