|
Arap Baharı’ndan geriye ne kaldı?

Obama’nın Kahire’de İslam dünyasına bahar dalı uzatmış gibi görünen ve İslam dünyasında sempatiyle karşılanan konuşmasının ardından Arap Baharı’nın fitili 10 yıl önce bugünlerde ateşlendi. Tunus’ta 17 Aralık 2010’da İbrahim Bouazzi isimli bir seyyar satıcının kendini yakmasıyla başlayan protesto gösterileriyle dünya Arap Baharı’ndan haberdar oldu. Bu fitil sadece Tunus’takileri değil Mısır ve Yemen olmak üzere 3 ülkede değişim isteyenleri sokağa döktü. Tonlarca yazı kaleme alındı, Orta Doğu’da değişimin başlangıcı olarak görüldü. Sosyal medyanın yardımıyla da halk hareketiyle demokrasi geliyordu….

Aynı yıl katıldığım uluslararası bir kitap fuarında bu konuda yazılmış onlarca kitabın ne ara yazılıp basıldığına bir türlü akıl erdiremesem de “Arap Baharı” ismi çok cazip gelmişti. Öyle ki üşenmedim değişimin kadınlara etkilerini görmek üzere Tunus ve Yemen’e gittim. Oradan da çok umutlu dönmüştüm. Diktatörler gitmişti, ülkeler daha demokratikti. Kadınlar daha etkindi. Zaten onların deyimiyle “devrimin” bayrağını onlar taşımıştı. Sokak memnundu kısaca. İnsanlar gidip gidip Bin Ali’nin terk ettiği evinde pozlar veriyorlardı zafer işaretleriyle. Sosyal medya bu değişim sürecinde öne çıkmış, göz bebeği olmuştu. Mısır’da kadınlar evlerinden çıkmalarına babaları izin vermese de sosyal medyadan devrime destek verdiklerini söylüyordu.

Şimdi tüm bunların ardından tam 10 yıl geçti. O bahar Tunus haricinde kışa döndü. Obama gitti, Suudi Arabistan devreye girdi. Bir tek Tunus iç çalkantılarına rağmen eski ve yeni güçlere teslim olmaya direniyor. Bunda Nahda Partisi manevi lideri olan Raşid Gannuşi’nin uslup ve tarzının etkisi büyük. Muhalefet de bu nedenle sürekli onun üzerine yükleniyor. Diğer taraftan Fransız etkisi hem sermaye gruplarıyla hem de kültürüyle sürüyor. Tunus’da eğitimin düşüncenin dili Fransızca olsa da herkesin talebi farklı:

Sekülerler, İslamcıların olmadığı kendi fikirlerinin hakim olduğu bir demokrasi.

İslamcılar, sekülerlerin baskılarına maruz kalmadıkları bir demokrasi.

Halk, taleplerinin karşılandığı bir demokrasi.

Sendikalar, sahip oldukları örgüt ve kitle desteğini öne çıkararak siyasi partileri yönetmek.

Aydınlar, Fransa’dan destek almaya devam etmek.

Siyasi partiler, seçimle elde ettikleri gücü sistemin diğer aktörleri üzerinde daha çok kullanmayı, kadınlar da daha etkin oldukları bir demokrasiyi isterken ikiye ayrılıyor. Seküler kadınlar dini çevrelerin baskısını, dindar kadınlar da sekülerlerin baskısını istemiyor.

Fransızlar’ın ise daha çok imtiyaz, siyaseti yöneterek kaynakları ve şirketleri kendi lehlerine kullanmaları mümkün olduğu sürece tüm bunlara itirazları yok.

Özetle her ülkede değişen bu farklı taleplerde uzlaşma yukarıdaki koşullarda kısmen Tunus’ta sağlandı. Ancak geri kalan ülkelerde ise bu kavram çöp oldu.

2020’YE BAY BAY DERKEN…

Karantinanın hayatımıza girmesiyle bu yılı daha çok izleyici olduk.

Sosyal medyada en çok ev halini gördük.

O kadar çok sağlık gurusu dinledik ki pandemi ile ilgili yetkinlik alanı kimde bir türlü karar veremedik. Pandemiyi yorumlamak kimin işi olmalı sorusundan bezdik.

Aklımda kalan sorular şunlar oldu….

Akademik ünvan insanı bilim adamı yapar mı? Bir bilim adamının yeterliliğini nasıl anlarız? Google veri tabanı bilmek için yeterli mi?

Bilim reyting aracı olursa başımıza neler gelir?

Bilim gazeteciliği neden önemli? Neden bizde yok….

Sosyal medya dezenformasyonuna karşı en etkili ilaç hangisi?

Bu yıl en tartıştığımız konulardan birisi İstanbul Sözleşmesi konuş oldu. Muhafazakar kesim ikiye bölündü. Destekçileri ve aleyhtarları. Bu konu tüm siyasi tartışmaları bastırdı. En çok erkekler konuştu, bunun üzerinden kendilerine yer edenler çok oldu. Eski ve yeni arasındaki bu tartışmada yine kadınlar arada kaldı en çok onlar zarar gördü. Son derece mahalli, kısıtlı ve yavan argümanlarla süren bu tartışma herkese çok vakit kaybettirdi.

Pandemide ben de Yahudilerin Ortodoks mahallerini anlatan dizilere pek bi merak sardım. Başta çok sıkıcı gelen diziler kısa sürede o kadar çok şey aşina geldi ki… Zihnimde kalan “Zaman değişir ama Yahudi olduğu gibi kalır” sözü oldu. Bunu dayatanlar ile tam tersini savunanlar arasındaki mücadele başka dinlerde de yaşanmıyor mu? “Değişim tavizdir” diyenlerle, “Sabit olanla hareketli olması gereken arasındaki ayrım yapılmalı” diyenler arasındaki tartışma siyasi, dini her çevrede yaşanıyor. Bize köprüler lazım diyenlerle duvarlar lazım diyenler arasındaki tartışma. Ben köprüler lazım diyenlerin yanındayım.

#ABD
#Arap Baharı
#Tunus
3 yıl önce
Arap Baharı’ndan geriye ne kaldı?
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…