|
Toplum ve asker ilişkisi...

Askeri müdahaleler, hele 27 Nisan''da yaşadığımız türden olan zeminini yapıldıktan sonra oluşturmaya çalışan müdahaleler ani ve sert devlet krizlerine yol açarlar…

Bugün böyle bir krizle cebelleşiyoruz.

Ortada krizi devlet ve siyaset düzeyinden toplum düzeyine taşıyacak ne bir neden var ne de bir araç…

Bugün toplumsal olana dair tek veri, “genel bir güvensizlik ve genel bir endişe”dir. Güvensizlik ve endişe doğal olarak değişim dönemlerinde, geçiş toplumlarında sık karşımıza çıkan ruh halleridir. Siyasi olarak belirli bir talebe işaret etmezler, belirli bir eğilime de gönderme yapmazlar. Bir itiraz haline işaret eder, bunu yaparken sembollere dayanır, sembollerden güç alırlar.

Türkiye''nin son beş yıldır gerek Avrupa Birliği etrafındaki tartışmalarla gerek 28 Şubat günlerinden sonra gelen farklı bir AK Parti deneyimiyle hızlı değişme sürecinin ortasında olduğu aşikardır.

Bu hızlı değişim süreci sadece ekonomik olana, kişi ve grupların konumlarına ilişkin bir süreç değildir. Bu aynı zamanda aidiyetlere, sembollere, kimliğe, tarih bilincine, geleceğe bakışa ilişkin bir sarsılma, yerinden oynama, yer değiştirme sürecidir…

Ulusalcılık bunun ilk meyvasıdır…

Her ulusalcı dalgada olduğu gibi laikçi ulusalcılık da, itirazlar kadar korkuları temsil ederler…

Türkiye''yi kuşatan toplumsal hali, en azından “ulusalcı, rejimci, laikçi” ruh halini, miting dalgalarını açıklayacak anahtarları burada aramak gerek…

Ancak bu konjonktürel bir sorundur…

Türkiye''nin yapısal sorunlarından birisi “endişe ve otoriterleşme arasındaki ilişki”dir, daha doğrusu “toplumsal ve askeri olanın el ele vermesindeki çelişki”dir.

O zaman, siyasete bakarak nafile bir arayışla sosyolojik sonuç çıkarmaya çalışanların bulup, yanıtlaması gereken soru şudur:

Neden Türkiye böyle çelişkiyle kuşatılmıştır?

Sorunun yanıtı kim olursak olalım, eğilimimiz ne olursa olsun, hepimizi ilgilendirir…

Türkiye''nin temel meselelerinden biri entegre olmamış toplumsal dokuya sahip olmasıdır.

Bu topraklarda, elit, kentli, Batılılaşmış, dini ehlileştirmiş bir toplumsal merkez ile taşralı, geleneksel, dindar ve Şarklı bir toplumsal çevre arasında, bölgenin İbn-i Haldun''dan bu yana uzanan tarihî mirasına sadık bir şekilde, onlarca yıldır bir kopuş ve çatışma yaşanır.

Siyasi istikrar ve toplumsal denge uzun süre 1980''li yıllara kadar hemen her zaman bu iki öbek arasındaki mesafeyle bağlanmıştır.

Son yıllarda bu iki kesim arasındaki mesafe azalmış, merkez ve çevre sıcak temas kurmuş, bu çerçevede hem kimi karşılaşmalar hem kimi çatışmalar yaşanmaktadır.

Karşılaşmalar ılımlı laik kesimleri demokratlaşmaya, keskin dindarları sekülerleşmeye iterken, kimi kritik anlar çatışmaları öne çıkarmaktadır. Toplumsal çevre ekonomik ve politik olarak güçlendikçe, merkezi işgal eder duruma geldikçe çatışma daha da yoğunlaşmaktadır.

Bu anlamda farklıya tahammülü sınırlı toplumsal merkez askeri vesayetin hem üretecisi hem tüketicisidir. Bu merkez her geçen gün askerî vesayetin en önemli meşrulaştırıcı tabanı ya da aracı haline gelmektedir…

Yukarıdaki sorunun yanıtı da burada yatmaktadır…

Yanıt aynı zamanda Türk demokrasisinin limitlerine işaret etmektedir...

17 yıl önce
Toplum ve asker ilişkisi...
Fe’mi Bey 4, Recep İvedik 5 ve Asuman 3
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim