|
Ülken kadar markasın. ABD"li olsan bile...

Bilindiği gibi ABD hükümeti bütçesiz kaldı. 17 yıl önce Clinton"ının da başına gelmiş buna benzer bir durum. O zaman tam 21 gün sürmüş. 1977-1980 döneminde de 8-17 gün arası süren 6 felç vakası yaşanmış. Sonuçta bir şey olmamış... Ardından hemen toparlanılmış... O nedenle piyasalar pek ciddiye almıyorlarmış...

Yine de bizde "Şalter indirme", "Tuğla bitti yapı paydos" gibi deyimlerle karşılanabilecek "Shut down" tabirini kullandıkları, "ABD hükümetinin kepenkleri indirmesi" durumunu pek kimse beklememiş olmalı ki, "Şok" diye verildi haber.

Hoş, sonradan "Ben demiştim" diye ortaya dökülüp puan alacağını sanan yarı aydınlarımız, olayı "Biliyorduk" diye karşılamış olsalar da, işin asıl tuhaf yanı, bu tarihi gelişmenin borsalarda endişe yaratmak yerine sevinçle karşılanmasıydı. Salı günü, Abdullah Kiğılı"nın "Bana 10 yıl önce Çin"de mağaza açar mısınız, diye sorsaydınız, şaka olduğunu düşünürdüm. Ama şaka diye düşündüğümüz her şey bugün gerçek oluyor" sözleri üzerine, son on yılın "Şaka gibi" olaylarla geçtiğinin altını çizmiştik.

Kamu diplomasisini kendi ülkesinde mükemmel yönettiğini düşündüğümüz Obama, bazılarına Cumhuriyetçilerden tahrip gücü yüksek bir bomba etkisinde şiddetli bir gol yemiş gibi gözükebilir. Ancak ölçümlemeler öyle demiyor. Olayda Obama"yı haklı bulanların oranı %70"ten fazla...

Obama"nın Cumhuriyetçiler"in işleri durma noktasına getiren tutumlarını yerden yere çalan konuşmasında, aralara sıkıştırdığı şu ifadesi, asıl sıkıntısının "itibar"la ilgili olduğunu ortaya koyuyor:

"Hiç kimsenin sırf bir seçimin intikamını almak ya da ideolojik talepleri zorlamak için ABD"nin adını lekelemesine izin vermeyeceğim."

İtibarın güçle olan direkt ilişkisi, olumsuz gelişmelerle iktidarın sorgulanır hale geldiği dönemlerde çok daha net bir biçimde gözler önüne serilir. "Ülken kadar markasın" der dururuz. Küreselleşmenin yerel olanla etkileşiminin en büyük sonuçlarından biri olan ucu bucağı belirsiz, sınırsız piyasalar, bir ülkenin itibarının aynı zamanda markalarının da gücü olduğunu kanıtlayan öykülerle doludur. "Kimsin?", "Nerelisin?" sorusu insan yaşadıkça var olacağına göre, piyasalar digitalinden, sanalından gerçek dünyaya ne kadar genişlerse genişlesin, markalar yaşar ve aidiyetleri de merak konusu olur. "Made in..." diye başlayan tüm etiketler, markadan çok ülkenin referansıdır.

FAPRA Başkanı"nın bizden olması önemli midir?

Önemlidir... Hem de nasıl...

FAPRA, Asya-Pasifik Perakende Dernekleri Federasyonu"nun kısa adı.

7 bin perakendeci ve yatırımcı, 5 trilyon avroluk Pazar (dünya pazarının üçte biri), 3.5 milyar nüfusu kapsayan bölge, 200 milyonun üzerinde çalışanın ve 600 bin satış noktasının bulunduğu devasa bir evrenin çatı organizasyonu...

İşte bu çatı organizasyonunun Başkanlığından söz ediyoruz...

Bu göreve Carrefour SA"nın Genel Müdürü, Teknosa"ya çağ atlatmış olan bir önceki efsanevi Genel Müdürü Sayın Mehmet Nane getirilmiş...

"Ülke markası" denildiğinde vatan ve ticaret kavramlarını yanyana getirip, henüz ilk soyutlamada dikene basmış gibi yerlerinden zıplayanları bir kenara bırakacak olursak, Türkiye"nin dış dünyadaki itibarıyla birebir alâkalı bir mesele olarak Türkiye Markası"nı oluşturma yolunda atılan her adıma takdirle, saygıyla, destekle yaklaşmayı öğreniyoruz galiba. Henüz köşe yazarlarının yorumlarına konu olmasa bile, haber düzeyinde de olsa Mehmet Nane"nin FABRA Başkanlığı"nın basında yer alması sevindiricidir...

Başbakanın açılışını yaptığı, 23-26 Eylül tarihleri arasında Asya Pasifik Perakende Konferansı ve Sergisi (APRCE) çerçevesinde, İstanbul dünyanın 37 ülkesinden 2 binin üzerinde perakendeciyi ağırlamıştı. Bu etkinliği Türkiye"ye kazandıran AMPD"nin son Başkanı olan Nane, 2015 yılına kadar 17 ülkenin perakende derneklerinin başkanlığını üstlenecek.

Şimdi medyaya düşen görev, yine kazan-kazan ilişkisi çerçevesinde başkanına her platformda sahi çıkmaktır... Eksiklenmeden, göğsünü gere gere...

Bizim "ecnebiler" bu filmleri sevmez...

Bir gün İngiltere"ye kraliçe olması beklenen Lady Di, yaşasa bugün 52 yaşında olacakmış. Prensesin dramatik hayat öyküsünü anlatan film nedense önce pek ilgimi çekmedi. Ne yönetmeni, kalkıp sinema salonuna gitme zahmetine değecek bir isimdi, ne oyuncuları, ne de içeriği... Bildiğimiz hayat ve sondu işte alt tarafı...

Oysa kazın ayağı hiç de öyle değilmiş. Çok ilginç bir film ve bakış açısıyla karşılaştığımızı itiraf etmeliyim...

Lady Di"ni dramının kaynaklandığı bireysel çelişkileri ve psikolojisinden çok, İslam"a duyduğu yakınlık ilgimi çekti mesela... Mozart gibi, Goethe gibi, Cat Stevens gibi İslam"a ilgi duyan ecnebi Türk aydınları filmden nefret edeceklerdir. Çünkü Lady Di"nin yaşamına damga vuran ve kütük gibi aşık olduğu, özellikle inançlarına ve dünya görüşüne hayranlık duyduğu kişi bir Müslüman hekimdir... Ondan sonraki sevgilisi ve birlikte trafik kazasında hayatını kaybettiği kişi de bir Müslümandır...

Bildiğiniz bir hikâye ile biraz şaşırmak istiyorsanız, Di rolünde bizce çok başarılı bir performans sergileyen Naomi Watts"ın başrolünü oynadığı "Diana"yı kaçırmayın...

Kaçırılmaması gereken ikinci film ise Türkçeye "Zoraki Radikal" olarak çevrilmiş olan ("Zoraki Köktendinci" daha doğru olurdu) "Reluctant Fundamentalist"... Hintli yönetmen Mira Nair"e ilk kez dikkatimi Halit Refiğ usta çekmişti. Salaam Bombay ve Missisipi Masala onun başyapıtlarındandı... Nair Reluctant Fundamentalist"te ABD"de okuyan ve ilk işinde hızla kariyer yapacağını kanıtlayan ABD hayranı bir Müslüman Pakistanlı"nın koşulların dayatmasıyla bir "özgürlük savaşçısı" haline gelebildiğini anlatıyor...

ABD hükümetinin gün gelip neden kepenkleri indirdiğini anlamak isteyenler için bu film, puzzle"ın küçük ama önemli bir parçası.

11 yıl önce
Ülken kadar markasın. ABD"li olsan bile...
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi