|
Dünyaya açılan kapılar…

İki bayram arasında yaşanan olayların etkisi azalsa da devam ediyor. Ülke olarak yaşadıklarımızın boyutunu ise neredeyse bir tek biz biliyoruz. Yabancılar olan biteni anlamadıkları gibi, bilinçli olarak yanlış enformasyonla yönlendiriliyorlar.



Yurt dışında kamuya ulaşan noktalarda iletişim ağını ellerinde bulunduran Fetö grubu hiçbir şey olmamış gibi tezviratlarını sürdürüyor. Ne Fetö meselesi ne cemaat olayı ne darbe ne sınırdaki savaş... Hiçbirisinin Türkiye dışında bir etkisi yani bilgisi yok. Edward Said'in tanımıyla Türkiye haberleri karartılarak yapılıyor.



Burada bir kasıt da aramamak lazım, bu onlar için normal, sıradan bir şey. Bu haberlerle Türkiye giderek Batı klişesi olan (işgal edilmesi gereken) “toz ülkesi" algısına hizmet eden haberlerle gündeme geliyor. Üstelik sadece Batı'da değil İslam dünyasında, Afrika'da, Uzakdoğu'da bir iletişim seferberliğine ihtiyaç var. Ancak doğru ve etkili kanallarla... Bizim mevcut iletişim stratejimiz hala dil bilmek üzerinden ilerliyor. Anlatılan şey anlatılan yerde kaldığı sürece, etkili iletişim kanallarına ulaşmadan İngilizce dert anlatmanın 'konuştuk' demenin dışında pek de bir karşılığı olmuyor.



Bu linklere sahip, ekonomiden sanata pek çok insan var. Daha önce çeşitli sebeplerle küstürdüğümüz insanları tekrar kazanmalı ve o bağlantıları harekete geçirmeliyiz. Karşılıklı öfkeleri unutup meseleye 'memleketin derdi' diye bakmalıyız. Yoksa Batı dünyası için ha Afganistan ha Irak ha Türkiye ne fark eder ki?



ALMANYA, MÜLTECİLER VE AHMEDİYE


Geçen hafta Almanya'da mülteci ailelerle çekimlerim vardı. Orada kalabilme sınavını başaranlarla konuştum bu kez. Almanların başörtüsü, dini vecibeler vs gibi konularla dertleri yok. Ama ortaya koydukları bir strateji de var. Eğer bizim sahip olduğumuz imkanlardan faydalanacaksan şeklini muhafaza et ama ruhen bize teslim olmalısın diyorlar. Şu “özgürlük" meselesinin “kapsama alanının sınırlarının giderek daraltılması" ve Batı ve Müslümanların karşılaşması üzerine daha çok odaklanmaya ihtiyaç var.



Dikkatimi çeken bir başka nokta da

Ahmediye

isimli cemaatin Almanya'da destekleniyor olması ve güçlenmesi. Özelikle mülteci yerleşkelerinde kendilerini “barışçı, uyumlu, iyi Müslüman" olarak tanımlayan bu grubun bire bir mültecilerle ilgilenmesine bizzat şahit oldum. Hristiyan derneklerle ve devletle uyumlu çalışıyorlar. Etkinlikleri, kültür–sanat faaliyetleri bitmek tükenmek bilmiyor. Batı'ya “Ilımlı İslam"ın başka bir versiyonunu vaat ediyorlar kısaca. Bir Hristiyan ülkesinde vatansız evsiz barksız kalan mülteciler için de iyi bir sığınak oluşturuyorlar. Mültecilerin her türlü ihtiyaçlarına koşup güler yüzle onlara rehberlik yapıyorlar. Bu yapılanmanın versiyonları üzerimizden tank geçirdiği için gördüklerime endişelenmeden edemedim. Tabii bu arada bizim ehli sünnet ahali işinde gücünde, ortalarda görünmüyor.



İNGİLİZ BİSKÜVİLERİNİN TÜRK PATRONU…


Geçen hafta bir başka durağım da Londra'ydı. Bir Türk şirketi Yıldız Holding'in oradaki yatırımlarının anlatıldığı bir toplantıya katıldım. İngiltere pazarının % 50'sini elinde bulunduran büyük ve köklü iki İngiliz bisküvi markasını satın alan ve 'Pladis' ismiyle dünyanın 3. büyük bisküvi üreticisi haline gelen şirketin başarı öyküsünde Murat Ülker ifadesiyle “sadece işini yapmak" stratejisi yatıyor. Murat Ülker konuşmasında; Türkiye'nin güçlenmesinin onları daha da güçlendirdiğinin ve dış piyasalara açılmak için yüreklendirdiğinin altını çiziyor. Konuşmasında bir Türk şirketi olarak yabancı ülkelerde var olduklarını, Türkiye'deki yatırımlarını küçültmeyip daha da büyüttüklerini de özellikle belirtiyor. Ülker, çatı şirket kalarak yabancı markaları satın alıyor. Bu dönemde pek çok eğitim ve kültür projesinden de çekilme kararı aldıklarını söyleyen Ülker, yeni dönemde de 15 Temmuz şehitlerinin çocuklarının eğitimini üstlenmeyi bir sosyal sorumluluk ve misyon olarak üstleniyor.



Güçlü Türkiye zengin fakir hepimizin ihtiyacı. Bunun için Türkiye'yi anlatmak noktasında iş adamlarımıza siyasetçilerden daha çok görev düştüğünü bu vesileyle tekrar belirtelim.



ANTALYA FİLM FESTİVALİ


Başta yazdığım çerçevede ekonominin yanı sıra sanatın da kendimizi anlatmak için önemli fırsatlar sunduğunu düşünüyorum. Bu sene 13 Ekim'de yapılacak olan Antalya Film Festivali de bize bu fırsatlardan birisini sunuyor. Antalya Belediye Başkanı Menderes Türel, festivali bu yıl her yıldan daha fazla sahiplenmemiz gerektiğine inanıyor. “Mültecilik" ve “Darbe" konulu filmlere de seçkileri arasında yer veren festival, Türkiye'de normalleşmeyi film sanat çevrelerine anlatmaya bir vesile olabilir. Hep kötü işleri değil iyi şeyleri de anlatmalı ve anlattırmalıyız. Sanat yaraları iyileştirmenin, travmalarımızı tedavi etmenin en iyi yolu…




#Bayram
#Toz ülkesi
#Ahmediye
8 yıl önce
Dünyaya açılan kapılar…
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler