Halimiz:
Nice zaman var ki, kimseye güvenmez olduk.
Şüpheciyiz, herkesten şüphelenecek hale geldik.
En yakın dava arkadaşına bile güvenmeyenler var.
Müslüman olduğumuz için toplumda güven veren, saygı uyandıran bir kimliğimiz vardı.
Müslüman olduğumuz için, yalan söylemeyen, emanete hıyanet etmeyen, dürüst davranan insanlar olarak bilinirdik.
Müslüman olduğumuz için bir duruşumuz, bakışımız, tarzımız vardı.
Bir seviyemiz vardı. Konuşmamız, giyimimiz, davranışımız, üslubumuz, tartışmamız, hep bir seviye üzerinde olurdu.
Arkadaşımızla konuşurken de, düşmanla kavga ederken de, o seviye bizi yukarıda tutardı.
Küfür etmezdik, ciddiyetsiz davranmazdık, saygıda kusur etmezdik.
Kimseyi satmazdık, kimseye ihanet etmezdik, yol arkadaşımızı geride bırakmazdık, dava dendiğinde fedakarlık yapardık.
Mecalimiz:
Gecemiz, gündüzümüz bu ülke, bu ümmet ve bu millet için uğraşmakla geçerdi.
Fakirdik ama mesaimizi para kazanmaya harcamayı düşünmezdik.
Her yana koştururduk, her yere yeterdik.
Kavganın bir amacı vardı, o yüzden bir enerjisi de vardı.
Bitmeyen gündüzler ve geceler boyunca bu kavga için, bu dava için çalışırdık.
Hiçbir zaman şikayet etmezdik, bir karşılık da beklemezdik.
Bir günümüzün, bir haftamızın ve bir ayımızın nasıl geçtiğini muhasebe ederdik.
Ekmeğimizi kazanmak için, ailemizle ilgilenmek için ve mücadele için ne kadar vakit ayırdığımızı hesaplardık.
Vaktimiz vardı, bereketliydi, verimliydi.
Hayalimiz:
En hüzünlüsü bu olsa gerek.
Ne kadar evrensel, ne kadar insancıl ve ne kadar saygındı.
Ne büyük, ne gurur verici hayallerimiz vardı bizim. Tüm ülkeyi, tüm İslam dünyasını, tüm insanlığı kucaklayacak hayallerdi bunlar.
Temiz, saf, insani, dürüst... ne kadar güzel hayallerimiz vardı.
Hayalin nedir sorusunu sormaya korkuyoruz. Çünkü cevaplar, ya bir makam yükseltme, ya siyasette bir mevki, ya ticarette bir kazanç ya da bir dünya malına kavuşma oluyor.
'İnsan nasıl hayalleri olmadan yaşar' diye sorardık o zaman.
Şimdi başımıza geldi, hayalsiz yaşıyoruz.