|
"Allah yüzünüzü güldürsün"

Peygamberimiz, bir müminin diğerine "Allah senin yüzünü güldürsün," şeklinde dua etmesini tavsiye etmiş. Bu dua İslam"ı öğrendiğim yıllarda en sevdiğim dualar arasında yer almıştı. Arapçasını da ezberlediğim nadir dualardan birisi olmuştu.

Annem çok gülmeyi "hangırdamak" tabiri ile kullanırdı. "Aman kızım, fazla hangırdamayın yanlış anlarlar" sözü Kayseri terbiyesi ile yetişen bir kız evladı olarak çocukluğumdan beri kulaklarımda olsa da isyan ettiğim bir cümleydi. Sonraları erkek güruhunu alabildiğine özgür bırakıp kadınları alabildiğine sınırlandıran, mutsuzluğu erdem ve ciddiyet kabul eden terbiye anlayışını çok eleştirsem de çocukken kulağımıza küpe edilen bu sözlerin kadın-erkek hepimizin bilinçaltını etkilediğine eminim. Belki de bu nedenle "kahkaha" açıklamasını duyunca yadırgamadım. Bu nereden çıktı da demedim. Sadece malum Anadolu terbiyesi ile yetişen bir erkeğin kadın bakışının dışavurumu olarak düşündüm. Ayrıca muhafazakâr olsun olmasın birçok erkeğin dile getirmese de böyle düşündüğüne eminim. Çok gülmeyi hafiflik sayanlar için TUİK verilerine ihtiyacımız yok. Tamamına yakını desek yanlış olmaz. Sadece kadınları terbiye etmeyi ahlak sayan anlayışa; mutsuzluğu, çileyi, acıyı yücelten bir din anlayışı da eklenince asık suratlılık neredeyse dini bir emre dönüşüyor. Tabii ki hangi din anlayışı sorusu burada da karşımıza çıkıyor. Bu nedenle kadın konusunda toplumsal zihniyeti değiştirmek için önümüzde zaman alacak uzun bir yol olduğunu düşünüyorum.

...

Biz 1980 sonrası kuşağını temsil eden dindar kadınlar, erkek odaklı bu din anlayışını eleştirdiğimizde duymadığımız laf-söz-hakaret kalmamıştı. Bu nedenle Müslüman kadının nasıl olması gerektiğine ilişkin söylevleri de yakından biliriz. Bizim kuşağımız buna teslim olmadı, kendi çizgisini oluşturdu. Bizden önceki kuşakların tohumunu attığı, bizim daha farklı noktalarda devam ettirdiğimiz ve geliştirdiğimiz "İslam"da kadın" tartışmasının devam etmesi gerekiyor. İlahiyat profesörü Faruk Başer"in dünkü "İslamlaşmanın Afetleri" isimli yazısındaki vurgu da bu tespiti haklı çıkartıyor. Bu yazıdaki eleştirilerin ve tespitlerin haklı yönleri olsa da her türlü toplumsal bozulmanın odağına yine kadın unsurunu yerleştirmesi, bu yaklaşımı değiştirmeye yönelik çabaların devam etmesi gerektiğini bir kez daha gösteriyor. En azından kızlarımızın geleceği için. Modernleşmenin ve kapitalizmin afetlerinden korunmanın vebali tek başına dindar kadına yüklenemez.

Ancak burada bir gözlemimi de paylaşmak isterim. Bizim kuşağımızın kadınlarının alışık olduğu mücadele ruhunun yeni kuşak dindar kadınlarda olduğunu düşünmüyorum. Onlarda hakim olan yer yer uyumlu yer yer umursamaz tutum, fikri tartışmaların da önünü kapatıyor. Bizim kuşak mücadelesini, hem kendi mahallesindeki erkek merkezli din anlatısına hem de laik mahallenin sınırlandırıcı önyargılarına karşı vermişti. Gördüğüm kadarı ile yeni genç kuşak bu mücadeleyi hafife aldığı gibi kadınları özgürleştirici adımları ve olumlu gelişmeleri yeterli sayıyor ve sorunlu alanları görmüyor. En azından fikren ve söylem olarak itiraz etmiyorlar. Kadın konusunda zamanında önemli olsa da bugün için pek de hükmü kalmayan, zararsız konular üzerinden bir söylem dili oluşturuyorlar.

Oysa bu mücadelenin sonraki nesillerde de devam etmesi gerekiyor. Çünkü masum erkek/fitne unsuru kadın ekseni içindeki yorumlar hakikati değil ataların bakışını yansıtıyor. Biz yine de hakikatin peşinden gidelim diyerek "Allah yüzünüzü güldürsün diye dua edin" hadisini sünnette uyarak tekrar etmek istiyorum. Peygamberimiz bu duayı sadece erkeklere hasretmemiş. Tüm müminleri kapsayacak şekilde tavsiye etmiş. Ahlak ve erdem sahibi olmayı da böylesine şartlara bağlamamış.

SERT İSLAMCI DALGAYA HAZIR MIYIZ?

Bölgedeki gelişmeler, selefiler, cihadçılar, ID cephesinde yaşananlar sert ve çok da hazırlıklı olmadığımız bir İslamcılık akımının dip dalga olarak geldiğini gösteriyor. Bu dip dalganın geldiğini herkesten önce görsek de bu dalgaya hazırlıklı olmadığımız bir gerçek. Doksanlı yıllarda Türkiye"de şeriat isteyenlerin oranının %18- 2008 yılında ise % 8 olduğu göz önüne alınırsa, giderek güçlenen bu dalgaya toplum giderek daha hazırlıksız hale geliyor.

...

Baskının yoğun olduğu ortamlarda ideolojik tartışmalar daha keskin yaşanır. Türkiye"nin laik kodlarının en fazla ön planda olduğu zamanlarda İslami yaşamın ancak bir İslam devletinde mümkün olduğu, bunun nihai amaç olarak öncelenmesi gerekip gerekmediğini tartıştığımız zamanlar çok olmuştu. Ancak bu tartışmalar o yıllarda bile çok taraftar bulmaz, demokratik bir devlette de Müslümanca yaşamanın mümkün olduğunu savunanların sayısı hep daha çok çıkardı. Bu tartışmanın hiç bir cephesinde ise hiç bir zaman Milli Görüş ekibi yer almaz, siyasal rejim tartışmasına hiç girmezlerdi. İran"ın empoze ettiği İslam devrimi fikrine de hiç bir zaman sıcak bakmazlardı. Diğer taraftan aynı ekip selefi akıma da sıcak bakmazdı. Onları "mezhepsiz" olarak tanımlar ve uygun bulmazlardı. Bugün de her iki konuda da aynı kanaati taşıdıklarına eminim. Demokrasi içinde kalarak dini hayata özgürlük getirmeyi hedefleyen bir siyasal yaklaşım, iktidar olunca da bu bakışını değiştirmedi. Elbette katı laik önyargılar ile İslami kesimlere de yaklaşmadılar. Ancak mesafelerini de korudular. Bu nedenle şimdilerde iktidara yapıştırılmaya çalışılan "İrancılık" ya da "Selefilik" etiketleri gerçeği yansıtmıyor.

Diğer taraftan yüzeye çıkmaya başlayan bu sert radikal İslamcı dalgaya Türkiye ölçeğinde hiç bir kesimin hazır olduğunu zannetmiyorum. Bu hazırlıksız olma halinin sonuçları konusunda ise endişe taşımamak mümkün değil. Yine Türkiye ölçeğinde İslamcı kesimin kendi aralarındaki fikri tartışmalarının giderek azalmasının da bu hazırlıksız ortamı beslediğini düşünüyorum.

10 yıl önce
"Allah yüzünüzü güldürsün"
KGF’nin ayrıntıları netleşti
Kara dinlilerle milletin savaşı
Yeni kriz: Suriyeli Kürtler
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek