|
Gençlerle tartışırken

Biz büyüklerin en sevdiği şey akıl vermek, küçüklerin de en sevmediği şey akıl almak. Bu ikisinin bir araya geldiği yerlerde ise tartışmalar kaçınılmaz oluyor.

Bizim kuşağın büyük bölümü kendi ebeveynlerine sonuna kadar isyan ederek bir siyasi kimlik ve hayat tarzı oluşturmuştu. Aile, toplum, statüko, devlet... Ev eşyasından sosyal ilişkilere, giysilerimize, mevcut her şeye sonuna kadar muhalefet ederek yaşadık. Bunlara uyum sağlayanlara, sokak çatışmalarına, eylemlere katılmayanlara itibar etmez, onları hor görürdük. Belki haklı olduğumuz noktalar vardı. Bizim ebeveynlerimiz Althusser, Heidegger, Marks ya da Ali Şeriati, İbn-i Teymiye falan okumamışlardı. Ama bizi okutmuşlardı. Dindarlıkları Hamdi Yazır ilmihali, Gazali külliyatı ile sınırlıydı. Eğitimli değillerdi ancak hayat tecrübeleri itibarı ile elbette bizden kat kat ilerdeydiler. Bunu onların yaşına geldiğimiz zaman ancak idrak ettik. Parisli Simone De Beauvoir"yi adeta ezberlercesine okuduğum günlerde kadın kimliğine ilişkin itirazlarıma, Ürgüplü annemi ikna etmem elbette mümkün değildi. Denemedim diyemem. Annemi bilinçlendirme adına bir iki denemede bulundum. Ancak cevap olarak annem en nihayetinde Ahmediye"den bir kıssa anlatır "Erkeğe hizmet etmezsen cehennemde cayır cayır yanarsın" deyip beni mutfağa gönderirdi. Dindar kimliğimi geleneksel din anlayışına isyan üzerine şekillendirdiğim zamanki fikirlerimi anlaması ise hiç mümkün olmadı. Biz onlara göre hep "bi değişik" olduk. Her şeye rağmen onaylamasalar da bizi dinlediler ve yanımızda durdular. Allah onlardan razı olsun.

Bir ideal sahibi olmanın ve onda direterek bir hayat tarzı oluşturmanın, hem sisteme hem geleneksel dini yaşantıya muhalefetin içinden yetişmiş bir kuşak olarak iktidar bizi fena yakaladı. Evimize halı yerine hasır alırken, koltuk yerine sedir yaptırırken, robalı elbise giymek lazım derken karşımıza çıkıverenleri görünce bocaladık. Herkes kendi şahsi sınavını bu süreçte verdi. Neyin doğru neyin yanlış olduğunun ise bence tek bir cevabı yok. Bugün en büyük sınavı çocuklarımız ile yaşadığımız karşılaşmalarda veriyoruz. Onlar bizim gibi olmadı elbette. Ayrıca da "uyum" esaslı bir aile ortamında büyümediler ki bizim gibi olmalarını bekleyelim. Teknoloji ve küresel kültürün bizden çok biçimlendirdiği bir dünyada modern pedagojik yöntemlerle büyütüldüler. Özgüvenleri hem bizim eğitim metodumuzun hem de yaşlarının gereği olarak çok yüksek. En burjuva, en sufi, en anarşist, en inançsız hallerinde bile bizim ekmeğimizin çöreği olarak şekillendiler. Yer yer yazıyorum, evlerde artık bir yetişkin olan çocuklarımız ile karşılaşmalarımız ciddi tartışmalar ile sonuçlanıyor. Ak Partili büyüklerin evleri de bu tartışmalardan uzak değil. Ancak bu tartışmada yeterli performans sergileyemeyen yine biz büyükler oluyoruz. "Aman sizle uğraşılır mı, bizim yaşımıza gelince anlarsınız" deyip ya tartışmadan çekiliyor ya da suçlayıcı dile geçiveriyoruz... Senin bilmediğin şeyler var... Ne biliyorsun ki... Çok önyargılısın... Yanlış düşünüyor ve konuşuyorsun... Bizim size sağladığımız imkânlar olmasa... Şükredin biraz da teşekkür edin ama... Bunları da gençler bize işçi hakları, adalet gibi konularda itiraz ederken yapıyoruz. Tarafımızın hiç önemli olmadığı, inancımızın illa da mustazafların yanında duracaksınız dediği noktalarda hem de!

Kısaca gençler hep eleştiri oklarımızın ucunda. Her birinin meşrebi, karakteri farklı. Buna uygun biçimde uyumlu da olsalar anarşist de olsalar eleştiriyoruz. Buna ne kadar hakkımız var bilmiyorum. Biz uyumlu gençler miydik ki çocuklarımız uyumlu olsun. Ya da tam tersi biz isyan ettik diye çocuklarımız da isyan etmek zorunda mı?

SIKILMAYA HAKKIMIZ VAR MI?

İsmail Kılıçarslan"ın " Çok sıkıldım" başlıklı yazısı önemli bir tartışmayı başlatmışa benziyor. İsmail Kılıçarslan diyor ki; "13 yıldır "bir gençlik hareketi" ortaya çıkaramamanın acısını bir kez bile "ciğerinde" duymayan, her seferinde "bu seçimi de bir atlatalım" kolaycılığına düşen... Necip Fazıl"ın yaşadığını zanneden gençlerimiz var. Vara yoğa küfür edip kendini rahatlatmayı "cihat etmek" zanneden gençlerimiz var. Lacivert takım elbise ve siyah parlak ayakkabı giyen, Ray-Ban gözlük takıp "proce kovalama"yı marifet sayan, asıl projenin bizatihi kendisi olması gerektiğini bir kez bile aklına getirmeyen gençlerimiz var. Bırakın çok daha temel soruların ve sorunların altını çizmeyi, "yaptığımız gökdelenleri çocuklarımıza nasıl izah edeceğiz" diye sorduğunuzda size "hain" yaftası yapıştırılması an meselesi..."

Bu yazıya Ak Gençlik İzmir teşkilatından Uğur Geyik de şöyle cevap veriyor. Diyor ki; "Taktınız takım elbise ve siyah rugan ayakkabı giyen gençlere. Muhafazakâr gençlikten anarşist bir ruh devşirmeye çalışmayın boşuna, zaman ve mekân buna izin vermiyor. O yüzden bu gençleri dış görünüşlerine göre yaftalayıp bunun üzerinden fikir üretme kolaycılığı, kendisine entelektüel diyen sizlere hiç yakışmıyor. Siz de mi yeni bir şekilcilik akımı başlatacaksınız? "Genç adam takım elbise giymez, büyümüşte küçülmüş gibi takılmaz." Bırakın bu yargıları işin özüne bakın. Ülkenin yarısı 35 yaşın altında, ülkeyi dönüştüren bu kitle. Bu kitle daha iyi yaşamak istiyor. Daha iyi yaşadıkça yani temel geçinme dertlerini aştıkça siz devreye gireceksiniz. Entelektüel açlığı sizler doyuracaksınız. Küçümsediğiniz gençlik düşünüyor, projelendiriyor ve aksiyona geçiriyor. Bu mevcut gençliğin en sinirlendiği konu ise kendisinin yok sayılması. Eğer bu gençliğe bir yol göstermek istiyorsanız müzmin muhalif dilinizi biraz değiştirerek neler yapılması gerektiğinden bahsedin."

Yerim kalmadığı için bu tartışmaya kendi bloğundan bambaşka bir yerden katılan Mustafa Emin"in yazısına yer veremedim. Muhalifi, uyumlusu, idealisti, isyancısı ile Yeni Türkiye bu çocukların eseri olacak. Anarşist, muhalif, uyumlu, boş-dolu diye yaftalamadan önce onları dinleyip anlamaya çalışalım. Bizim büyüklerimiz bile bize bu kadar keskin duvarlar örmemişti.

10 yıl önce
Gençlerle tartışırken
ABD-Çin ihtilafları küresel riski tırmandırıyor
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...