|
Dini eğitim

Geçenlerde Almanya’da yaşayan bir Türk kadın ilahiyatçının davetiyle ağırlıklı olarak papazlardan oluşmuş bir gruba “Müslüman ülkeler ve Türkiye’de kadın” üzerine bir sunum yaptım. Oradaki tartışmalardan ziyade beni davet eden grup çok ilgimi çekmişti. Her birisi ile tek tek tanıştım. İsimlerini izin almadığım için yazmıyorum ama yaptıkları işler aşağı yukarı şöyleydi:

...Lisede müdür yardımcısı; matematik, biyoloji, felsefe dersleri veriyor.

...Okul müdürü; İngilizce, tarih ve Protestan kilisesi tarihi öğretmeni.

...Papaz; hastanede danışman olarak görev yapıyor.

...Papaz; Kiliseler Birliğinde kadın erkek eşitliğinin tartışıldığı bir bölümü yönetiyor.

...Hemşire; bebek ve doğum bölümünde kiliseye bağlı olarak çalışıyor.

...Sosyal pedagog; kilise içinde çalışıyor, ruhsal sorunları olan insanları rehabilitasyona yönlendiriyor.

...Din pedagogu; ana okul öğretmenlerine eğitim veriyor.

... Sosyal pedagoji ve spor dersi öğretmeni; ilkokul öğretmenlerine din dersi eğitimi veriyor.

... Papaz; 100 normal okulda din dersi öğretmenlerinden ve dini eğitim içeriklerinden sorumlu.

Çoğunluğu Alman Protestan olan grubun üyelerinin tamamı “dini pedagoji” alanında uzmandı ve Kilise’ye bağlı çalışıyorlardı. Almanya’da dini pedagoji alanında uzman eğiticilerin ana okuldan itibaren her düzeyde okulda görev aldığını, din dersi verecek eğiticilerin mutlaka özel bir eğitimden geçtiğini bu vesile ile öğrendim.

Dini pedagoji, bizim ilahiyat ve eğitim fakültelerimizde ne kadar yer alıyor bilmiyorum. Ancak (inançlı ya da inançsız) bir ülkenin kültürünün ve kimliğinin önemli bir parçası olan dini eğitim; ilahiyat bilgileriyle eşdeğer önemde yer alan pedagoji ile birleştirilerek verildiğinde insana katkı sağlayabilir.

İlahiyat eğiticilerin mutlaka bu iki alanda uzmanlaşmış olmaları gerekiyor. Aynı şekilde dini çocuk kitapları da mutlaka böyle bir gözle değerlendirilmeli. Dini eğitim diyorsak eğitim biliminin evrensel metotlarına ihtiyacımız var. Yoksa şimdiye kadar olduğu gibi herkes kafasına göre bir dini eğitim vermeye kalkar, herkes kendi müntesip olduğu yolun dinini anlatır ya da anlatamaz.

Bugün yaşadığımız tabloda olduğu gibi anti dindar ya da dindarlık görüntüsü altında bir türlü dinini öğrenemeyen nesiller kısırdöngüsü devam edip durur.

...

İslami kesimde ilk anaokulu fikrini geliştiren kuşağız. Şimdiki gibi her mahallede üç değil hiç anaokulunun olduğu dönemlerde bunu elzem bir ihtiyaç olarak görüp, bir proje olarak çalışmıştık. Başörtüsü yasaklarının en yoğun yaşandığı, evlere çekildiğimiz yıllardı. Önce ev ana okulları kurduk. Elif Yuva fikri oradan doğmuştu. Eğitim konusunda eğitimli arkadaşların rehberliğinde organize olduk. Metot arayışları, eğitim önceliklerimiz, içeriklerin sunulması, hizmetkarlık gerektiren işler falan derken bu alandaki eksikliklerimizi yakından gördük. Her şeyden önce bir metodolojimiz yoktu. “Neyi nasıl anlatacağız? Önceliklerimiz neler olacak? Çocukları yemeğe besmele ile başlatmak, iki-üç dua ezberletmek yeterli başlangıç mıdır? Yaratılışın ve ilahiyatın özünü oluşturan soyut kavramları nasıl verilmeli” derken çareyi bu alanda özgün bir bakış ve çalışma ortaya koyan Necla Koytak rehberliğinde bir eğitim grubu kurmakta bulduk. Bugün hala devam eden “Anne Eğitim Seminerleri” de bu çekirdek çalışmadan neşv-ü nema buldu. Bendeniz sabırsızlığımla bu eğitimlere üç yıldan fazla devam edemesem de halimizi görmeme vesile oldu. Sonraki yıllarda özel sektörde bu talebe cevap veren anaokulları açıldı. Çocuk ağızlardan çıkan her dua bizi sevindirdi. Amma velakin gerçekten dini eğitim bu mudur hala bilmiyorum...

DİNDARLAŞIYORUZ DERKEN UZLAŞMAZ ÇELİŞKİLERİMİZ...

İki ay önce Diyanet Dergisi’ne yazdığım bir yazıdaki gözlem ve tespitlerim vesilesiyle pek çok soru ile karşılaşıyorum. Doğrusu tespit yapmak işin en kolay tarafı. Zor olan çözüm noktasında metotlar ortaya koymak.

Çağın bizi sürüklediği bir yerde her birimiz kendimizce bir duruş belirlemeye çalışıyoruz. Bu duruşun da dini bir iddiası olsun istiyoruz. Belki de işin büyüsünü bozan şey bu ‘iddia’. Normal, sıradan, iyi bir insan olmakla yetinebilsek belki her şey bambaşka olacak. Ne ‘öteki’ni unutacağız ne de hakikati!

Bir de bunun tam tersi, yazıda sözünü etmediğim, başka yazılarda yer yer değindiğim gençler var. Kapitalizmi yok etmekten dünya sistemini değiştirmeye çok büyük meseleleri dert edinmiş, felsefe ve teorik tartışmalarda muhteşem ama hayatın kendisi ile sıcak temasta ne olacaklarını kestiremediğimiz...

“Hem dindar, hem egoist, hem de narsist “olunamayacağını öğretemediğimiz... Özgüvenli olsunlar derken mütevazilik dozunu eksik bıraktığımız bir nesil bu. Belki biz de bunu başaramadığımız için öğretemedik. Sebeplerini bilmiyorum ancak yine de ne yapılmalı sorusuna bir arkadaşımdan gelen bir öneriyi paylaşmak istiyorum: “İnsana birebir dokunan işlerle meşgul olmak. Belki bir yaşlının tırnağını kesmek gibi basit olsa da bir sosyal çalışmanın görünmeden gönüllü bir parçası olmak.”

Hayatı anlamlı kılmak ancak iyilikleri artırarak mümkün olabilir. Kapitalizmi yok edemeyiz, ülkemizin dünya sitemine entegre olmasını engelleyemeyiz, dünyayı daha adil bir yer haline getiremeyiz. Ancak kendimizi ‘kapitalist” olmadan var etmeyi başarabiliriz.

Bu yazı vesilesi ile bu meseleyi dert edinen herkese şükranlarımı sunmayı bir borç bilirim.

#Almanya
#Alman Protestan
#Diyanet Dergisi
9 yıl önce
Dini eğitim
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi