|
Ölümün aynasında

Filistin Kurtuluş Hareketi’nin ilk kadın gerillası Leyla Halid uçak kaçırma eylemine karıştığında 20’li yaşlarına henüz gelmemişti. Onunla yaptığım bir röportajda söylediği bir cümleyi hiç unutmam: “Ölümü savunarak zafer kazanabileceğimizi zannettik, oysa bizim ‘ölüm ve zafer’ değil ‘hayat ve zafer’i savunmamız lazım”.

Elbette ülkeler ve koşullar çok farklı olsa da çağlar boyunca şiddet hareketlerinin malzemesi hiç değişmedi. Ölmeye ve öldürmeye adanmış hayatlar, kutsallaştırılmış bir ölüm miti, bundan beslenen bir örgüt enerjisi ne yazık ki hala taraftar bulabiliyor. Bu durum Müslümanlar ve dini kavramlar söz konusu olduğunda çok primitif bulunup büyük tepkiyle karşılanırken, Marksizmin yol göstericiliğinde ilerici (!) bir boyuta dönüşüyor. Ali Bayramoğlu dünkü yazısında Türkiye’nin sağıyla-soluyla şiddet fikriyle hesaplaşamadığını söylerken şu tespitlerde bulunuyor: “Sol-şiddet ilişkisinde kritik noktalardan biri, solun toplumsal kesim ve talepleri bir ideoloji ya da siyasi akım kategorisinin içine hapsetme eğiliminden ve siyasi ve toplumsal hayatı salt bir mücadele olarak algılamasından, biteviye öteki üretmesinden kaynaklanmaktadır. Ortak payda şudur: Mağdurculuktan güç alan haklı-haksız, meşru-gayrimeşru, doğru-yanlış siyaset, eylem ya da kimlik tanımları kuvvetli bir faydacılık, kuvvetli faydacılık ise kuvvetli bir şiddet eğilimi…”

Şiddet fikriyle hesaplaşmanın ötesinde bundan haz alan bir söylemi her yerde görebiliyorsunuz. Elbette eylem ile zihniyeti aynı suç kategorisinde görmek mümkün değil. Ancak bu durum zihniyetlere ve eylemlere olan tepkilerin değişmesini sorgulamamıza da mani değil. Bu bir turnusol ve en azından bir samimiyet testidir.

Savcı Kiraz’ın katli hepimizin içini dağladı. Olaya tepkileri izlerken toplumun aynasında başka bir resmi daha gördük; neredeyse keyifle seyredenlerin varlığı... Bunların sözde evrensel özgürlük ve insan hakları savunuculukları, işçi haklarından eşitliğe kadar türlü konulardaki haykırışları ise daha dündü. Bu acı olayın tepkilerine bakarken yıllar önce yazılmış olan Alev Alatlı’nın ‘Viva La Muerte /Yaşasın Ölüm’ kitabından bir bölümü hatırladım. Aslında sadece bu kitapta değil benzer pasajları Oya Baydar’dan Ayşegül Devecioğlu’na birçok yazarın anlatımında, nefret ideolojisini hayata tercih eden karakterlerle dolu anılarda bulmak mümkün.

“-Viva la muerte! Ali’yi hatırlıyor musun? -Hatırlamaz mıydım?! Hem de çok iyi hatırlıyordum! Bir efsaneydi Ali! Örgütte, cezaevinde, dışarı çıktıktan sonra, hayatımda yer almayı hep sürdürdü. Ailecek devrimciydiler. Eli silah tutacak yaştaki erkeklerin hepsi en az bir kez cezaevi görmüştü. Bu defa da en küçükleri, Haydar, içerdeydi. Açlık grevindeydi. Ailenin tek umudu Ali’ydi. Haydar, bir tek Ali’nin sözünü dinler, bir tek Ali onu grevden vazgeçmeye ikna edebilirdi. Ancak, Ali’yi müdahale etmesi için ikna etmek de apayrı bir meseleydi. Bunu da yapsa yapsa Günay’ın yapabileceği, Ali’nin bir tek onu kırmayacağı düşünülüyordu. Nitekim, Günay haber gönderince geldi. Tahliye edileli bir yıl kadar olmuştu. Hapishane anıları belleğinde taptazeydi. O gün, belki de ilk kez dile getirdi. En çok hapishane müdüründen nefret ettiğini anlattı ama bizim tahmin ettiğimiz nedenlerden değil. Adamdan ‘insanca yaklaşımları’ olduğu için nefret etmişti… Tutsak olduğumuzu unutturmaya çalışıyorlardı. Ama, ben direndim! Kendimi asla iyi hissetmedim! Çünkü ben, ben unutmak istemiyordum! İstemiyorum! Unutursam, Allah belâmı versin! Geçmişimin her gününü, her dakikasını hatırlayacağım! Öfkemi ancak böyle ayakta tutabilirim... Ben, ulusumuz ‘mutlu’ olsun, İbrahim Tatlıses konserler versin, millet alkışlasın diye savaşmadım! Ben, bilimsel kaderimin kendi yolunu çizmesi için savaştım! … Günay’a açlık grevinin otuz dördüncü gününe girdiğini hatırlattık. Bir an önce bir şeyler yapılmazsa, Haydar’da kalıcı hasar meydana gelebileceğini söyledik… Epey bir süre duymazdan geldi. Sonunda, kardeşinin ‘onurlu direnişi’ni desteklediğini haykırdı... 12 Eylül öncesinden zaten ayakta bir biz kaldık! En iyi açlık grevini biz yaptık!... Ölüm insanoğlunun en teorik eylemidir! Bunu istenç ile seçerek, tekmeleyerek yapmak bir yüksek gelişme çizgisi oluyor! Ali, kardeşini azat etmedi. Haydar, altı gün sonra öldü.” (VİVA LA MUERTE)

MEDYA VE DİN SEMPOZYUMU

İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin düzenlediği ‘Medya ve Din Sempozyumu’nda da konu, iki gün boyunca farklı açılardan ele alındı. Tabii bolca da dini programların şov malzemesi haline dönüşmesi eleştirildi. Bu programların mutfağından gelen birisi olarak bu eleştirileri “izleyici” talebinden bihaber bir değerlendirme olarak gördüğümü söylemek isterim. Ancak, toplumun din algısı üzerine medya etkisi konusunda geniş çaplı bir araştırmanın yapılmasında fayda var. “İzleyici nasıl dini programlar izlemek istiyor” konusu belki o zaman daha netleşir. Diğer taraftan ne anlatacağımız kadar bunu nasıl anlatacağımız da önem taşıyor. Programların içeriğinden ziyade formatları üzerinde çalışmak gerekiyor. Dini bilgilerin aktarımında hala anlatım aşamasındayız. Ve bunu görüntünün önemli olduğu bir mecrada yapıyoruz. Dini bilgilerin bırakın anlatımı, tamamıyla sembollerle verildiği bir dünyada kendimizi bu konuda hızla yenilememiz ve güncellememiz gerekiyor. Yoksa çocuklarımız şeytanı haçla kovalayacaklar.

#Filistin Kurtuluş Hareketi
#Marksizm
#filistin
9 yıl önce
Ölümün aynasında
Filibeli Ahmed Hilmi’ye rahmet
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…