|
İşçi hakları derken

1 Mayıs"ın nerede kutlandığını tartışmanın faydasızlığına inanıyorum. Bundan ziyade bu vesile ile gündeme gelen "işçi hakları" meselesine bir slogan olmanın ötesinde adil paylaşım zemininde bakabiliyor muyuz? Bu mücadele platformunda kazanılan mevcut hakları, yeni gelişmeler neticesinde gerçekten hak aranması gereken yerleri biliyor muyuz? Bu sorulara bakmak gerekiyor. Gösterilerde atılan sloganlara bakınca bu sorulara evet cevabı veremiyoruz.

Emek tanımını değiştiren, hatta bazı durumlarda niteliksizleştiren teknolojik gelişmeler bir tarafa, üretici kesime ilişkin tanımlamalar dahi 1980 öncesi Türkiye"sinin sol söylemlerini yansıtıyor.

Türkiye değişirken, bu değişimden tüm çalışanlar ile birlikte işçiler de payını aldı.

76 milyonu ilgilendiren sosyal güvenlik alanında yapılan reformlar, işçiyi güçlendiren yasalar, aleyhinde slogan atılan bu hükümetin ilk icraatları arasında yer alıyor. İş güvenliği yasası, sigortasız işçi çalıştıran işyerlerinin denetlenmesi, işsizlik primi, izin hakları, sağlık güvencesi gibi birçok alanda işçi haklarını güçlendiren uygulamalar ve Batı standartlarını getiren yasalar yine bu hükümet döneminde çıkartıldı.

Ayrıca Türkiye"de sanayi tesisleri, üretim koşulları, çalışan beklentileri de çok değişti.

Gençlerle bir araya geldiğimizde iktidarı kapitalizme esir olmakla suçlarken, bu konuda yapılanlardan, yoksullukla ve işsizlikle mücadeleye ilişkin uygulamalardan haberdar olmadıklarını da görüyorum. Sanayi devrimi sonrasının ağır ve gayri insani üretim koşullarının dünyanın batı küresinde artık sözkonusu olması mümkün değil. Hatta batılı ülkelerle entegre çalışan hiçbir ülkede bu koşullarda çalışmak söz konusu olamaz. Sosyal güvenlik sistemleri, sosyal devlet yapılanmaları, uluslararası standartların uyum süreci, denetleme ve kontrol mekanizmaları, sorun alanlarına ilişkin bakışımızı değiştirmeyi zorunlu kılıyor.

Her şeyden önce işçilerin sosyal güvencesiz çalıştırılması işverene büyük cezaları beraberinde getiriyor. İş güvenliğini sağlayan mekanizmalar titizlikle denetleniyor. Evde çalışan kadınların sigortalanma zorunluluğu dahi olmak üzere birçok konuda getirilen uygulamalar, emekçi kesimin haklarını giderek daha çok gözetildiğini, bu alanlarda iyileşme olduğunu ortaya koyuyor. Bunlara rağmen sloganlar hala 80 öncesinin Türkiye koşullarını çağrıştırıyor. Bu tablo işçi haklarının doğru bir zeminde tartışılmasını ve konuşulmasını engelliyor, sorunlara çözüm üretecek mekanizmaları güçlendirmiyor.

Bugünkü dünyada işçi haklarını konuşacaksak küresel bir bakışı taşımak zorundayız. Hiçbir güvencesi olmadan durmaksızın çalıştırılan Çinli işçileri, Vietnam"daki üretim tesislerini konuşmalıyız. Batılı büyük firmalar üretim tesisleri kurmak için bizim gibi ülkeleri değil, Uzakdoğu"nun vergi ve sosyal güvenlik denetimi olmayan, ucuz iş gücünün hakim olduğu ülkelerini tercih ederken, işçi haklarına sadece yerelden bakamayız. Batılı devletlerin, kendi ülkelerinde işçilerin haklarına sonuna kadar riayet ederken üçüncü dünyada bunları yok saymalarını mesele etmeden de geçemeyiz. Bu konuyu kölelik statüsünde çalıştırılan küresel dolaşımdaki işçilere bakmadan ele alamayız. Dünyadaki ekonomik gelişmeleri konuşmadan, sadece iktidar karşıtlığı üzerinden işçi haklarını konuşmak yapıcı bir zemin ortaya çıkarmıyor.

İş kavramının, üretimin, üreticinin, işverenin, ürünün, işsizliğin yeniden tanımlandığı bir dünyada işçi haklarına da nostaljik atıfların ötesinde çözüm üretmek gerekiyor. Her durumda "iktidara karşı olmak" tek değer olarak hayatımızda yer alabilir. Ancak bu kavramın içini doldururken biraz zahmete girelim. Neye ve niye karşı olduğumuzun -klişelerin ötesinde- şuurunda olalım.

Türkiye"de 12 milyon insan çalışıyor. Nüfusun geri kalanına hizmet götüren tüm sosyal güvenlik mekanizması bu 12 milyon çalışan üzerinden belirleniyor. Buna abanmak yerine gerçekçi, işvereni kapsayacak biçimde iş ahlakını, nitelikli işgücünü artırmanın yollarına bakmak gerekiyor.

CİNAYET PORNOGRAFİSİ

En son Gizem"in cinayetinde yüreğimiz bir kez daha hopladı, içimiz yandı. Haberi okurken bu acı olayın tüm detaylarının yazılmasının ne kadar doğru olduğunu düşünmeden edemedim. Cinayeti anlatan haberlerin içindeki detayların sapkın ruhlarda nasıl çağrışımlar yapacağını bilmiyoruz. Kimin aklına neler getireceğini de! Ayrıca cinayetin çözülme sürecine ilişkin detayların da yol gösterici unsurlar taşıdığını unutmamak gerekiyor. Ayrıca bu detayları bilmenin kime ne faydası var? Film seyretmiyoruz, yaşanmış bir acıya tanıklık ediyoruz.

Bu bilgiler polisin cinayet çözmesine yardımcı olabilir. Ancak katilin bıçağı kaç kez nerelere sapladığının, kurbanına neler yaptığının bilgisinin okuyucuya hiçbir katkısı yok. Polis bu bilgileri kendine saklamalı. Cinayet haberlerini yazanlar da konuyu kötücül insanları düşünerek, yol gösterici olmayacak biçimde kaleme almalı. Okuyucuların arasında, katil eğilimli insanlar ve hasta ruhlar olduğunu unutmamak gerekiyor.

10 yıl önce
İşçi hakları derken
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi