|
Ülken kadar markasın!

Uluslarararası marka danışmanlığı kuruluşu Interbrand, 2 Ekim"de "2012"nin En İyi Küresel Markaları"nı açıklayacak. Interbrand"in, Bersay İletişim Enstitüsü ve Marketing Türkiye işbirliği ile İstanbul"da düzenlenen toplantıda "Ülken Kadar Markasın" başlığı altında tespitlerimizi ve yapılması gerekenleri dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışacağız. O gün THY Genel Müdürü Temel Kotil"in de aralarında bulunduğu değerli konuşmacıları, uzmanları dinleyeceğiz.

Bu arada her yıl dünyanın en saygın algılamasına sahip ülke ve şirketleri belirleyen Reputation Instute"un anketi de açıklandı. Sonuçlara göre Türkiye 2012 yılında "en saygı gören ülkeler" listesinde 37. sırada. Anket için G8 ülkeleri olarak da bildiğimiz Fransa, Almanya, Kanada, İtalya, Japonya, Rusya, ABD ve İngiltere"de yaşayan 36 bin kişinin görüşlerine başvurmuşlar.

Bu sonuçlarda 44.37 gibi bir puanla bizim saygınlığımız Brezilya, Meksika, Venezüela, Güney Kore ve Birleşik Arap Emirlikleri"nin gerisinde kalmış. Kendi kendimize biçtiğimiz değer ise 75.41... Hayli yüksek. Bizce özgüvenimizi de gösteren bu ikinci puanı katiyen hafife almamak lazım. Çünkü kendi kendimize verdiğimiz bu puan, "Bizden cacık olmaz" anlayışının sarsılmaya başladığının en naif ifadelerinden biri değil mi?

En kötü şöhretli ülkeler olarak da şöyle bir sıralama çıkmış ortaya: Irak, İran, Pakistan, Nijerya, Suudi Arabistan, Rusya, Kolombiya, Çin, Ukrayna, Bolivya...

Sonuçlar ortada. Ülkemiz kadar markayız.

Örneğin Gant markası veya aklınıza gelebilecek tüm spor ürünlerinin markaları... Ait oldukları ve ilişkilendirildikleri ülkeyle, örneğin ABD ile üretim bağlamında alakaları yoktur. Çin, Tayvan, Vietnam, Portekiz, Brezilya vs. gibi ülkelerde üretilirler. Türkiye"de de ürtilenlerine rastlarız. Ama marka algısı tamamen ilişkilendirilmek istenen ülkeye aittir. Gant, Nike Amerikan; Adidas Alman"dır. Bir tişörtün İsviçre markası olmasıyla Pakistan markası olması arasında fiyata yansıyan ciddi bir fark vardır. Bir ürün, benzer ve taklitlerinden pahalıya satılabiliyor ve talep görüyorsa, bu durum, o ürün markasının doğru yönetildiğine işaret eder. Türkiye"den çıkmış THY dışında onun kadar güçlü ikinci bir marka saymakta zorlanıyorsak bunun sorumlusu bu markaları yönetenlerden çok, yıllarca ülke markasını doğru dürüst yönetememiş olanlardır, diyemez miyiz?

Şu sıra çok hayırlı gelişmeler tabii ki vardır. 2020 Olimpiyatlarını veya EXPO"yu İzmir"e almaya çalışmamızdan başlayarak, 20 yaş altındaki gençlere yönelik dünyanın en iyi 24 takımını ağırlayacak olan FIFA U20 Dünya Kupası lansmanının gelecek yıl Türkiye"de yapılacağı haberine kadar...

Ancak, bu türden sevindirici haberler, "yönetilen bir itibar" stratejisi sözkonusu olduğu takdirde şansa, kısmete değil, bizzat iletişime hizmet eder hale gelebilir.

"Mış gibi" yaparak ülke markası yönetilemeyeceğine göre sadece ve sadece gerçeklerimizden yola çıkacağız demektir. Terörün yok edilmesi, bireysel hak ve özgürlükler, komşularla ilişkiler, ekonomik ve siyasi istikrar, hukukun üstünlüğü, sadece günlük polemik meselelerimiz değil, Türkiye markasının kıvanç duyulacak payandaları haline gelmedikçe güçlü bir ülke markasından söz edilemeyeceği gibi oluşan "bölen etkisiyle" ürün ve kurum markaları üzerinde de olumsuz etki yaratılması mukadderdir.

TSK"nın üzerine titremek gerekir...

Değişim ve dönüşüm dönemlerinin artılarının yanı sıra taşınması gereken yükleri de var elbette. Örneğin yargı ile yürütmenin arasının zaman zaman açılması veya yaklaşması gibi gündelik hayata da olumsuz yansıyabilen pek çok olayın tanığı olmaktan hepimiz şikayetçi değil miyiz?

Balyoz davasının çok ağır sonuçlarının ortaya çıkardığı tartışmalara bakalım... Bu sürecin gelecekteki darbeleri caydırıcı özü nedeniyle siyasetin kontrolü altında geliştiğine dair izlenimlerin ön plana çıkması doğal. Bu saptamayı elbette bir araştırma sonucuna dayandıramayız. Ancak zaman zaman yargının siyaseti, (MİT Müsteşarı Hakan Fidan"ın Başbakan"ın müdahalesi öncesindeki konumu) zaman zaman da siyasetin yargıyı kendi rüzgarıyla yönlendirdiğini söyleyebilmek için araştırma ölçümleme sonuçlarına çok da fazla ihtiyacımız yok gibi görünüyor. Kalabalıkta gürültü olur, demek gibi bir ayan beyan ortalıkta olan sonuçtan söz ediyoruz sanki.

Bu karmaşanın birinci nedeni sayılabilecek 12 Eylül artığı olup da hâlâ yürürlükteki yasaların aynı zamanda katmerli bir sonuç olarak tuz biber ektiğini bilmeyenimiz de yok.

"Bir daha darbe olmasın!" arzusunu taze tutacak kalıcı ve gerekli bir iz bırakmakla, "biz acı çektik, siz de çekin" diyen hesaplaşmacı tutum arasındaki farkın sonuçları da, gelecek tasarımı açısından birbirinden çok farklı hedeflere işaret edecektir.

Bu nedenle geçtiğimiz hafta bu köşede de ifade ettiğim gibi şu sıra Silahlı Kuvvetler konusunda alınacak tutumlar, "turnusol kâğıdı özelliğine sahip olacak ve Türkiye''nin geleceğine ilişkin görüş ve duyarlılıkların rengini de belli edecektir".

Silahlı Kuvvetler"in (TSK) algısının güçlendirilmesine duyulan ihtiyaç, Balyoz Davası sonuçlarının açıklanmasından sonra daha da artmıştır. Şimdi gözler, 30 Eylül"deki AK Parti Kongresi"ne ve bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan"ın vereceği mesajlara çevrilmiştir. Ben bölgedeki konumumuz nedeniyle daha da özel bir önem taşıyan ve üzerine titrenmesi gereken TSK"nın itibar algısıyla Başbakan"ın bizzat ilgilendiğini ve güçlendirilmesi konusunda ciddi adımlar atılmasını sağlayacağına inananlardanım.

12 yıl önce
Ülken kadar markasın!
Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden derhal çıkmalıdır!
Bernardo Bertolucci adlı yönetmen bozuntusunun mahvettiği bir hayat: Maria Schneider (1952-2011)
ABD’nin Suriye’ye müdahalesinin anlamı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek