|
Charlie Hebdo

Charlie Hebdo dergisinde 12 kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıyı bir Müslüman olarak hiçbir savunma ve suçluluk psikolojisine girmeden lanetliyorum. Ne saldırının gerekçesi ne yapanların kimliği ne de Fransa’nın tarihteki veya bugünkü tutumu bu saldırıya gerekçe oluşturmaz. Hele de İslam’ın kendisi.

Meselenin özünde ise elbette kutsallık mefhumu kadar fikir özgürlüğüne saygı konusu da yatıyor. Bu noktalarda ise İslam’ın çeşitli bakışlarından ziyade Peygamberin hayatına bakmak gerekir.

İslam Peygamberinin kendi hayatı, inançsız insanların saldırılarıyla nasıl baş ettiğine ilişkin örneklerle doludur. Kendisiyle başta aile üyeleri olmak üzere Mekke ahalisi alay etmiş, hor görmüş, üzerine pislikler atmış, suikast düzenlemiş, verdikleri eziyetlerle hicret etmesine sebep olmuş, ticari ve sosyal bir boykotla iki yıl açlığa mahkum etmişlerdi. Müslümanlardan hiçbir şey alıp satmayarak yalnızlaştırmışlar, taşa tutmuşlar, güç yetirebildikleri köle Müslümanlara karşı ağır işkenceler yapmışlardı. Tüm bunlar olurken Peygamberin tutumu ortadır. Ve Mekke’de nazil olan Kâfirûn Suresi bu noktada Peygamberin metodunu özetler. Değil yüzyıllar sonra alay edenlere, hayattayken bizzat eziyet ve alay edenlere karşı Hz. Muhammed’in ve Kur’an’ın tutumu ortadadır. Onları Allah’a havale eder.

“De ki: Ey kâfirler

Tapmam o taptıklarınıza!

Siz de benim kulluk ettiğime tapanlardan değilsiniz.

Hem ben tapıcı değilim sizin taptıklarınıza.

Hem de siz, benim kulluk ettiğime tapıcılardan değilsiniz.

Sizin dininiz size, benim dinim bana!”
AKADEMİSYEN DEĞİL AKILDANELER...

Bir taraftan canlı yayında yeni saldırılar ve zanlıların kuşatılma görüntülerini izlerken diğer taraftan konuyla ilgili alakalı alakasız yazıları okuyorum. Alakalı alakasız diyorum zira en aklı başında akademisyenler bile olayı Türkiye ezberlerini tekrar ederek yorumluyorlar.

Charlie Hebdo saldırısı sadece Avrupa’daki İslam düşmanlığını değil, bizdeki düşmanlığı /hadi biraz yumuşatalım İslam’a karşı pozitivist önyargıları da güçlendirdi. Öyle ki Ruşen Çakır tarafından alıntılanan Paris’te yaşayan değerli akademisyen Nilüfer Göle’nin yorumlarını şaşırarak okudum. Ruşen Çakır “Peki ne yapılabilir?” diye soruyor. “Eğer Türkiye’de, bundan mesela 5 yıl önceki, Batı’nın da önem ve değer verdiği AKP iktidarı olsaydı ve bu iktidar bu barbarlığa karşı net bir şekilde çıkabilseydi belki bir şeyler olabilirdi. Ama böyle bir şey olacağa benzemiyor. Bu yüzden feci bir durumdayız.”

Türkiye’nin gücünün ve dünyaya etkisinin sadece AK Parti cenahı tarafından abartıldığını düşünürdüm. Onların da bunu “helvele” kıvamında stratejik bir algı yöntemi olarak yaptıklarını biliyorum.

Ancak anlaşılan o ki bu algı yönetimine Nilüfer Göle gibi dünyayı sağduyuyla okuyabileceğini düşündüğümüz bir sosyolog bile kapılabiliyormuş. Hayret ki ne hayret! Çünkü Göle Fransa’daki saldırıyı “AKP iktidarının batı yönünde ilerlememesi ve barbarlığa karşı net şekilde çıkamaması” ile bağlantılandırmış. Türkiye’nin bölgedeki etkisini büyük gören sadece iktidar partisi değilmiş.

Ayrıca olayları komplo teorileriyle yorumlayanlar sadece İslamcılar değilmiş.

Bir de ne çok gerçek İslam bilgini varmış. Eleştiriye, olayın kendisinden, bunun sosyal siyasal sebeplerinden değil de İslam’dan başlanması da ayrıca mühim bir konu. Yoksa Türkiye’de her şeyi olduğu gibi İslam’ı da yine en iyi bilenler malum kesim. Hay Allah! Ne diyelim akıldanelerimiz bol olsun.

AVRUPA BENİM/ ZEYNEP ATİKKAN

Batı Avrupa’da sağın yükselişini anlatan ve beş yıllık bir araştırmanın ürünü olan Zeynep Atikkan’ın ‘Avrupa Benim’ kitabını özellikle şimdi okumak gerekiyor. Bilhassa haybeden konuşmamak için. Olayları izlerken bu meseleleri en iyi kim bilir derken Zeynep Atikkan’ı aradım. Bu konuşmadan kısa bir özet geçmek istiyorum... “Kitabımın önsüzünde bir çatışmadan ve bu çatışma alanının Avrupa olmasından korkuyorum, yazmıştım. Gördüğüm kadarıyla bu Fransa oluyor. Fransa diğer Avrupa ülkelerinden farklı. Bu olayların uzun süredir bilincindelerdi. Ancak göç politikasına bir türlü karar veremediler. Asimilasyon politikalarını değiştiremediler. Orada da Fransız oluyorsun. İdeal modelleri Charles Aznavour’dur. Ermeniliğini kenara koyan, güzel Fransızca konuşan, cumhuriyet değerlerine uyumlanan falan. Fransa göçmenlere ‘Böyle olacaksan varsın yoksa yoksun’ dedi. Fransız politikacılar tehlikeyi gördüler ama çözüm noktasında çok ciddi ve kararlı davranamadılar. Özellikle de Sarkozy büyük hasar verdi. En geri söylemleri geliştirdi. Le Penn’den daha radikal davrandı. Avrupa solunun bir kısmı da onu destekledi. O dönem Fransa başını kuma gömerek büyük hasar aldı. Avrupa içinde Arap dünyası ile en yakın ülke olan Fransa’da bu saldırının olması ayrıca manidardır.”

Daha önce röportajlarında “İslam bir kanserdir diyen liderlerin partilerine ben aşırı sağ derim” diyen Atikkan’ın kitabı Avrupa’nın sorunlarına bakışımızda önemli pencereler açıyor. “Avrupa’da aşırı sağın yükselmesinin temelinde Asya, Afrika ve Ortadoğu’dan gelen göçmenlere karşı gösterilen tepkinin örgütlenebilmesi var. En ön sırada da Müslümanlara karşı üretilen ön yargılar geliyor!”

#Charlie Hebdo
#Müslüman
#Mekke
#Hz. Muhammed
٪d سنوات قبل
Charlie Hebdo
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü