|
Şiddetle mücadelede 20 yıl

Kadına Yönelik Şiddet ile Mücadele 4. Ulusal Eylem Planı geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan tarafından açıklandı. Aile Bakanlığı’nın hazırladığı plan; kadına yönelik şiddeti önleyici mekanizmalarının devletin bütün birimleri ve toplumun her kesimi tarafından sahiplenilmesini sağlayacak adımları güçlendiriyor, yeni bir seferberlik başlatıyordu. “Şiddete sıfır tolerans” prensibinin uygulama sahasını genişletiyor, 2004 yılından bu yana atılan adımları daha da ileriye taşıyordu.

AK Parti hükümetlerinin kadın seçmen ile güçlü bağlar kurmasının sebeplerinin başında ilk yıllarından itibaren bu konudaki politikalarını kararlılıkla sürdürmesi gelir. Bu tutumu aynı zamanda seçmen halkalarının farklı kesimleri kapsayacak şekilde giderek genişlemesine de sebep oldu. Bu sebeple mi bilinmez, 2018’den bu yana AK Parti’ye muhalefet biçimlerinden birisi de bu konuda yani kadın meselesinde oldu. Kadın seçmen ile kurduğu organik bağı zedelemeyi amaçlayan kampanyalar, gerçekçi olmayan veriler, yalan haberler ve moral değerler üzerinden hamaset içeren kafa karıştırıcı söylemlerle özellikle WhatsApp guruplarında işlendi de işlendi. Bu, AK Parti için gerçekten bir imtihan konusu oldu. Bitmeyen tartışmalara da sebep oldu. Sadece içeride değil dışarıda da pek çok tartışmayı tetikledi. Ancak veriler bize başka bir şey söylüyor. Son 20 yılda Türkiye’de kadın profilinin değiştiğini, eğitim oranlarının neredeyse yüzde yüz arttığını gösteriyor.

2002-2003 arasında kadın okuryazarlık oranı %79,5, 20120 %95,3

2002-2003 arasında kız çocuklarının okullaşma oranı (ortaöğretim) %45,2, 2020 %84,8

2002-2003 arasında kız çocuklarının okullaşma oranı (yükseköğretim) %13,5, 2020 %46,3

Son 20 yılda kız çocuklarının eğitiminde büyük bir mesafe kat edilmiş. Bugün kadın nüfusunun %17,5’i üniversite mezunu. % 34’ü istihdamın içinde…

Bu veriler elbette daha da büyümeli ancak kadınların değişimine muhafazakâr siyaset ve iktidar öncülük ederken erkeklerin alanının daraldığını düşünen bazı guruplar da itiraz ediyor. Bugün gördüğümüz tartışmaya bu açıdan bakmakta fayda var.

Siyasetin arka planında önemli fikirler, ideolojik kavgalar ararız. Ancak çoğu zaman süslü lafların içine sarılmış “hınç meselesi” karşımıza çıkıyor. Birikmiş hınç duyguları siyasete sarılıp önümüze geliyor. Nietzche “Modernlik bir hınç bildirir, hınç duygusudur” derken sanırım aynı şeye vurgu yapıyor. Politikada başarı da bu hınçları bir aya getirip seferber etmekle sağlanıyor. Türkiye’de kadın haklarına karşı bir duruş ortaya koyan ve şiddetle mücadeleye muhalefet eden kesimlerin de ortak motivasyonunun savunulabilir haklı bir dava değil bir hınç meselesi olduğunu düşünüyorum.

“Siyasal İslâm’ın ateizme ittiği gençler…”

“Öyle mi” acaba? Alman medyasının ve diğer Batı medyasının son günlerde çok itibar ettiği bu konuya ilişkin geçen hafta bir video seyrettim. İnfiale filan da kapılmadım. Her çağda yaşanan bir şey yeniden pişirilip yeni bir şeymiş gibi önümüze servis dilmiş…

Aydınlanma Çağı ile birlikte mevcut tüm yapılar altüst olurken imparatorluklar, devletler yıkılır, kurulurken her şey gibi “din” de sorgulanmış. Her dönemim ateistleri din değiştirenleri olmuş. Tevfik Fikret’in papaz olan oğlu, Fatma Aliye’nin rahibe olan kızı çok tekil örnekler değildir. Osmanlı’nın son dönemine damga vuran dini bütün paşaların, mebusların çocuklarının hikâyesi de farklı değildir. Avrupa’ya eğitim için gönderdikleri çocuklar ateist olarak geri dönerler. Bunlardan birisini ben de tanımıştım. Osmanlı Meclis’inde mebusluk yapmış bir paşanın çocuğuydu. Almanya’ya mimarlık eğitimi almaya gitmiş, deist olarak dönmüştü. Böyle bir aileden gelen psikiyatrist Mustafa Merter bu değişime hem kendi hikâyesini anlatırken de hem da bir üst kuşağının hikâyesini anlatırken çok vurgu yapar. Türk eğitim sitemini yapılandıranlardan biri olan John Dewey deisttir. Cumhuriyetin ilk yıllarına ve sonrasına damga vurmuş birçok yazar-şairi de sayabiliriz. Bu konu eğitimle de sınırlı değil elbette. Nihilizm, deizm, ateizm ya da dinin ve hayatın anlamını sorgulayanların sayısının artmasına her keskin dönemeçte, her çalkantılı dönemde rastlanır. Çağın ve zamanın akışı içinde insanların inanç ile bağları değişir; bazen gevşer, bazen kopar, bazen de güçlenir. Kimliğin bir parçası olan dini arayışlar engellenemez. Bu nedenle geçenlerde izlediğim, ateizme ve radikalizme kayanları ele alan dosyanın amacını merak ettim. Alman medyasının radikalleşen ya da inançsızlığı seçen gençlere gösterdiği ilginin illâki bir amacı vardır. Eğer diyorsa ki Türkiye’de din baskısı var; hikâye yanlış. Burada tam tersini anlatıyor. Yok, diyorsa ki; İslâmcı bilinen bir iktidardan deist ya da radikaller çıkıyor bu da mânâsız. 84 milyon nüfusu olan bir ülkede bu da normal. İnsan sayısı kadar insan hikâyesi var. Varılmak istenen nedir? İnanç kolektif değil bireysel kimliğin bir parçasıdır. Ayrıca geçen on yılda gördük ki; Avrupa’nın en gelişmiş ülkelerinden IŞID’e savaşçı yazılanlar, onlara gelin gidenler terör örgütlerine kaydolanlar çıktı. Sayıları hiç de az değildi.

Bu konunun biz mütedeyyin muhafazakâr çevreleri ilgilendiren bir tarafı var ki; o da bizim din yaşantımızla ilgili tutarsızlıklar, akıl dışı tartışmalar, dini kariyer haline getirenlerin, araçsallaştıranların çok çok görünür olması. Bu, gençleri din düşüncesinden soğutuyor. Onlarda sarsıcı kimlik tartışmalarına sebep oluyor…

Siyasal İslâm’ın ateizme ittiği gençler kadar laisizmin, seküler dünyanın, tüketim kültürünün hedonizmin, bilimin tanrısallaştırılmasının İslâm’a ittiği gençler de var. Biz bu gençlerdendik. Bu konuları tek taraflı, sunulan başlıklarla değil de “acaba” diyerek ele almakta fayda var. Ayrıca din, üzerinde düşünülecek bir şeydir. Sonuç ise kişiye özeldir. Allah hepimize mutmain bir kalp nasip etsin.

#Şiddet
#Mücadele
#Kadın
#Siyasal İslam
il y a 3 ans
Şiddetle mücadelede 20 yıl
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…