|
Televizyon din ve biz

Bazı sohbetler var ki, medyanın ruhuna, araçsal olarak taşıdığı işleve uygun değildir. Tasavvuf erbabı kişiler ile yapılan sohbetler bunların başında gelir.

Diz dize, gönül gönüle, benzerlerinin oluşturduğu bir halka içinde, anlatıcıya her halükarda teslimiyet ve inancı barındıran, sorgulatmayan, öncesi ve sonrası itibarı ile bir devamlılığı olan ve tamamlanan, hikmetine inanılan tasavvuf sohbetleri bir kitle iletişim aracı olan televizyonda yapılınca ortaya bazı yol kazaları çıkabiliyor.

Yaklaşık 20 yıldır dini konularda da program yapan birisiyim. Türkiye''de din algısının da izleyici nezdinde nereye oturduğunu izleyebilecek kadar bir deneyime sahibim. Tecrübe ile sabit olarak gördüğüm; televizyonun derinlikli dini mevzuları anlatmaya uygun bir araç olmadığıdır. Son olarak Tuğrul İnançer hoca ile yapılan sohbette hamile kadınlara yönelik söylenen sözünün akisleri buna iyi bir örnek teşkil eder.

Tv yayınında İnançer Hoca''nın sarf ettiği bu sözler kendi bütünlüğü içinde, O''nun yolunu takip edenler nezdinde anlamlı bir mesaj niteliği taşıyabilir. Üslubu, birçok şeyi terbiyesizlik olarak görmesi yadırganmayabilir. Ama bu mesaj içinde her kesimden insanı barındıran bir kitleye verildiği anda bir ayırımcılık cümlesine dönüşür.

Burada İnançer Hoca''nın tepki gösterenlere kızmak yerine, bu algının haklı olduğu tarafları göz önünde bulundurması, tasavvufun muhtevasına uygun biçimde anlatamama noktasında hatayı kendinde görmesi beklenir.

Tuğrul İnançer Hoca inandığı, doğru bulduğu bir şeyi söylemiştir. Bunu yaparken maksadı elbette ayrımcılık ya da kadınları aşağılamak olamaz. Ancak O''nun söylem bütünlüğünü bilmeyen izleyici kesim için bu yanlış anlaşılamaya müsait bir cümledir. Böyle bir söz sarf ettiği için gelen reaksiyonlarla Hoca ne ilminden ne de değerinden bir şey kaybeder. Ancak O''ndan İslam''ı ve özellikle de bir yolu temsil makamı olarak bu sözün yol açtığı gönül kırıklığını tamir etmesi beklenir.

Yapımcısı olduğum birçok dini programda gördüğüm bir şey var.

O''da sufi meşrepli hocalarımızın edep meselesini anlatırken, bir yolun geleneğini geçmiş zaman kıssalarına başvururken, bunun bugünkü toplumdaki karşılığını göz ardı etmeleridir. Bu kıssalar temelde insan olma özelliğine ilişkin atıfları barındırsa da başka bir hayatı anlatır aslında. Sokaklarda naralar atan sarhoşlardan başlar hikâyeler. İçinde elbette ibretlik pek çok olay vardır. Karılarını idare etmeye çalışan zatlar, ilim öğrenmek için aç biilaç şehir şehir dolaşan talebeler, dırdırcı karısına tahammül eden veliler… Üretim ve tüketim biçiminin bambaşka olduğu, kadınların ev dışında bir üretime dahil olmadıkları, buna da ihtiyaç olmadığı, gelinle damadın gerdekte birbirini gördüğü, araçların kullanılmadığı, iletişimin yüz yüze yapıldığı zamanlara ilişkin hikayeleri barındıran bu kitaplar bizatihi kendisi dönemlerinin ruhunu yansıtır. Ve toplam olarak kadına karşı ayırımcı bir dil barındırır. Biz onaylasak da onaylamasak da, istesek de istemesek de zamanın akışı içinde ''mahrem'' olanın örtülerinin kalktığı, görünür olanın değerli olduğu bir çağda bunlara dikkat çekmek, kast edileni anlamaya da özellikle de anlatmaya da yetmiyor. O örnek verilen eski zaman alimleri velileri ekranlara çıkmaya, televizyonda bunların anlatmasına nasıl bakarlardı ona da bir projeksiyon tutmak gerekir.

Bu sohbetler televizyon ekranına düştüğü, bunlardan habersiz insan ile çarpıştığı anda ise pek çok yanlış anlamaya sebep olur.

Benim tecrübelerimin sonunda edindiğim izlenim, bu sohbetlerin, sufi geleneğin aktarımının geleneksel yöntemlerle yapılmaya devam etmesidir. Zira her biçim içeriği değiştirir.

Televizyon ekranlarında ''dini bilgiler, ahlak'' odaklı yoruma bağlı olmayan, basit bilgilerin verilmesi her türlü yanlış anlamayı önlemek açısından daha doğrudur. Bu kitle iletişim aracının dayattığı içerik de budur.

Keşke müşterek hayatımızı kuşatan dini iklim birbirimizi anlamayı daha kolaylaştırsaydı. Keşke sadece kadınlar değil erkekler de edeb uyarılarına daha fazla maruz kalsalardı. (Bu arada haksızlık olmasın, Hoca''nın aynı programda göbekli erkeklere de ''namaz kılan göbekli olmaz'' diyerek tepki gösterdiğini, edebsiz dediğini de not düşelim)

Televizyonlardaki dini programlarda sorulan soruları izlemek, reyting alan programlara bakmak bile bize ülkedeki merak edilen dini konular konusunda ipuçları veriyor.

20 yıllık tecrübemde tanık olduğum, hocalara gelen bazı çarpıcı sorular:

''Hocam meşru olmayan bir işte çalışıyorum. İyi para kazanıyorum. Zekât vermem gerekir mi?'' Soruyu soran bir erkekti, sorunun biçimi ve hoca ile geçen konuşmadan ekibimiz soran kişinin mafya mensubu olduğuna hükmetti.

''Hocam 17 yıldır eşimi aldatıyorum ne yapayım''. Soruyu soran memleketin birinden bir ev kadınıydı.

''Hocam gündüz oruç tutuyorum, gece de genelevde çalışmak zorundayım. Çocuklarım var ne yapayım?'' Bu soru Anadolu''da bir şehirden gelmişti.

''Hocam bana büyü yapıyorlar…'' Belki binlerce kez, hep de kadınlar sordu bu soruyu!

''Eşim internette başka kadınlarla görüşüyor. Ben de ona kızarak kendime internetten bir erkek arkadaş buldum. Günah mı?'' Son dönemde çok artan bir soru...

''Abdest alırken dirseğimi nasıl yıkamalıyım'' milyon kez soruldu.

''Kur''an dinlenilen teypte başka şarkılar dinlenebilir mi? '' 20 yıl içinde bir kez duydum ama olsun kayda değer bir soruydu. Notlarımda daha niceleri var.

Aslında sorularımız bu ülkede din öğretiminin niteliğini ortaya koymuyor mu?''

11 yıl önce
Televizyon din ve biz
Kara dinlilerle milletin savaşı
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir