|
Müslüman olmaktan utanıyor muyuz?

Son günlerde/aslında ikiyüzyıldır / yaptığımız bütün tartışmalarda içimde kalan duygu bu oldu. Batı yayılmacılığı ve üstünlüğü, efendi imajı karşısında siyahilerin, Hintlilerin, Uzakdoğuluların hatta Japonların bile kendilerini değiştirerek batılı tipine dönüştürme hikayelerini biliriz. Çekik gözlüler yuvarlak gözlü olmak, siyah tenliler beyaz, esmerler sarışın olmak ister. Nitekim Malezya tartışmalarından küçük bir ek not: Malezyalılarda tenlerinin renginden çok memnun olmadıkları için /özellikle kadınlar/ çok yüksek oranda beyazlatma kremleri tüketiyorlar. Sonuç ne kadar başarılı bilmiyoruz, ama daha ülkeye varmadan uçaklarda bu kremleri hosteslerin yüzünde fark edebiliyorsunuz.

Boyun ve diğer yerlerle ten farkı kendini ele veriyor. Beyaz görünmek her yerde önemli gördüğünüz gibi, milli geliriniz yüksekmiş, zenginmişiniz para sizdeymiş çok da fark etmiyor.

Kısaca kendinden utanmak, kendini beğenmemek ve tabii ki beraberinde esasında kendine saygı duymamak, tahammül gösterememek ve saldırmak... Tarihimizde sömürge olmadık, kimseye efendi demedik, bu da bizi diğer İslam ülkelerinden ayırıyor derken şu müslümanlık ile kavga eden yakın tarihimizi unutuyoruz. Bugüne yansıyan sonuçlarını bugünlük bir durummuş gibi algılayıveriyoruz.

Osmanlı son döneminde “neden yeniliyoruz, neden geri kaldık” sorususuna cevap aramak üzere ülkenin aydınlarını batıya gönderir. Gelen cevaplarda ortak nokta “çünkü müslümanız” olur. Ve beraberinde kadın meselesi gündeme gelir, “orada kadın cemiyet hayatının içindedir, oysa Osmanlı''da bu sözkonusu değildir.” Tek ayakla yürünmez kadını cemiyet hayatına nasıl dahil edelim” arayışının cevabı da basitçe “açarak” olur.

O dönemin psikolojisini seçkin ailelerin evinde ki Alman ve Fransız mürebbiyelerin çokluğu çok iyi yansıtır. Ki bu ailelerin çoğu cumhuriyet döneminde de imtiyazlı söz sahibi seçkinliklerini sürdürürler.

“Kur''an- ı kapa kadınları aç “gibi analizler halkın genelinde yankı bulmasa da Türk modernleşmesinin sadece kadının görünümü üzerinden yürüyen yaklaşımının mihenk taşını oluşturur. Kadının görünümü; modernleşmenin, batılılaşmanın, biz niye onlardan geriyiz, niye müslümanız kompleksinin de en önemli yansıtıcısı olur. Bu nedenle bugün hala başörtüsünü tartışıyoruz. 200 yıl önce şekillenmeye başlayan bir toplumsal bilinçaltının hezeyanları ile uğraşıyoruz.

Kendimizden utanmak bir işe yaramıyor...ne binyıllık müslümanlığımızı yok edebilir ne de DNA larımızdan bunu silebiliriz. Genetiğimize işlemiş geçmişimizden utanmak yerine bunun bizi biz yapan unsurlardan biri olduğunu kabullensek!

Müslümanlığımızı “hay Allah nereden çıktı” tuhlanması içinde değil de bu bizim mirasımız doğal kabullenişi ya da elhamdülillah müslümanız gururu içinde taşısak...

Ve hatta inançsızlarımız, ateist olanlarımız da açıkça diyebilse ki “ben müslüman değilim”.

Herkes habire ben de müslümanım, dedem de hocaydı deyip durmasa. Yani kısaca ne müslümanlığımızdan,ne de artık olmadığımızdan, ne de müslüman bir geçmişe sahip olduğumuzdan utanmasak diyorum. Ne müslümanlığı ne de uygarlığı görünüme bağlamasak... 1900 lerin pozitivist anlayışından kurtulsak. Pozitivist olacaksak da aradan geçen yüz yılı hesap edip bugünün pozitivist anlayışını benimsesek... Yani geçmişin korkularını taşımaktan vazgeçsek... Belki o zaman gerçekten anayasayı da, başörtüyü de tartışabiliriz. İslam devletini demiyorum çünkü Türkiye''de kendisini dindar kabul eden kesimin arasında bile böyle bir konu ve talep yok. İslam devleti tartışmalarını 80- 90 yılları arasında islamcı kesim kendi arasında yaptı. Medine Vesikası bu tartışmaların bir sonucuydu, çoğunluk Rad suresindeki /” siz kendinizde olanı değiştirmedikçe Allah''da bir toplumun durumun değiştirmez “/ ayetini esas aldı. Bu tartışmalar modasını da önemini de yitirdi. Önemli olan adaletli olmak, insani bir yönetim anlayışını benimsemek ve herkesimi kapsayan bir özgürlük alanı oluşturmak fikrinde hemfikir olundu.

Geçmişin İslamcıları yaklaşımlarındaki bu değişimi samimi bir şekilde anlatsalarda nedense kimse inanmak istemiyor. Gizli ajanda suçlamaları, batıdan tercüme niyet okumalar, tanımlamalar herkese daha kolay ve eğlenceli geliyor anlaşılan. Birileri bu işte çok eğleniyor çoook!....

Malezya hükümeti ve yetkilileri bu tartışmalarda sessiz kalmayı tartışmanın tarafları arasında olmamayı benimsedi. Sanırım bu saçma konuyu tartışa tartışa yorulur vazgeçerler ya da gelip geçici bir hevestir anlayışı içindeler. Duyduklarımıza göre Maleyza hükümetinin bu ses çıkarmama, kendi haline bırakma stratejisi içinde ise giden gazetecilerimiz neredeyse en marjinal konular ve kişilere yöneliyorlarmış. Oradaki din değiştirme ve azınlıkların kendi aralarındaki anlaşılması çok da kolay olmayan sorunlarını iki günde anlayıp “işte İslam''ın acımasız yüzü” başlığı ile önümüze getirecekler anlaşılan. Bu yemeğin nasıl pişeceği önceden belli. Ağrı''yı çekip işte Türkiye demek gibi. Batılı gazetecileri bunu bize yapınca kızıyoruz da biz başkalarına yapınca normal oluyor.

Edward Said''in “haberlerin karartılması” tanımı bütün bu olanıları çok iyi açıklıyor. Yöntem değişmiyor. “Haberlerin Ağında İslam” kitabını tozlu raflardan çıkartıp yeniden okumak gerekiyor. Belki bundan sonraki adımlar konusunda da ipuçları buluruz!

17 yıl önce
Müslüman olmaktan utanıyor muyuz?
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...
IBAN veren esnafın katli vacip mi?