|
Kur"an mı Risale mi okumak sevaptır?

Dün bir arkadaşım odama büyük bir soru ile girdi.

-Ayşe, acaba Risale mi daha çok satılıyor yoksa Kur"an mı?

Bende azar hazır.

-Bu da nereden çıktı, tabii ki Kur"an! İkisi birbiri ile karşılaştırılabilir mi? Birisi temel bir metin diğeri ise bir harekete özgü dini yorumları içeren bir kitap.

- Gelirken radyoda duydum, sanırım Mehtap radyo idi. Dini soruların cevaplandığı bir programdı. Bir kişi "Kur"an okumak mı daha sevap yoksa Risale okumak mı?"'' diye sordu. Bu soruları cevaplayan şahıs "Kur"an okumak sünnettir, fıkıh okumak farzdır, bu nedenle Risale okumak daha sevaptır" diye cevapladı. Şaşırdım kaldım...

Doğrusu ben de şaşırdım kaldım. Meslek hayatımın içinde memlekette ki din bilgini potansiyelini de halkın din algısını da yakından görme imkânı bulmuştum. Hala şaşırmadan edemediğim sorular ve cevaplar varmış demek ki...

Aynı programda sorulan "İçkili iken namaz kılmak caiz midir?" sorusuna, "Sarhoş değilsen evet" cevabını biliyorum, bir başka medya vaizine sorulan "Yüksek topuk giymek günah mıdır?" sorusunu ise mevzu bahis dahi etmiyorum. Ya da bir programda bir yıl önceden bugünü bilen(!),"eğitim üzerine büyük sorunlar yaşanacak" diyen astrolog Nuray Sayarı"nın saatlerce süren konuşmalarını... Ya da Ertuğrul Özkök"ün perşembe gecesi Fox Tv"de Fatih Portakal"ın programında "Başbakan dindar bir nesil istiyorum sözünden dolayı özür dilemeli" şeklindeki şarap odaklı kendine özgü din anlatımını...

Geçen hafta peygamberimizin görüldüğü iddia edilen bir rüyayı, gösterilen bir defterin üzeri çizilen Ak Partilileri ve "çok twit atın" tavsiyesinin anlatılmasını benzer duygular içinde dinlemiştim.

Aslında sorun temelde "toplumun dinden ne anladığı ya da dine yüklediği anlam" üzerine odaklanıyor. İnananlar ve inanmayanlar, soranlar ve cevaplayanlar açısından meselenin pek çetrefilli olduğuna dair örnek çok.

İslam"ı öğrenmek için tarih okuduğumuz günlerde, hem fıkıh hem hadis kaynaklarına ilişkin tarihsel sorunları dile getirdiğimizde "Hâşâ dinden çıkıyorsunuz" diyenler hiç değişmedi. "Dini konuşmak da dine dair sorular sormak da" hep tehlikeli görüldü. Hem de her iki kesim tarafından...

Dinden korkutulan nesiller ya dini tümden reddetmiş, kendilerine özgü bir din anlayışı geliştirmiş ya da din adına bulduklarını sorgulamadan büyük bir kutsallık atfederek kalplerine mıh gibi yerleştirmiş durumdalar.

Kuran"daki "Akletmez misiniz?" hitabının hiç hesaba katılmadığı, kaynaklardan uzak bir din anlatımı ile karşı karşıyayız. Tefsir ya da meal kitaplarında, dini kaynakların çevirilerinde farklı isimlerin okunmasına izin vermeyen cemaatler olduğunu biliyoruz. Bırakın çevirileri özgün meal kitapları bile seçilerek okunuyor, okutuluyor. Mesela sade Türkçesi ile Ali Bulaç"ın Kur"an mealini tavsiye edenler var mı doğrusu merak ediyorum.

Kalbinizi bağladıysanız aklınızı da bağlayacaksınız. Sizi farklı bilgilere ulaştıracak dini kaynaklardan uzak kalacaksınız. Paket dini kitaplar ile ya da medya vaizleri ile yetineceksiniz. Aman ha bağımsız dindarlık geliştirmeye kalkmayın, yoldan çıkarsınız... Bu anlayışın dini hayatımızdaki örnekleri çok çeşitli. İsimler önemli değil. Önemli olan müntesip olma halinin din üzerine kurduğu baskı.

...

Eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu"nun önemli tespitler içeren bir konuşmasında aldığım notları sizinle paylaşmak istedim.

"İslam dünyasında teoride kısmen, pratikte daha belirgin şekilde ortaya çıkan ve hayat tarzı haline gelen selefilik, modernizm, laiklik akımlarının, "light dindarlık" veya "kendine Müslümanlık" tarzını öneren tarikat ve cemaatleşmelerin bu kadar yaygınlaşmasında, yeni medya vaizlerinin bu kadar ilgi görmesinde klasik usul ulemanın özelde fıkıh, genelde dini ilimler alanında topluma sunduğu bilgilerin payı büyük... İlahiyat fakültelerinde dini ilimlerin öğretiminde sosyal bilimlerin genel metodolojisi, insanlığın genel tarihi ve bu akış içinde toplumsal kural ve kurumların gelişim seyri, insan unsurunu merkeze alan antropoloji, sosyoloji gibi alanlar dikkate alınmadığından, öğrencinin zihin dünyası İslam toplumlarında fıkhın temsil ettiği sahanın insanlık tarihi boyunca devamlılık ve süreklilik içinde değişerek bir devr-i daim yaşadığı fikrine bütün kapılarını kapatmış olmaktadır. Bu da onu, kaçınılmaz olarak, fıkhın kaynağını teşkil eden lafızları, yerle irtibatı olmayan kutsal bildirimler olarak algılamaya götürecektir. Günümüzde fıkıhla ilgilenenlerin İHL kökenli olması ve yetiştikleri ortamın ruh hali, Cumhuriyet döneminde geleneksel medreselerin, İlahiyat fakültelerinin ve Yüksek İslam Enstitülerinin yaşadığı serüven, öfkeler ve tepkiler, diğer dini ilimler gibi fıkha da iyice sirayet etmiş durumdadır. Modern dönemde fıkıh eğitimi ve telifatı, fıkhı yeniye karşı kararlılıkla müdafaa etme ve alternatif oluşturma çabasından, hatta fıkıh üzerinden kavgadan kendini kurtaramadı. Bu halet-i ruhiye esasında fıkhın hayatiyet damarını kesip onu küvezde yaşamaya mahkûm etmektedir... Tıpkı tasavvuf hocalarının bu ilim dalının üniversiter ilmini vermek yerine intisap yarışında olması gibi, fıkıhçıların da fıkha intisap yarışında olması ve fıkhı her türlü saldırıya/eleştiriye karşı cansiperane koruma refleksleri, herhalde bu sürecin bıraktığı izler olsa gerek... Tam bir mensubiyet/aidiyet düşüncesiyle klasik fıkhı sahiplenen, ıslahat talebi karşısında ayak sürümelerle yetinen katı gelenekçilik ile ilkesel olarak hayatı ve hukuku dinden soyutlamayı hedefleyen pozitivizm sonuçta aynı amaca hizmet etmiş olmaktadır."

"Senin yolun kötü benimki iyi" demek yerine bunları konuşmak lazım.

10 yıl önce
Kur"an mı Risale mi okumak sevaptır?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset