|
Toplum / servet / paradigma yönetiminde İslam

İslam tarihini sadece peygamberimiz ve dört halifenin hayatı odaklı öğreten bir din eğitimimiz var. İslam ile tarihsel İslam"ın ortaya çıkarttıkları arasındaki farkı kavrayamayışımızın nedenlerinden birisi belki de bu. İslam"ı tarih ölçekli, gerçekçi bir okuma ile ele almadığımız için bölgedeki fay hatları ve dengeler bir türlü bize yol işaretleri oluşturamıyor. Romantikliğin yanı sıra nostaljik İslam anlatısı İslam coğrafyasına ilişkin algılarımızı etkiliyor. Arap dünyası derken Asr-ı Saadet bilgi ve algısının ilerisine gitmeyen bilgilerimiz... Kutsal metin kabulümüzdeki çeşitlilik ve tarihsel İslam"ın ortaya çıkarttığı metinleri dahi kutsal kabul edip sorgulamadan uzak duruşumuz... Bölgeyi ve bugünkü İslam anlayışını şekillendiren tarihi gelişmelere olan ilgisizliğimiz... İslam"ı sadece kıssalar etrafından öğrenmenin bizde oluşturduğu manevi sarhoşluğa teslim oluşumuz... Ve daha birçok sebep bizi bu bölgenin sorunlarına yabancı kılıyor.

İslam tarihini genç yıllarımda farklı kaynaklardan sıkı bir ekip ile okumanın yanı sıra bu coğrafyada yaptığım seyahatler, bizim önem atfettiğimiz pek çok şeyin başka millet ve kültürler açısından önemli olmadığını görmeme neden oldu. Bu farklılıkların kaynağı üzerine yapmayı istediğim söyleşilerden birisini ilahiyat ve felsefe eğitimini birleştirmiş bir akademisyenle Kırklareli Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sadık Türker ile gerçekleştirdim. Yakında yayınlanacak olan röportaj öncesinde, bu tartışmalara katkı sunan birkaç yorumunu aktarmak isterim.

İSLAM NE DOĞUNUN NE DE BATININ DİNİDİR

"...İslam ne Bizanslı ne de Sasani taraftarı olmayan bir kabilenin mensubuyla ortaya çıkmış bir dindir, bu başlı başına bir mesajdır. Yani ne doğuludur ne de batılıdır. Ya da hem doğuludur hem de batılıdır. Böyle olması gerekirdi ama böyle olmadı. Ne doğunun ne de batının paradigmasını kullanmak zorunda değildi, kendine özgü bir paradigma yaratabilmeliydi. Kur"an"ın farklı ayetlerinde geçen "La şarkiye vela garbiye" ne doğulu ne batılı, yine bir başka ayette hem doğulu hem batılı lafzı bunu teyid eder."

MANEVİLEŞME OLGUSU

"Manevileşme olgusu İslam"ın tarihsel olarak düçar olduğu bir problemdir. Tarihsel İslamın ana özelliğidir. Tarihsel İslam, İslamdan kesinlikle farklı bir şeydir."

ÜMMET KAVRAMI İDEALİST BİR KAVRAM

"...Ümmet kavramı aşırı idealist ve hatta ütopik bir kavram. Çünkü Hz. Muhammed"in hayatta olduğu zaman dışında hiçbir zamanda ümmet kavramı gerçekleşememiştir. İslam"ın özüne dönmek için 661 yılının öncesine dönülmesi gerekir. O dönemle ilgili temel kavramların sorgulanması gerekir ki ben bunları üç ana kavramda özetliyorum; toplum yönetimi, servet yönetimi ve paradigma yönetimi. Bu konularda gerçekçi bir teoriye kavuşmadan İslam kimlikli herhangi bir yapının sağlıklı, tutarlı bir yapıya kavuşması beklenemez.

...Emevi devletinin, devlet dili 661"den 720 yılına kadar Rumcadır. Yönetici sınıf Bizans kökenliydi, ordu kumandanları, bürokratlar, vezirler, valiler. Mesela Haccac"ın generallerinden birisinin şöyle bir şey dediği kaynaklarda geçer "Halife bana izin versin Kabe"yi yerle bir edeyim". Bunu söyleyen bir Emevi generalidir. Emevi tarihi bunun gibi insanlarla doludur. Emevi"lerde, Abbasi"lerde, Osmanlı"da, Selçuklu"da yönetim konularında entelektüel konularda daha becerikli olan gayrimüslimlerin hakimiyetinde bir devlet oluşumu görüyoruz...

9. yüzyılda başlayan İslam"ın helenleştirme sürecinin devamı, 15. yy sonrasında Osmanlı"nın eliyle Bizanslılaşma ve nihayet bu Bizanslılaşmanın 18.yüzyılda batılılaşma haline dönüşmesiyle devam etmiştir."

ARAPLAR VE TÜRKLER

"13-18. yy arasında Türkler doğu coğrafyasında birçok yeri hakimiyetleri altına alırlar. Bu hakimiyetin zayıfladığı yıllarda Arabistan yarımadasında kendi halinde yaşayan Arap kabilelerini birleştiren ve güçlendiren iki isim vardır. Bunlardan birisi Muhammed b. Abdülvahhab"tır. İslam"ı orjinal sadeliği ile ele alır, Arapları dünya nimetlerinden uzaklaşıp Allah"a hizmet etmeye davet eder. Abdülvahhap ile gücünü birleştiren diğer isim ise Muhammed b. Suud"dur. İbn Suud iyi bir asker, Abdülvahhab da iyi bir hatiptir. Arabistan yarımadasını hakimiyetleri altına alır, sahabilerin türbelerini yıkar, Kur"an emirlerine, beş vakit namaz ve oruca riayet edilmesi için baskı yaparlar. Büyük Suud altmış yıl içinde Basra körfezinden, Hint okyanusuna Lübnan dağlarına hakimiyet kurar. Osmanlı halifesini tanımaz, Mezopotamya"da Kerbela"ya saldırıp kutsal türbeleri yıkıp, Halep ve Şam"ı yağmalarlar. Bu haberi alan Osmanlı padişahı Mısır valisi Kavalalı Ali Paşa"yı Arabistan"a gidip bu sorunu çözme emrini verir. Kavalalı vahhabileri yener. Yöneticilerini zincire vurup İstanbul"a gönderir. İsyancıların Sultanahmet Meydanında törenle başı kesilir. Büyük Suud"un vahhabi imparatorluğu bir kum fırtınasının ardından gözden kaybolur. Arabistan"ı tekrar birleştirip İngilizler ile anlaşarak Türklerin egemenliğinden kurtaracak Abdülaziz İbn Suud da bu günlerde dünyaya gelir. Tek ideali Büyük Suud krallığını kurmak ve Arapları tek çatıda birleştirmek yani Türklerden kurtarmaktır."

10 yıl önce
Toplum / servet / paradigma yönetiminde İslam
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset