|
Siyasi iletişimin gözlüğünden bakabilmek...

Uzun bir süredir ilk kez Türkiye"de gündem, Sayın Başbakan tarafından değil de, bir bomba tarafından belirlenmiş oldu. Başta medya olmak üzere pek çok alanda hazırlıksız yakalanmışlık halini gözlemlemek mümkün. İletişim reflekslerimizin böylesi önemli bir kriz anında nasıl da zayıf olduğunu ve siyaset arenasında özellikle "seçilmiş davranış" gösterilmesi gereken zamanların nasıl da amatörce hislenmelerle değersizce kullanıldığına tanık olduk.

Tezkere oylaması öncesindeki Meclis atmosferinin çok önemli politik kararları etkilemeyi amaçlaması gereken derinlikli bir muhalif söylemden ne kadar uzak olduğunu görmek siyasi iletişim açısından çok büyük bir talihsizlikti. Yenilip yutulmayacak ithamlarının ardından ''Tartışmalar halkın önünde yapılsın!'' diye kürsüden görüş beyan eden bir muhalif milletvekilinin, gizli oturum sonrasında da ''Kapalı oturumda bilmediğimiz bir şey söylemediler. Gazete haberlerinden ibaretti.'' diyebildiği, tamamen "içinden geldiği gibi" konuşulabildiği bir Meclis atmosferi...

Gizli oturum başla hangi koşullar altında yapılır ki? Devlet kültürünü Avrupa"dan ithal ederek oluşturan ve geliştiren ABD"nin özellikle "güvenlik" konularındaki, örneğin Cuba Krizi, 11 Eylül saldırıları ya da Kennedy suikastı gibi konularda dosyaları nasıl gizli tuttuğu ve pekçok meselenin nasıl üzerine titrendiği ve açıklanmasının zamana bırakıldığını gayet iyi biliyoruz. Bu müdebbir tutumu antidemokratik bir bakış açısıyla ilişkilendirmek kimin aklına gelir ki?

Sokaktaki vatandaş duysun... Neyi duyacak? Bu türden özel ve yoğun dikkat gerektiren tamamen "devlete özgü" hassas meselelerde şöyle bir benzetme yapılabilir diye düşünüyorum: Nasıl ki bir toplumun gelişmişliği ve geleceğiyle ilgisi açısından devlete dair, "yumuşak güç" anlamındaki bir başka önemli alan olan yüksek sanatla ilgili alınacak kararlar halkın geniş katılımı önünde tartışılmazsa yüksek siyasette de de tartışılmaz. Örneğin savaş kararı refarandumla alınmaz. Alınsaydı, bugün en az üç ülkeyle sürekli savaş halinde olurduk.

Halkı her karara katmak konusundaki romantik ve popülist yaklaşım ne halka yarandırır insanı ne de iktidara taşır.

Öte yandan Başbakan"ın muhalefetin tezkere konusundaki tutumunu halka anlatacağını söylemesini de yadırgadığımızı belirtelim. Rövanşizm ve rekabeti halka şikayet etmek lider pozisyonuna terstir ve hedef kitle vicdanında olumlu yer etmez.

Bu reklamlar iş yapar arkadaş!

Televizyonlardaki iletişim kirliliği içinde farklılaşarak ortaya çıkan iki markanın reklamlarından söz etmezsek haksızlık yapmış oluruz. Birincisi Electro World"ün reklamları. Hani Bizans imparatoruna yaklaşıp diyorlar ki: "Ya karadan geçirirlerse gemileri?'' İmparator cevap veriyor: ''Yok deve!''

Sonra da pack shot geliyor: "Tarihi fırsatı kaçırma, pişman olursun!"

İkinci reklamda ise Einstein"ın özgeçmişinden söz edip diyorlar ki:

''Adam deha, iş arıyor!'' Cevap şöyle: ''Beş yaşına kadar konuşamamış bu. Kadro yok, deyin.''

Bu filmlerin altından bir de not geçiyor: ''Gerçeklere dayalıdır.''

Tek kelimeyle harika...

İkinci marka ise Abdi ibrahim"in Bruno"su... Hani o bebek-çocuk zırt pırt ''Tıkanacak arkadaş!'' diyor. Tıkansın ki annesi uyansın gelip şefkat yapsın. Öyle bir dozda tekrarlamışlar ki biraz daha uzatsalar kabak tadı verecek; kısaltsalar da ilgi çekmeyecek. Yani her şey dengede... Hayatta da olması gerektiği gibi değil mi?

Evrensel birleştirici olarak İstiklal Marşı

Türkiye"nin dünya üzerindeki en önemli markası, bayrak taşıyıcısı Türk Hava Yolları"nın son reklam filmini izlemediyseniz ya internetten bulun ya da televizyondan yakalamaya çalışın. Eğer ''İstiklal Marşı"nın bir reklamda kullanılması sizce uygun olur mu?'' diye fikrimi sormuş olsalardı ''Nasıl kullanıldığına bağlı'' diye yanıtlamak yerine ''Olmaz.'' derdim. Neden? İstiklal Marşı kendi anlam bütünlüğünden koparılamaz ve üzerinde de oynanılamaz diye akıl yürütürdüm de ondan. Oysa olmuş! Çok da iyi olmuş. İstiklal Marşı"nın çeşitli ülkelerin kültürlerinde ve çok farklı enstrümanlarla yorumlandığında ve bu seslendirmeler ardı ardına geçişlerle yansıtıldığında "müziğin birleştiriciliği" sayesinde ortaya müthiş bir hoşluk çıkmış. Seyircide olağanüstü güzel duygular bırakan bir reklam filmi olmuş.

İki nokta özellikle önemli. Bir: Bu reklam filmi "zamanlar ötesinde", dönemlerin üzerinde konumlandığı için "yer ve an"dan bağımsız olarak uzun süre izlenebilir ve zamana direnir. Bu nedenle de ekonomik ömrü uzundur. Tamamen bu nedenle diyebilirim ki; ''THY"nin bu reklamı klasik olmaya aday popüler işlerden biridir''...

İki: Bu reklamın her dönüşünde "keşfe muhtaç" bir özellik yakalamak mümkün. Her izleyişte farklı bir enstrüman sesinden, akla gelmedik bir ayrıntıya, gördüğümüz ya da görmediğimiz ülkelerin farklı nesnelerine takılmak ve kulaktan göze atlayan etkileşimleri hissetmek, kısa ama hoş keşifler, özellikle meraklısı için tadımlık hoşluklar...

THY"nin en çok ülkeye uçan havayolu olduğunu böylesi başarılı bir reklamla tescillemek sanıyorum, bu işe emek veren herkesi heyecanlandırmış.

Temel Kotil"i geçenlerde İnterbrand"in dünyanın en değerli 100 markasını açıkladığı toplantıda dinleme fırsatı bulmuştuk. İngilizce yaptığı o muhteşem ve o ölçüde de alçakgönüllü tavrıyla sergilediği sunumunda lider olma hedefine nasıl ulaştıklarını anlatmıştı.

Belli ki çok para harcanmış. Ancak harcanan her kuruşa değmiş.

12 yıl önce
Siyasi iletişimin gözlüğünden bakabilmek...
Kara dinlilerle milletin savaşı
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü