|
Milliyetçilik üzerine

Kürtleri çokça konuştuğumuz bu zaman diliminde bugünkü milliyetçilik anlayışının fikir izleğini oluşturanları hatırlamakta fayda var diye düşünüyorum. Milliyetçilik kütüphanesinden haberdar olmayan ama kuru sloganlarla kanaatlerini oluşturan bir gençlik kitlesi var. Manipüle edilmesi kolay bu kitlenin bu okumalardan nasibini almadıkları, kullandıkları dil itibarı ile görülüyor. Her görüş ve inanç gibi Türk milliyetçiliğinin de bir temel eserler kütüphanesi var. Bu kütüphane bu fikrin temel taşlarını döşeyenler göz önüne alındığında çok da kalabalık bir kütüphane değildir. Ben yazarları sayayım siz kitaplarını bulun, ama okuyun. Bu okumalarda "can verdik can aldık" söyleminin dışında "şimdi ne yapmak lazım" sorusuna daha manalı başka cevaplar bulunabileceğine inanıyorum.

Türk milliyetçiliğinin temel inanç ve değer akidesini Türklük-İslam ekseninde Ziya Gökalp yazar. Uluslararası konjonktür imparatorluk yenilgisini dayatmıştır. Yenilmiş bir imparatorluktan küçük bir ulus devlet çıkarmak gerekir. Kırk bir milleti İslam potasında eritmiş bir kültürden ve devlet geleneğinden tek millete dayalı ulus devlet fikrinin tezlerini kurma görevi ona düşer. Nihal Atsız konuyu biraz daha ilerletir, belki de yenilginin travmalarını yok etmek, binlerce kilometre kaybetmiş bir devletin yeni milli kimliğini pekiştirmek, özgüvenini yeniden kazandırmak için "yücelik ve ululuk" söylemini güçlendirir.

Prof. Dr. Mümtaz Turhan ise bu işin sosyolojisi üzerine çalışan bir sosyal bilimler dehasıdır. "Kültür değişmeleri" bugünkü neslin pek bilmediği ama "doğu imparatorluğu ve uygarlığından ulus devletliğe ve batı uygarlığına küçülürken" yaşananları anlatan en güzel kitaplardan birisidir. O"nun öğrencisi Prof. Erol Güngör"ün "dünden bugüne tarih kültür ve milliyetçilik" ve Türkiye sosyolojisi, sosyal-psikolojisi üzerine yazdığı kitaplar bu toprakları anlamak isteyenler için en iyi kaynaktır. Cemil Meriç, Nurettin Topçu, Nuri Pakdil, Fethi Gemuhluoğlu, Samiha Ayverdi... Milliyetçilik tezine farklı yaklaşımlarla katkı sunarlar. Bunların hepsinde de öne çıkan Türk kültürüne sahip çıkarak gelişmektir. Bu topraklar üzerinde yaşanan adaletsizlikler ve ırksal üstünlük iddiaları, imparatorluk yenilgisinin travmasını tedavi etmeye çalışırken kimlik oluşturmaya çalışan bu kuşağın ele aldığı sorunlar olmaz. Bugüne geldiğimizde Türk milliyetçiliği üzerine çalışan bir akademisyen olarak Süleyman Seyfi Öğün, Ahmet Turan Alkan, Alev Alatlı gibi isimler fikri arka planı anlamak için okunması gereken isimlerin başında gelir.

Bu fikri akımda aslında sohbetler çok önemlidir. Bu kişilerin sohbet halkaları birçok insanın yetişmesine vesile olmuştur. Ancak bu sohbet halkaları artık çok daraldı. Neredeyse kalmadı. Bilgiye internet kaynaklarından erişebiliyoruz ama konuşma adabını, bir fikri tartışma adabını oralardan edinemiyoruz. Velhasıl dinlemiyoruz, okumuyoruz ama konuşuyoruz. Galiba en tehlikelisi de bu…

Tüm bunları okursak belki bugünün koşullarının ihtiyaç duyduğu Milliyetçilik anlayışı içinde Ziya Gökalpçi yaklaşımın yetersiz kaldığını görebiliriz. Çünkü Ziya Gökalp"in Türkçülük söylemine ihtiyaç hissedilen zamanların ruhu ile şimdinin ruhu birbirine zıt görünüyor. Bir devlet küçülürken bu söylem bir yenisini kurmak için elverişliydi. Ancak büyüme hedeflenirken bu söylem ne kadar doğru, üzerinde düşünmek lazım. Kimse kimliğinden milletinden istese de vazgeçemez. Ben Türk değilim Kürt değilim deseniz de Türksünüzdür, Kürtsünüzdür. İnkâr da etseniz milliyetiniz sizi hiç bir zaman bırakmaz. Yeter ki Türk olmayana zorla Türk dedirtmeyelim. Kimseyi güçlü olanın kimliğini almaya zorlamayalım. Bunun baskıcı politikalarla yapıldığı bir tarihin savunusunu yapmadan kendi kimliğimiz "Türklüğümüzü" konuşalım. Kimsenin "Kürt" ya da başka bir kimlikte olmaktan korkmadığı bir devlet nizamı inşa etmek Türklere niye zor gelsin ki?

Rahatsız olduklarım;

Pagan kültürüne ve onun uzantısı olan "izm"lere karşı olma duruşumuzu "Apoizm" söylemi karşısında da korumalıyız. Anlayabiliriz, ama bu söylemi güçlendirmek savunduğumuz demokratik toplum ideası ile zıt bir tablo oluşturuyor.

Türkler ve Kürtler arasında barış dilini kurarken kullandığımız, suçlayıcı, itham edici, geçmiş hatıraları, duyguları güçlendiren konuşmaların kimseye faydası yok. Bu dili değiştirmek için toplum psikolojisini ön plana alan bir dil mühendisliğine ihtiyacımız var. Çünkü her söz bir tarafı yaralıyor. Bu dönemlerde "Dil Yarası"ndan sakınmak lazım. Hepimizin "travmaları iyileştirmek için nasıl bir dil kullanmalıyız" dersine ihtiyacımız var.

Sihirli bir değneğimiz yok. Tüm sorunlar, anlaşmazlık noktaları bir hamle ile düzelmeyecek elbette. Yol kazaları da olacak. Dilini tutamayanlar olacak. Öfkeyle susup intikam hisleriyle bekleyenler de olacak. Her iki halkın da travmaları var, ezberleri var, acı hatıraları var. Bunları konuşmaktan vazgeçip "ne yapalım da bir daha bunları yamayalım" sorusuna doğru cevaplar bulmak için zamana ve sabra ihtiyacımız var.

Akil adamlar heyeti, üzerinde bu kadar çok spekülasyon ve hafifletici tartışma ile hiç bir etkisi kalmayacak hale getirilmiştir. Bence bu saatten sonra kurulmasının bir manası kalmamıştır.

Dargınları barıştırmanın sevap hanesine yazıldığına inanılan bir dinin mensupları olduğumuzu hatırlatarak, İnsan süresinin 30.ayeti ile bitiriyorum. "Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz".

11 yıl önce
Milliyetçilik üzerine
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset