|
Devlet ve kadın

Bu başlık altında öyle çok ciddi bir şeyler yazmayacağım. Yani öyle devlet politikaları ve kadın falan gibi mevzulara da girmeyeceğim. Fazla miktarda ciddiyetten ve aynı konular etrafında dönüp durmaktan yorulduğumuzu düşündüğüm için bugün biraz magazin yazmak istedim. Magazin dediysem de öyle fasa fiso değil elbette.

Efenim mevzu büyük devlet liderlerin eşlerinin bakışı üzerine. Konu bir sohbette bir beyin fırtınası olarak şekillendi. Bilgilerimizi birleştirip, devletlerin başkanlarının "sahiplenme duygusu" üzerinde ittifakımız güçlenince, Fransa Cumhurbaşkanı"nın çapkınlık hikâyesine de başka bir pencereden bakmaya çalıştık.

Temel sorumuz şu oldu. "Bu tarz olayları yorumlarken; mevzûya kendiliğinden olan bir süreç olarak değil de "devlet"in pozitif veya negatif stratejik planlaması ya da intikamı olarak bakabilir miyiz?"

En süper devletten başlayalım.

Obama"nın, hem de Mandela"nın cenaze töreninde Danimarka"nın Bayan Gucci lakaplı sarışın ve güzel başbakanı ile samimiyetinin yansıdığı fotoğrafın sebep olduğu fırtınalar hiç de gizlenip Beyaz Saray kapılarının ardında bırakılmadı. Ki olayda iki ülke başkanının gülümseyerek poz vermeleri dışında bir sorun görünmüyordu. Dozaj Amerikan toplumunun tutucu olduğu göz önüne alınarak ayarlanmış gibiydi. Başkan Obama"nın verdiği her resim karesinin ve o karenin içinde kimlerin nasıl ve hangi pozlarda olacağını planladığını bildiğimiz Amerikan devletinin neden böyle bir resmin ortaya çıkmasına fırsat verdiğini tabii ki bilmiyoruz. Ancak Saray halkının Başkan"ın eşinden memnun olmadığı kulislerde dedikodu olarak yazılıp çiziliyordu. Michelle Obama"nın yardımcı kadrosunun büyüklüğü, aşırı disiplinli hali, eşi üzerindeki etkisinin rahatsız edici bulunduğu söyleniyordu.

Anlaşılan o ki büyük devletler güçlü kadın figürlerini sevmiyorlar. Başkanın güçlü görünüm vermesi beklenirken, eşinin onun arkasında ve gerektiği miktarda gerektiği yerde temsil ile yetinmemesi pek onaylanan bir tutum olarak görülmüyor. Eh maskülen iktidarı simgeleyen "devlet" mekanizmalarından tersi bir tutum beklemek pek mümkün değil. Nitekim Hillary Clinton"ın başına gelenler de bu tezi doğrular mahiyette. Beyaz Saray"daki bu hadisenin hem kendisi hem da başkanlık süresinin bitimine yakın deşifre edilmesinde devletin derin katkısı göz ardı edilemez.

Bu arada Fransa"nın da böylesine "devlet" işlerindeki yeteneğini tarih doğruluyor. Tabii ki film biraz daha Fransız stili yapılıyor.

Bu pencereden bakınca Cumhurbaşkanı Hollande"ın oyuncu Julie Gayet ile ilişkisi ve bunun haber yapılma süreci "Olay acaba planlanmış mıydı?" sorusunu ister istemez akla getiriyor.

Zira Hollande kamuoyunda, cesur kararlar alamayan, zayıf bir cumhurbaşkanı portresi çiziyordu. Oylarında %7"lik bir düşüş tespit edilmişti.

Cumhurbaşkanlığının sosyal, liberal bir dönüm noktasında olduğu söyleniyordu. Sonuçta nükleer sermayesi olan bir devleti yönetiyordu. Şimdiye kadar sorunların çözümüne ilişkin radikal kararlar ortaya koyamamış, kararlı güçlü bir liderlik imajı çizememişti. Elysee Sarayı"ndaki Valerie Trierweiler"in Hollande"a olan etkisi ise herkesi rahatsız ediyordu.

Hollande"ın korumalar eşliğindeki motorize çapkınlığının haber olması böyle bir zaman diliminde gerçekleşti. Fransa, gelenekleri ve toplumsal değerleri itibarı ile bu tarz olaylardan negatif olarak etkilenecek bir ülke değildi. Neyi görüp neyi görmeyeceği konusunda Fransız basını oldukça idmanlıydı. Nitekim Chirac"ın gayrimeşru ilişkilerini ve 20 yaşına kadar gayrimeşru kızını sır olarak saklayan bir devlet ve basından söz ediyoruz.

Görünen o ki Hollande"ın hikâyesi imaj güçlendirici bir unsur olarak deşifre edildi. Olaydaki sevgilinin ve hikâyesinin de itina ile seçilip belirlendiğini düşünüyorum. Böylece Cumhurbaşkanlığı Sarayı"nın hâkimi olmaya çalışan Trierweiler"e bir ders verilmiş oldu. Elysee Sarayı"nın 3 milyon Euro değerindeki antikaları da bu işin küçük bir bedeli oldu. Hollande"ın imajı güçlendi, %4"lük oy oranı arttı, kazanan Fransa oldu!

Sarkozy ve Carla hikâyesine de bu gözle bakınca neden olmasın diyor insan.

Eh senaryolar sadece filmler için yazılmıyor.

SURİYELİ KADINLAR...

Mehveş Evin"in Suriyeli göçmenlerin hayatından farklı kesitleri anlatan başarılı röportaj serisini okurken özellikle kadınların hikayesine odaklandım. Röportaj uluslararası anlaşmalarda masaya hiç gelmeyen ve gelmeyecek olan bir meseleyi gözler önüne seriyordu. Vizelerin kalkması ile birlikte bölgede Suriyeli kadın kuma (çoğu çocuk yaşta) alma meselesinin önemli bir sorun olduğunu görmüştüm. Geçen hafta da bunu yazdım. Ancak bu meselenin bugün geldiği boyutlar gerçekten çok iç acıtıcı. Irak savaşı esnasında kimsesiz, çaresiz kadınların ve kız çocuklarının körfez merkezli fuhuş ticaretinde nasıl kullanıldığı, kaybedildiği uluslararası kuruluşların raporlarında tespit edilmiş durumda. Şimdi ise benzeri trajediyi Suriyeli kadınlar yaşıyor. Savaş; zirvelerde, masalarda bilek bükme, uluslararası güçler, büyük oyunlar şeklinde global kavramlarla yorumlanırken, kadınlar ve çocuklar cephesinde bambaşka bir hale dönüşüyor. Bir kadın olarak dış politikaya bakarken bu noktaların masaya hiç gelmediğini bilsem de hassasiyetle üzerinde durmamız gerektiğinin altını çizmek isterim. Diğer taraftan Suriyeli kadınlara yardım götürürken onların sömürülmelerini engelleyecek mekanizmalar üzerinde de çalışmak lazım. Kamplarda kalan kadınları korumak mümkün. Ancak kamplarda kalamayan Suriyeli kadınlar ne olacak? Onlara battaniye ve yemek götürmek kadar, onları kadın oldukları için sömürülmekten nasıl koruruz sorusu üzerine de çalışmalıyız.

Savaşların sonuçları sadece ekonomiyi, siyaseti ve coğrafyayı etkilemiyor.

Hesap günü soruları ise galiba siyaset, ekonomi ve coğrafya dışından geliyor.

10 yıl önce
Devlet ve kadın
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü