|
Bu kaza sağlam bir kriz iletişimi gerektirir

17 vatan evladının helikopter kazasında şehit düşmeleri karşısında sarsılmayan var mıdır acaba?.. "Açlık grevini daha artırıp abartsınlar; böylece kendileri için gereken en ağır cezayı kendileri vermiş olurlar", şeklinde "makabre" (ölümcül) his ve fikirler ileri süren ruhen tefessüh etmiş "sosyopatlar" gibi, bu 17 gencin de vefatına sevinebilen meczuplar dışında ülkenin kan ağladığı bu olayın bir de siyasi iletişim boyutu var tabii ki…

Bu bir kriz midir? Evet krizdir. 17 askerimizin cephede vuruşarak şehit olmaları kriz olmazdı; vatan savunmasında verilmiş üzücü, elim zayiat olarak algılanırdı. Ancak ortada önlenebileceği iddia edilen bir kaza vardır. Ve bu kaza bir çatışma anında verilmiş şehitlerle aynı algı düzeyinde konumlanamaz. Konumlanmaya kalkışılırsa, sorumlularına ağır zararlar verebilir…

ABD Silahlı Kuvvetleri tüm silahlı operasyonlarını ABD toprakları dışında yürütmektedir. Bu operasyon ve savaşlarda birçok ABD askeri hayatını kaybetmektedir. Bunların içinde sadece bir tanesi tarihe çok derin izlerle kazınmıştır: Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter"ın tekrar seçilememesine de neden olduğu iddia edilen Operation Eagle Claw adlı, kazalarla dolu büyük askeri fiyasko… Hani İran"daki ABD Büyükelçiliği"nde rehine olarak tutulmakta olan 53 kişiyi savaş gemisi Nimitz"den kalkarak kurtarmaya çalışan 8 helikoptere doldurulmuş Delta Force askerlerinin perişan olduğu operasyon…

Son kaza bu kadar boyutlu değil tabii ki. Ancak "kaza odaklı" olmasıyla o olaya da çok yabancı da değil. Böyle bir durumda yapılması gereken şey kriz iletişimi planı uygulamaktır. Kimin krizidir bu? Esas olarak iki makamın… Birincisi ve en önde hareket etmesi gerekeni, Milli Savunma Bakanlığı… İkincisi ise Genelkurmay Başkanlığı. Savuma Bakanlığı"nın teçhizatla (donanımla) ilgili açıklama yapması gerekir. Genelkurmay"ın ise verilen emrin tutarlılığı ve helikopterin üç kişilik mürettebatının yetkinliği üzerine konuşması…

Ne zaman? Olayın sıcaklığı bir nebze olsun geçtikten sonra. Yani en geç 1 ay içinde. Ayrıca iki makam da bu açıklamayı yapacaklarını önceden duyurmalıdırlar ki, algı tahribatını engellesinler. Genel- kurmay"dan önce özellikle Savunma Bakanlığı, olayı Başbakan"ın sorumluluğuna ve onun tarafından yönetilmesine bırakmadan ele alıp tüm belirsizlikleri ortadan kaldırmalı. Varsa sorumluluğu da, aslanlar gibi üstlenmelidir…

Öyle yapılmazsa ne olur? Yanlış olur… İstenmeyen tortular algılara yerleşir…

The Master: Bitmiş olan sinemanın izinden…

Abartılı tespitlere eğer zekâyla bezenmişlerse bayılırım… Akıldan çok ruh halini dile getirirler çünkü. Örneğin bu çerçevede Andrei Tarkovsky, Wim Wenders ve Theo Angelopoulos"la sinema bitti, diye düşünenlerden olmuşumdur hep…

Pek çok kitabı bizde de yayımlanan Amerikalı ünlü yazar Philip Roth, klasikleri tekrar okuduktan sonra yazmayı bırakma kararı almış. Hemingway, Dostoyevski ve Turgenyev"i yeniden okuduktan sonra "Zamanımı boşa harcayıp harcamadığımı görmek istedim. Sonrasında kurmacayla işimin bittiğine karar verdim. Artık ne okumak ne de yazmak istiyorum. Hatta kitaplar hakkında konuşmak bile istemiyorum" demiş.

Philip Roth"un yazmama kararını ifade ediş biçimi, sanıyorum post modernist dönemin müzikten edebiyata, plastik sanatlardan tiyatroya kadar sanatın pek çok alanındaki "aşure eserler" mozaiğinin de bir sonucu olarak karşımıza çıkan dünyanın büyük meselelerinden birinin apaçık itirafı sanki... Son yüzyılda ne oldu da dünya, artık yüksek sanatın yüz akı olan bestecileri, ressamları, romancıları mumla arar hale geldi.

Popüler kültürün içinden "zamana direnebilecek", klasik olmaya aday eserlerin sayısındaki gözle görülür azalmanın nedenleri üzerine "postmodernizmin eklektik özellikleri"nin yansımasından başka verebileceğimiz bir yanıt olmalı...

Edebiyat dünyasından bir yıldız henüz hayattayken kayıyorsa, şapkayı öne koyup düşünmek lazım.

The Master adlı filmden çıktıktan sonra kafamın içinde dönüp durdu bu sorular… Yönetmen Paul Thomas Anderson"un iki filmi daha önce de dikkatimi çekmişti: Magnolia ve There Will Be Blood… Yönetmenin diğer filmleri gibi The Master"ın da uzun süre sinemada kendisine yer bulacağını sanmıyorum. Seks yok, şiddet yok, kakara-kikiri yok, aşağılık espriler yok, entrika yok, korku yok, başı yok, sonu yok, güzel kadın yok, güzel erkek yok, popüler müzik yok… O zaman geniş kitlelerini ilgisini çekme şansı da yok… Düşünmek, düşünmekten tad almak, duygu ve düşünce dengesi üzerinde sallanmaktan esenlik duymak, sinemayı ve hayatı okumak arasında inanılmaz benzerliği yakalayıp "kendi kendisinin master"ı olmaktan mutluluk duyacak insan sayısı doğal olarak, her toplumda olduğu gibi bizde de çok az. O nedenle The Master"ı kaçırmak istemiyorsanız elinizi çabuk tutmanız lazım. Yeni başladı ama ikinci haftayı çok zor görür…

Batılıların deyişiyle "Maneviyatını kaybetmiş olan Batı"nın" maneviyat içindeki arayışına yeni bir örnek teşkil eden filmin kilit mesajını ben kendi adıma şöyle okudum: "İçinde yaşadığımız dünya aslında bir illüzyondur. (Yanılsama) Ondan uyanmak ancak insanın kendi master"i olmasıyla mümkündür… Bunun için de bir başka "usta"nın elvermesi gerekir"…

Hıristiyan Batı"ya ciddi negasyon getiren, daha çok doğu mistisizmine (tasavvufa) yakın duran filmde yönetmenin favori oyuncusu Philip Seymour Hoffman ve Joaquin Phoenix (Two Lovers) müthiş bir oyunculuk sergiliyorlar.

Yaşamı sorgulamaktan bir nebze olsun tad alıyor, Şair"in söylediğinin tersine "Bir çocuk gibi şaşarak" değil, "Usta bir yazar gibi bilerek" ve büyük bir sanatçı gibi "duyarak yaşamak" gibi bir meseleniz varsa; bu filmi izlememeniz yazık olur.

İçindeki bir iki "hatalı söyleme" rağmen "bitmiş olan" sinemanın küçük bir zenginliğini bu filmde yaşamak mümkün olabilir belki…

11 yıl önce
Bu kaza sağlam bir kriz iletişimi gerektirir
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi