|
Yavrucuğum, ben size tweet toplayamazsınız demedim ki...
Yaklaşık iki buçuk aydan bu yana, yapmış olduğum yazılı şikayet başvurusu bağlamında
Radikal
gazetesi sinema yazarı
Uğur Vardan
''ın adliyeye giderek savcıya ifade vermesini bekliyordum. Nitekim,
25 Nisan Çarşamba
günü, tam da benim
New York-Ferncliff Mezarlığı
''nda büyük Afro-Amerikalı mücahid
Malcolm X
''in mezarının başında
gidip savunmasını yapmış.
Ben de bu ifadeyi ve onunla ilgili görüşlerimi, zaman zaman yapageldiğim üzere, baskılı nüshalarımızda yer almayan, yalnızca internet edisyonumuzda yayımlanan
kapsamında paylaştım sizlerle… Resmî girizgâhıyla, ifade metniyle ve benim nihai yorumumla birlikte
3
adet
A4
uzunluğuna ulaşan bir metin baskılı nüshalarımızda bir gazete sayfasının en az dörtte üçüne karşılık geliyor ki ne
Uğur Vardan
, ne de onun meslektaşlarına sergilediği densizlikler için bu kadar geniş bir alan harcamaya değmez. İnternetin uçsuz bucaksız bâkir arazileri ne güne duruyor; bu konudaki gelişmeleri merak edenler, karşılıklı salvolarımızı ille de okumak isteyenler oradan bulup okurlar.
Nitekim, okuması gerekenler sıcağı sıcağına okudu da… İnternetteki sinema sayfamıza
24 Mayıs Perşembe
sabahı yüklenen o
, gün içinde medya âleminde resmen
kasırgalar estirdi.
Ancak, benim cephemde değil elbette… Neden derseniz, ben zaten orada söylemem gereken son sözleri söylemiş ve köşeme çekilmiştim; dilimin altında bundan gayrısı yoktu.
Öte yandan, bizim mahallenin ahalisinin üzerine zaten
iki kalın kat ölü toprağı
serpilmiş, bu saatten sonra kimsenin kimseyi
Allah rızası
için seveceği, sayacağı, destekleyeceği, dayanışma içinde olacağı falan yok; o yüzden sektörümüzdeki kıdemli ya da kıdemsiz
“yoldaşlar”
dan nicedir bir tırnak ucu kadar sahiplenme beklemiyorum. Bundan böyle herkes kendi
onur savaşını
aslanlar gibi
tek başına
vermeli ve verecektir. Hâliyle, benim gibi bir adamda da her zaman için o kadarlık maça bulunur.
Dolayısıyla,
Twitter
''dan
Medyatava
''ya kadar dört bir bucakta kopartılan patırtının kaynağı bu fakir değildi. Kıdemli bir balıkçı olarak,
zokayı yutsunlar diye
yazının linkini kendilerine bilinçli olarak gönderdiğim bazı
gözü kara Uğur Vardan müritleri
, beklendiği üzere
zokayı yuttular
ve derhal kendi kankalarını
(elbette bu arada da mürşidlerini)
durumdan
haberdar ettiler.
Biraz can acıtıcı bir yazıydı tabiî benimkisi; rakip sahadan
iniltiler
,
ağlamalar
,
zırlamalar
gelmekte hiç gecikmedi.
Karşı operasyon timinin başında ise
Sabah
gazetesinden genç bir sinema yazarı, değerli meslektaşımız
Olkan Özyurt
vardı.
Uğur Vardan
ile
21 Ağustos 2011
tarihinde gazetesi için yaptığı
al takke ver külah
danışıklı
onun tarafından
“Radikal''deyken benim kucağıma doğdun sen… Seni ben büyüttüm, besledim, düşmanlarımıza karşı hep koruyup kolladım”
gibi ağdalı Yeşilçam melodramlarını çağrıştıran ifadelerle taltif edilen bu kardeşimiz, ilk olarak sabah saatlerinde
Twitter
hesabına abanarak takipçilerine -mealen- şu şekilde sesleniyordu:
“Ali Murat Güven adlı zât, bugün yayımlanan yazısında yüce mürşidimiz, Uğur Vardan ağabeyimize hitaben ''Şu âlemde seni seven bir tek dostun bile yok'' diye buyurmuş. Ona Vardan''ı ne kadar sevdiğimizi gösterelim, hemen şimdi burada ''Uğur Vardan''ı seviyoruz'' diye bir tweet açıyorum. Şu dakikadan sonra duyan duymayan herkes oraya yüklensin, hep birlikte elele verip onu trending topic (Twitter''da günün en moda konu başlığı) yapalım!”
Tabiî, bu arkadaşlar kiminle dans ettiklerini hâlâ tam olarak bilemedikleri için,
Olkan
henüz cümlesinin sonundaki o ünlemi bayrak direği kabilinden
Twitter
''a dikmeye uğraşırken, benim telefonlarım car car çalmaya başlamıştı bile… Tıpkı,
SİYAD
''ın üyeler arası
“gizli”
yazışmaları ve dar kapsamlı yönetim toplantılarında
hakkımda bol keseden her atılıp tutulduğunda
çaldığı gibi…
Twitter
ortamının genel manzarası ve şöhretli isimlerin peşlerine takılan tiryakilerinin hâlet-i ruhiyesi üç aşağı beş yukarı belli; yoldan geçerken durdurup
“Birader, aberjantindi o diil mi?”
diye makara yapsanız,
“He he aynen, aberjantindi o abi”
diye cevap verip dediklerinizi onaylayacak türden bir model bu… Nitekim, birkaç yüz kişilik o taraftar ekibi de
Olkan
meslektaşımın göz yaşartıcı sadâkati ve hummalı çabasıyla geçen perşembe gün boyunca deliler gibi çırpınıp didindi,
Vardan
''lı konu başlığının hemen arkasına
“Evet ya, biz de seviyoruz onu, biz de çok seviyoruz gaari”
tarzında birkaç yüz ya da
(sayısını tam bilemiyorum)
birkaç bin onay cümlesi takmayı başardı.
Ancak, mevzûya üşüşen kitle öyle bir kitle ki, pek çoğunun ne
sevdiğini söylediği adamdan
haberi var, ne de
benden
Twitter
üyesi olmadığım için gelişmeleri
(o ortamların kurdu olmuş)
başka dostların ekranlarından takip ederken
“Yahu, tamam sevdiğimizi söyleyelim de mesele tam olarak nedir, Ali Murat Güven kimdir?”
diye soran şaşkın kişilerle bile karşılaştık ve hep birlikte epeyce bir güldük.
Twitter
''a bundan iki yıl önce -yalnızca iletişim sistemini merak ettiğim için- bir aylığına üye olmuş, o bir ayın sonunda
140
vuruştan ibaret mikro-bloglardan sıkılınca da
“Bu mecrâ, benim gibi uzun yazı yazmayı ve okumayı seven birine göre değil”
diyerek ayrılmıştım. Ardımda yalnızca bir ay içinde binlerce takipçi bırakarak… Muhtemelen şimdi ben de aynı ortamın gediklilerinden olsaydım,
“Heeeyt ülen, adamınıza laf sokuluyor burada, ne duruyorsunuz bahadırlarım!”
dediğimde o
“trending topic”
tabelasının hâlinin nice olabileceğini doğrusu bir an için çok merak ettim.
Buna karşılık,
“yalnızlar rıhtımı”
nın baş müdavimi
Uğur Vardan
, gün içinde kendisinde hayatta aslında o kadar da yalnız bir kul olmadığı sanrısı yaratan birkaç tomar
“Seviyoz lan seni”
mesajından öylesine mutlu oldu ki, akşam saatlerinde
Radikal
gibi
“ciddi”
,
“ağırbaşlı”
, ele almaya değer bulduğu en hafif konu
Watergate Skandalı
ve
muadili işler
olan bir gazetede sayfa sekreteri dostlarına
34
''üncü sayfada alelacele küçük bir alan açtırıp,
“Vardan sevgisi Twitter''ı salladı”
gibi akıllara zarar bir başlıkla
ısmarlama bir haber yaptırdı.
Ancak,
Vardan
''ın bu memleket açısından ne kadar
önemli
ve
vazgeçilmez
biri olduğunun
Twitter
''da da tescil edildiğini savlayan o haberin bana göre en çarpıcı yönü,
“Yeni Şafak gazetesi sinema yazarı Ali Murat Güven”
şeklinde başlamasıydı. Ki muhtemelen
Vardan
''ın dikkatinden kaçmış olan bir giriş cümlesiydi bu; yoksa mutlaka
“Bayrampaşa''da Yeni Şafak yönetim merkezinin oralarda dolanıp duran ve kendini sinema yazarı addeden sıradan bir kalem”
gibi, kişisel tarzını daha iyi yansıtacak
elegant
bir ifadeyle değiştirirdi onu… Bu vahim hata sonucu da -
Vardan
tarafından olmasa bile-
Radikal
gazetesi yönetimi tarafından resmen
“Yeni Şafak gazetesi sinema yazarı”
olarak tescillenmiş oldum.

Her zaman diyorum ya, o ünlü âyet-i kerime boşu boşuna inmemiş bu dünyaya:

“Sizin hayır bildiğimiz işlerde şer, şer bildiğiniz işlerde de hayır vardır.”
Radikal
editörlerine ve aynı gazetenin genel yayın yönetmeni, eski dostum sevgili
Eyüp Can
''a beni onurlandıran, göz pınarlarımın usulca dolmasına yol açan bu büyük jestleri için çok teşekkür ediyorum.
Doğan Medyası
''nda
"sinema yazarı"
olarak kabul edildiğim şu müstesna günleri de gördüm ya, artık ölsem de gam yemem be!
* * *
Yahu dostlar, arkadaşlar, meslektaşlar, ben size
“Twitter ortamında çığırtkanlık yapıp birkaç bin destek tweeti toparlayamazsınız”
demedim ki… Ben size
“Bu kafayla gitmekte inat ederseniz, sittin sene adam olamazsınız”
dedim. Marifet
kurusıkı bir kalabalık
üzerinden
tweet avcılığı
yapmak değil… Gerçek erdem ve zafer,
“SİYAD gibi en azından şeklen ağır bir derneğin üyesi ve yöneticisi olarak, sektöre uzun yıllardır emek veren bir meslektaşımıza yazılarımızda seviyesiz bir dille hakaret edip duruyoruz. Bu ise Tokyo''dan Nairobi''ye kadar dünyanın her yerinde çirkin bir davranış... Hadi bir kere ettik, bari bundan sonra bu rezil tavrımızı inatla sürdürmeyelim”
demektir, diyebilmektir. O yüzden gitgide umutsuz bir vak''aya dönüşen
Vardan
''ın, genç kuşağa mensup sinema yazarı
Olkan Özyurt
''u da bu şekilde karanlık bir çukura doğru çekmesine,
kendi marazî üslûbuna ortak etmesine
üzüldüm doğrusu…
Olkan
''cığım, canım kardeşim, şöyle bir an için çılgın kalabalıklardan uzaklaşıp tek başına bir bir düşün bakalım; bu meslekte geçirdiğin onca saygıya değer yılların ardından, kendisine bugüne kadar hiçbir kötülük yapmadığın bir meslektaşın ulusal bir gazetede senin için
“Jurnalci”
,
“Kendisini sinema yazarı addeden sıradan bir kalem”
,
“Tarafımdan kesinlikle ciddiye alınmayan biri”
gibi küçük düşürücü ifadeler kullansa acaba neler hissederdin?
Hoşuna gider miydi meslektaşlarından göreceğin bu tür bir yaklaşım?
O yüzden, en azından böyle bir olayda
“yanlış adam”
ın yanında duruyor ve yanlış atlara oynuyorsun. Çirkinliği savunan biri, onunla birlikte adım adım kararıp çirkinleşir. Kaldı ki sinema yazarlığı mesleğinin erbapları
Kasımpaşa''nın arka sokaklarında barbut attıran bitirimler
değil, eşek yüküyle okumuş ve o okumalardan da nezaket açısından iyi kötü nasiplenmiş
(olması gereken)
kalburüstü
insanlardır.
Velhasıl, okuduğunuz bu yazı, herhangi bir
öfke
ya da
nefret
duygusu eşliğinde değil, tam aksine gelişmelerden dolayı son derece keyifli bir ruh hâliyle,
gevrek gevrek gülünerek
yazılmıştır. O yüzden, sinema alanındaki haberlerini beğeniyle takip ettiğim değerli meslektaşım
Olkan Özyurt
ve mesleğimize yıllardır verdiği emeklerden dolayı
(aramızdaki politik ve ahlâkî uçuruma rağmen)
hiç gocunmadan, tereddüt sergilemeden her fırsatta ve üstüne basa basa
“sinema yazarı”
olarak andığım
Uğur Vardan
da yazdıklarımdan alınmasınlar sakın…
Attığı her adımda amacına ulaşan birinin yoğun tatmin duygusu içinde,
sevgiyle
,
merhametle
yazdım bütün bu satırları; cümlelerimin altında ince bir hesap falan bulunmuyor. Fakat, en azından şunu bir kez daha vurgulayarak bitirmek gerekiyor muhabbeti…
Kendi dar dünyanız içinde bugüne kadar
yoktum
, kişisel gündeminizde
değildim
ya, o daracık dünyanın eğreti değer yargılarına göre, eğitimiyle, deneyimleriyle, bilgi birikimiyle, mesleğe harcadığı koca bir ömürle sizin için böyle bir adam da
sektörde hiçbir zaman var olmadı.
Bu, o denli klasikleşmiş bir
“karşı mahalle hastalığı”
dır ki… Üstelik, belli bir yaştan sonra tedavisi de çok zordur. Kendisiyle oturup bir saat konuştuktan sonra
“Yahu, sizin oralarda sinema üzerine, sanat üzerine bütün bunları bilen, böyle düşünen adamlar var mıydı birader?”
diye kendince yapış yapış iltifat eden şaşkın suratları kimbilir kaç kez görmüşümdür şimdiye kadar… Ben eski bir sosyalist olarak onları pek iyi tanırım da, onlar benim bu mahalleye gelene kadar hangi ara sokaklardan geçtiğimi hiç mi hiç bilmezler.
Çünkü, kendilerinin dışındaki dünyaya karşı en küçük bir merakları bile yoktur.
Aynı şekilde, siz de hâlâ kiminle dans ettiğinizi ve kimi madara etmek istediğinizi bilmiyorsunuz. Olsun, zamanla öğreneceksiniz. Yalnız dikkat edin, o zamana kadar ben
SİYAD
''ın
genel başkanı
seçilmeyeyim
(Şaka, şaka! Emin olun o koltuğu altın tepside verseniz yine de almam, vallahi samimiyetime inanın!)
Şeytan
diyor ki,
Uğur Vardan
''ın hakkında nadide bilgiler içeren onca meslektaş mesajı içinden, en azından
“Beni, gazetedeki kankalarına yer açabilmek için, evde 40 günlük bebeğim var iken, elinde hiçbir somut gerekçe olmaksızın bozuk para gibi harcayarak işten attırdı”
diye yazan o mahzun ve öfkeli meslektaşın mesajını yayımla sayfanda… Belki böyle bir
kapanış alıntısı
, tartıştığımız meselenin de yemek sonrasındaki
tatlı faslı
olur.
Yok ama, yayımlamayacağım; elimdekilerin tamamı arşivimde dursun. Çünkü, ben sonsuz kudrete sahip bir
Allah
''a inanıyorum. O yüzden, şunu iyi biliyorum ki herkes er ya da geç
Allah
''ından bulacaktır.
* * *
Aslında hiç istemeden, öylesine büyük bir hayra vesile oldu ki…
27 Şubat 2012 Pazartesi
günü
Radikal
gazetesindeki köşesinde yayımlanan
“Yeni bir ihbar hattı”
başlıklı yazısında şahsıma yönelik olarak isim vermeden sarfettiği örtülü hakaretler nedeniyle kendisi hakkında
İstanbul-Bakırköy Adliyesi
''ne yazılı şikayette bulunduğum sinema yazarı
Uğur Vardan
, bu şikayete ilişkin olarak
25 Nisan 2012 Çarşamba
günü
Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı
''nda ifade verdi.
Vardan
''ın ifadesinin tam metni, hem kendisine hem de sizlere
4 Mart 2012 Pazar
günü yine bu sayfada söz verdiğim üzere, gazetemizin internet sitesinde (
“Yazarlar”
bölümünde, sondan bir önceki
ve ayrıca
bölümünde) okurlarımızın bilgisine sunulmuştur. Konuya ilişkin kişisel yorumumu ise ifade metninden sonraki satırlarda okuyabilirsiniz.
Mâlûm,
söz
demek
namus
demektir. O yüzden, meslektaşlara ve okurlara verilmiş böyle önemli sözleri hiç atlamamak gerekiyor.
٪d سنوات قبل
Yavrucuğum, ben size tweet toplayamazsınız demedim ki...
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi