|
Mağduriyet, mahrumiyet, sadakat ve istismar...

Gönül almanın insanda uyandırdığı manevi hazla birlikte, belki de onunla eş zamanlı olarak, muhtemel çelişkiyi daha da güncellediğine ve beklentiyi artırdığına pek çoğumuz tanık olmuşuzdur.

Mağduriyet duygusu, hasarın onarılması yönündeki arzunun yanısıra duygusal talebiyle birlikte gelir. Muhatabımızdan "Seni çok iyi anlıyorum, haklısın!" karşılığını alır almaz, aslında bundan sonra tekrarlanacak pratiklerde ne kadar anlaşıldığımızı sınamaya başlamışızdır bile.

Sonrasında sadece anlaşılmakla kaldığımızı gösteren gönül almaların sayısı arttıkça da çıkış yolumuzun kapandığını varsayar, mağduriyetimizin boyutlarını gerçekliğinden çıkartıp abartarak algılamaya başlarız.

İletişimde yerliliğin ve insanlarımızın "ortak ruhi şekillenmesi" üzerine kafa yormaya başladığımdan daha önceleri gözümden kaçmış olan pek çok kaynak bir vasıta ile ya gelir beni bulur; ya da ben onlara ulaşırım. Düşünce adamı kimliğiyle tanıdığımız ve Diyanet İşleri Başkanlığı Strateji Geliştirme birimini yöneten Dr. Nejat Subaşı"nın kaleme aldığı "Alevi Çalıştayları Nihai Raporu" bu manada, gecikmeli de olsa gelip beni buldu. 3-4 Haziran 2009"da başlatılıp sonrasında 7 kez düzenlenen Alevi Çalıştayları"nın değerlendirilmesinden ortaya çıkan bu nihai raporun sadece giriş bölümünü okumak bile bu konuda çözüme ulaşılma yönündeki samimi niyeti göstermesi açısından insana "iyi geliyor". Niyet, işin her zaman özüne işaret eder:

"Açılım sürecinin arka planında besleyici ve baskın olan ana tema, Alevilere gündelik hayatta her zamankinden daha geniş bir yer ve alan açmak değil, kendini neredeyse rutin bir dışlanmışlıkla, mağduriyet ve mahrumiyetle malul sayan hatta bütün bu yaşadıklarını bir şekilde kutsallaştıran bir topluluğu, diğer vatandaşlarla, olması gerektiği statüde ve ortak bir konumda buluşturarak eşitlemekti."

7 kez düzenlenen Alevi Çalıştayları"nın "Sorunun taraf ve muhataplarıyla yapılan müzakerelere devletin kulak vermesini sağlamak ve Alevilerin taleplerine toplumun sağduyusunda sahici bir karşılık bulmak" amacına hizmet edip etmediğini, dolayısıyla bu kadar emek zahmetle atılan adımların karşılığının alınıp alınmayacağını hep birlikte zaman içinde göreceğiz. Necdet Bey"in şu cümlelerindeki "kültürel bakiye" ifadesini ben "irfan" olarak okuyor ve meseleyi gönül almanın ötesine taşıyarak, özellikle mağduriyet hissinin önüne geçilmesinde ciddi bir adım olacağını düşünmek istiyorum:

"Yeni bir takım gerilimlere yol açmaksızın, karşılıklı ilişkilerin daha da geliştirilmesinde, sorunların toplumsal mutabakat, laiklik ve insan hakları temelinde aşılmasında, mevcut dinsel ve kültürel bakiyenin sunduğu imkânları da hiçbir şekilde göz ardı etmemek gerekir."

Bugünlerde, Dr. Necdet Subaşı"nın aynı zamanlar içinde benzer temalar çerçevesindeki bir makalesini okumuş olmak da hoş bir tesadüftü tabii. Hece dergisinin "Düşüncede, Edebiyatta, Sanatta Yerlilik" başlıklı özel sayısında Necdet Bey, Türk siyasetinde yerlilik sorununu ele almış ve "Sadakat" ve "İstismar" gibi çok önemli iki kavrama da işaret etmiş. Sağ ve sol siyasetlerde "yerlilik" değerlendirmelerinin ardından gelen tespiti muhteşem:

".... Burada önemli olan, yerliliğin en önemli göstergeleri arasında yer alan din ve kültürel bakiyenin bugün nasıl okunacağıdır. Bu değerlere yapılacak yatırım, sonuçta siyasileri istismarla sadakat arasında bir tercihe zorlamaktadır. (...) Yerlilik, tarihi, kültürü, coğrafyayı ve sınırlar içinde görünürlük kazanan müktesebatı ihmal ve iğfal etmemek üzerine kurgulanıyor. Siyasetin kendine özgü işleyişi içinde yerlilik, henüz toplumsal bir kazanım dili olarak bu coğrafyayla temas kurmak ya da bu toprakların sesini duymak üzere kurgulanmamıştır. Nihayet istismarın çirkin kullanımı kadar sadakatin sorgusuz vefası da siyaseti bir ahlâk tartışmasına çekecek işaretlere sahiptir."

Nasıl?..

İstismarın çirkin kullanımı ve sadakatin sorgusuz vefası...

Umutlu olmak için nedenlerimiz az değil. İlim, bilgi, rasyonalite veya mevcut araştırmalar ve ölçümlemeler bir yana, aslolan, Necdet Bey"in "kültürel bakiye" olarak kodladığı "irfan"a olan büyük ihtiyacımızın "mantıklı, doğru" ama bir o kadar da "köşeli" düşünce dünyalarında hissedilebilmesi için galiba "istismar ve sadakat" kavramları üzerinde biraz daha düşünmemiz lazım. Yerliliğin, bize özgülüğün, ortak ruhi şekillenmemizin bir toplumsal kazanım dili olarak herkesi ve eşit mesafede kuşatması irfan için en mümbit toprağı oluşturacaktır.

"İrfana giden yol", sağlıklı iletişimden geçer. Hele ki, "açılım"a ihtiyaç duyuracak kadar çetrefilli toplumsal sorunlar söz konusuysa...

Bu arada mübarek Ramazan"ın ülkemize huzur, barış ve esenlik getirmesini diliyorum. Hepsine ne kadar çok ihtiyacımız var…

11 yıl önce
Mağduriyet, mahrumiyet, sadakat ve istismar...
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi