|
Tarihle hesaplaşmak

Osmanlı duygusal olarak hayatımızda yer alıyor. Bizler, büyük bir medeniyetin son temsilcisi ve sancak taşıyan devleti olarak Osmanlı'yı derin bir duyguyla içselleştiriyoruz. Kurduğu devlet sistemi, yönetim biçimi ve çok kültürlü yapısıyla örnek bir imparatorluk olarak görüyoruz. Bu nedenledir ki, Osmanlı'yı seviyoruz, önemsiyoruz, gözümüzde, gönlümüzde büyütüyoruz.



Tarihin akışını değiştirmiş, coğrafyayı şekillendirmiş ve insanlığa yeni çığırlar açmış bir devletin son varisleri olarak, o koca çınara hakkını teslim etmek gerektiğini düşünüyoruz. Tüm bunları daha çok duygusal olarak açıklıyoruz, bilimsel olarak değil.



Muhafazakar tarih anlayışının sorunu


Tanzimat'la birlikte başlayan değişim ve batılılaşma sürecindeki Osmanlı yönetici elitinin yanlışlarıyla, cumhuriyetin kurucu kadrolarının, imparatorluktan ulus devlete geçişteki hataları, sanırım en büyük tartışma konumuz.



Tanzimat batı hayranlığı mı yoksa, çağı yakalama hamlesi mi, tam karar veremedik. Toptan ve peşin yargılarla yapılan tüm analizlerin kafamızı karıştırdığı kesin. Çünkü, tarihi bugünün kavramları, kriterleri, ön kabulleri ile okuyup, o günün bağlamından kopartıyoruz sürekli. Osmanlı sevenlerin ya da muhafazakar entelijansiyanın en büyük sorunu sanırım budur.



Analizler, araştırmalar, değerlendirmeler çoğunlukla duygusal temelli. O kadar ki, Tanzimat'ın batıcı aydınlarını, devlet adamlarını eleştirirken, belki de onlardan daha çok batılılaşmaya sürecine katkı yapmış, Abdülhamit Han'ı aynı kategoride görmüyoruz nedense.


Oysa Abdülhamit, Mithat Paşa'dan daha çok opera dinlemiş, piyano sesi duymuş ve tiyatro izlemiştir. Bunların yapılamasını da herkesten daha çok teşvik etmiş ve desteklemiştir sanırım.



Sol geleneğin ve Kemalistlerin tarih anlayışı


Buna mukabil, Kemalist ve sol geleneğin tarihçileri de Tanzimat'ın batıcı aydınlarını ve elitlerini yüceltirken, Abdülhamit'in din devlet ilişkilerindeki politikalarını anlayamamıştır. Zira bu çevrenin tarihi okuma biçimi de zihinsel bariyerlerine çarptığı için sağlıklı değildir.



Aslında salıncağın iki ucundaki tarihçi, aydın ve münevverlerin tutumundan bahsediyoruz. İki çevrenin de tarihle ilişki biçimi, tarihi şahsiyetleri değerlendirme şekli olması gerektiği kadar adil ve bilimsel değildir.



Bu belki de bağımsız akademi ve düşün dünyasında normal karşılanabilir. Herkes tarihi okuma ve anlama biçimini yansıtmakta özgürdür ve bu karşı tezlerin, fikirlerin doğmasına da yardımcı olabilir.



Resmi tarih tezinin sancıları


Ancak bu iki tarih tezinden ya da okuma biçiminden birinin, resmi tarih tezi olarak kabul edilmesi, okullarda zorunlu ders olarak okutulması sanırım tartışmanın çıkmaz bir sokağa sapmasına neden oluyor.



Burada cumhuriyetin kurucu kadrosunun tarih, dil, din ve kimlik tanımlarını, geri dönerek yeniden yorumlaması, son derece sübjektif ve adil olmayan tarzda, bunu tüm topluma (zorunlu eğitim aracılığı ile) dayatması, derin bir krizin başlangıcı olmuştur.


O nedenledir ki, örneğin Lozan'ın üzerinden neredeyse yüz yıl geçmesine rağmen hala itiraz ediliyor, kabullenilmiyor, eleştiriliyor. Lozan için Birinci Meclis döneminde yapılan tartışmalara bakacak olursak, aslında hiçbir zaman alkışla, sevinçle karşılanmış bir antlaşma değildi. Ancak Birinci Meclis tasfiye edilip, tüm muhalefet susturulup, ülke dikensiz gül bahçesine çevirilince, o zaman Lozan'ı bir destana çevirmekte sakınca görmedi yönetici elit.

Görmedi ama yaptığı şeyin yanlışlığı, yüz yıl sonra ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı tarafından tartışmaya açıldı.


Cumhuriyete minnet duymak ya da hatasını görmek


Cumhuriyetin dedelerimize, babalarımıza, bize, çocuklarımıza ve torunlarımıza hediye ettiği bir devlete olan minnettarlığı, sanırım kimse inkar etmiyor. Ancak tüm kuşaklara miras bıraktığı sorunları, çarpık anlayışları, derin toplumsal sorunları da görmezden gelmemizi gerektirmiyor bu minnettarlık.



O gün yanlış atılan bir temel, o gün yanlış iliklenen bir düğme, bugün karşımıza karmaşık ve çözümü zor bir sorun olarak çıkıyor. Kürt sorunu, din millet ilişkisi, Laiklik, eğitim sistemi, tarih anlayışı ve daha sayacağımız bir çok sorunun temeli o günlerde yanlış atıldı.


İşin garibi, bu yanlışları zaman içinde düzeltmeyi bırakın, bunları tartışmak, dillendirmek ve yazmak bile yasaklandı. O zaman sorun, gelecek kuşaklara aktarılmak üzere hep dondurulmuş oldu.



Tarihle hesaplaşmak mı, anlamaya çalışmak mı?


Tarihle hesaplaşmak, tarihi yeniden yazmak, sanırım çok doğru bir tabir olmasa gerek. Bizim, tarihi gerçekleriyle, bağlamıyla, o günün şartlarıyla birlikte yeniden anlamaya ihtiyacımız var.


Vahdettin'e yüz yıldır 'hain' denmesine rağmen, bunu milletin vicdanı kabullenmiyorsa, ortada bir yanlışlık var demektir. Yüzlerce 'kahraman' ya da 'hain' denen isimler için de bu durum geçerlidir.



Mahkum etmek ve suçlamak için değil, anlamak için yapılacak tartışmaların hepimize faydası var. Bir kazada hafızasını kaybetmiş insan gibi, gerçekleri hatırlamak ve anlamak ne kadar önemli bir şey değil mi?

#Tarih
#Lozan
#Laiklik
#Vahdettin
٪d سنوات قبل
Tarihle hesaplaşmak
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset