|
Ne istiyoruz?

“Bu kadar hizmet geliyor hala kürt müsünüz” sorusu değil elbette tartıştığımız konu. Zaten demokratik bir devletin temel görevi vatandaşına ayırımcılık yapmadan eşit şekilde her türlü hizmeti götürmek.

Geçen haftaki yazımda benim eleştirim bu konuda sergilenen iyi niyetli yaklaşımları ve gerçekleşen hizmetleri hiç sözkonusu etmeyen ve sürekli suçlama uslubu içinde meseleyi gündeme getiren kürt aydınlarının- siyasetçilerinin ve akademisyenlerin tavrına idi.

Bu uslup sorunları algılarken de çözüm üretirken de bir set oluşturyor. Savunma duygusunu güçlendiriyor ve hiç bir şey konuşulamıyor gerçek zemininde. Şimdi Mecliste kürtleri siyaseten temsil eden bir parti olmasına rağmen daha az rasyonel konuşmalar yapılabiliyor.

Benim de herkes gibi pek çok sorum var;

Bu ülkede yaşayan kürtler ne istiyor?

PKK ne istiyor?

Bu sorulara verilen cevaplardaki belirsizlikler konuşmayı zorlaştırıyor. Bu sorulara verilecek cevaplar üstelik sadece bu üç faktör ile sınırlı olamıyor. Avrupa''dan Amerika''ya belirleyci pek çok faktör var. Ama onların etkilerinin yönününü de kürtlerin kendilerini sunumları belirliyor.

Bir kaç kez yurtdışında tanık oldum. Yabancılara kürt temsilcilerin sürekli yinelediği cümleler şunlar oluyor: “Biz bu Türkiye''de ayırımcılık görüyoruz, aşağılanıyoruz, kültürümüzü ve dilimizi konuşamıyoruz” Elbette bunların doğru yanları var. Anti demokratik uygulamalar bu ülkede politika olarak benimsenip yapılmış. Yakın tarihimiz bunun pek çok tanığı ile dolu.

Artık yapılması gereken ve asıl önem taşıyan bu şikayetlerin ardından “ne istiyorsunuz” sorusuna verilecek cevaplardır:

...Avrupa''nın veya başka güçlerin Türkiye''yi her halükarda cezalandırmasını mı?

...Türkiye''nin dışında bir başka ülke ile birleşmeyi mi?

...Bu topraklar üzerinde ayrı bir devlet kurmayı mı?

...Avrupa''ya göç etmeyi mi? (Avrupa''ya iltica eden kürtlerin oranının yüksekliğine bakarak)

...Kültürel ve demokratik hakların hiç bir ayırımcılığa uğramadan eksiksiz kullanabilmeyi mi?

Tüm bu şıklar arasındaki muğlak cevaplar çözüm önerilerini ya da iyiniyetli davrananların sıkça kendilerini istismara uğradığını hissetmesine neden oluyor. Devlet nerede hiç bir şey yapmıyor deniyor. Meseleyi çözmek için bölgeye hizmet gidiyor, yeterli değil bir işe yaramıyor deniyor.

Kültürel hakları tanınıyor, önyargılı dışlama görüyorsunuz. Kürtçe kurslara Diyarbakır''da da Londra''da da görülen ortak ilgisizlik gibi. Herkes kendi dilini konuşmalı diyorsunuz, yok yetmez deniyor. Tamam bu devlet bu mesele ile yüzleşmeli diyorsunuz yetmez deniyor. İşsizlik ve yoksulluğun çözümü için bölgeye yatırım yapılmalı diyorsunuz, kürt kökenli yatırımcılardan bile destek alamıyorsunuz. Ayrıca bölgedeki yatırımcıyı kaçırmak için her şey yapılıyor.

Çok acı çeken insanlar için intikam almak tek amaç haline gelir çoğu zaman. Bireysel hayatta da bunu görürüz. İntikam duygusu içinde ki her hareket karşı tarafa verdiği zarardan daha çok sahibine zarar verir. Çekilen acıları iyilik ile sarmak herkes için toplumsal barışın yolunu açar. Bunları konuşmak için de karşılıklı samimiyet ve takiyyesiz bir iletişim dili gerekir. Bu meseleyi barış içinde nasıl çözebiliriz sorusuna kürtlerden de daha somut ve samimi cevaplar gelebilmeli...

....

Diğer taraftan bunların hepsi potansiyel terörist veya destekçisi yargısı da konuşmayı zorlaştıran önemli bir faktör. 2003 te çıkan pişmanlık yasasının ardından Sivas cezaevinde bir genç kızla tanışmıştım. Bu yasa ile normala hayata dönmeye çalışıyordu. Ürkek ve temkinli hali ile hikayesini çok zor öğrendim. 14 yaşında dağa çıkmıştı. Örgüt köye adam toplamaya geldiğinde annesi elinde kalan tek oğlunun da gitmesine kıyamayınca gönüllü olarak örgüte katılmak zorunda kalmıştı. Bir tür kendini feda etmişti; ailesinin başında bir erkek kalsın diye. Cezaevinde bile hala örgütten korkuyordu. Niye dağa çıkıyorlar sorusuna verilen “örgüt baskısı”ya da “mecbur kaldık” cevaplarını duymamazlıktan gelemeyiz. Konuya teröristi af mı edeceğiz penceresinden bakmak şiddet dışındaki çereleri tüketmek anlamına geliyor.

.....

Kamera arkasında olmanın insana kazandırdığı bir çok zenginlik vardır. Geçtiğimiz hafta Hakkın rahmetine kavuşan Sabahattin Zaim''i geçmişte bir çok televizyon programında konuk ettim. Hoca olmak, insan olmak,efsane olmak tanımlarının içini dolduran ve insanda yanıbaşında ne kadar çok durursak o kadar çok değer kazanırız duygusunu uyandıran birisiydi. En son Kanal 7 yönetmenlerinden Süreyya Önal''ın odasında Türkiye''den manzaralar isimli programın çekimi öncesinde sohbet ettik.

En sıkıntılı anlarda “biz neler gördük bu da geçer” der bilgi ve tecrübeden gelen sükuneti ile insanı rahatlatırdı. Türkiye''nin ekonomik büyümesini anlatırken dışarıdaki algıyı; Türkiye biraz büyüdü buda -kısaldı sula!, karışık durumlarda “ormanın içinden bakarsanız patikada kaybolursunuz ormanda yol bulmak için üstten bakın.”Önemli olan dostunun yanında hataya düştüğü anda olmaktır” diyen Zaim Hoca''nın tavsiyeleri ve onayı bir çok kişi için farklı kesimlerden insanlar için bile - sağduyu ve tutarlılık anlamına gelirdi. Kendi kuşağı içinde kimi zaman liberal- tavizkar kimi zaman da muhafazakar diye suçlansa da o duruşunu hiç değiştirmemişti.

Türkiye''de düşünce tarihinden ekonomiye bir çok anlamda öncü olmuş. Öncü olmanın anlamını yaşantısı içinde bize anlatan birisiydi. Allah rahmet eylesin.

16 yıl önce
Ne istiyoruz?
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’