|
Yaslı bayram...

Bayramda evlere ateş düştü. Sadece evlatlarını hain saldırıda kaybeden annelerin değil hepimizin evine. Bu bayram içimiz buruk. Şehitlerimizin yüzlerine baktım hepsi de daha çocuk gibi. Annelerinin gözünde hiç büyümedikleri malum. Kimbilir ne eğlencelerle, davul zurnalarla uğurlandılar askere... Kimbilir nasıl itina ile büyütüldüler, anneleri her şeyin en iyisini onlar için ayırırken saldırının en haininde şehit oldular.

Cezaevinde idi tanıştığmızda, dağdan ineli altı ay olmuştu, pişmanlık yasasından yararlanarak cezaevine girmişti. Özgürlüğüne kavuşmasına daha zaman vardı ama o cezaevinde bile öldürülmekten tedirgindi, çıktıktan sonra ise meçhul bir hayatın kendisini beklediğini söylüyordu.

Bahsettiğim 20 yaşına yeni girmiş gencecik bir genç kız. Kısacık erkek gibi kesilmiş saçları, çelimsiz, hafif kamburlaşmış vücudu ve erkeksi tavırları ile cezaevine girdiğim andan itibaren dikkatimi çekmişti. Kocaman gözlerindeki acılı ifade, ısrarla hiçbir çekim karesinin içinde yer almak istemediğini söylemesi, kameralardan geçmesi, cezaevinde kadınlarla birlikte söylenen şarkılara katıldığında ise herkesten ayrılan yanık sesi ile dikkatimizi çekmemesi mümkün değildi... Herkesten farklıydı, ben cezaevinde diğer adi suçlardan içeri girmiş kadınlarla konuşurken o geride bizi hep izledi. Hikayesinin küçücük bir kısmını ancak kaçamak cevaplarla öğrenebildim.

14 yaşında, evet yanlış okumadınız, 14 yaşında çıkmıştı dağa. Genç kızlığa yeni adım attığı günlerde... Kapıya gelmişti örgüt mensupları, evden birisinin gitmesi gerekiyordu. Erkekler tükenmişti; kimi dağda, kimi şehirde, kur''a ona çıktı. Annesi onun gitmesi gerektiğini söyledi. Biliyordu ki örgüt kararına direnemezdi. Yaşıtları çalışırken, okurken, çocukluk yaparken, nazlanırken, kaprisleri ile ailelerini bunaltırken o mecburen örgütün eğitiminden geçmiş, silahlı bir militan olmuştu. Kaç tane kanlı saldırıya katıldığını kaç gencecik insanın ölümüne neden olduğunu, kaç anneyi bağrı yanık bıraktığını hatırlamıyordu. Çok az konuşuyordu, zaten o da çok kısık sesle “büyük baskınlara katıldım” dedi. Yani birçok askerin ölümünden sorumluydu.

Sonra örgütün kendi arasındaki çatışmalarından faydalanarak kaçmış, şehre inmiş ve orada yakalanmıştı. Pişmanlık yasasından faydalanmıştı ama yine de korkuyordu. İnsan böyle bir genç kız ile ne konuşacağını şaşırıyor. Kaç kişiyi öldürdüğünü bilmiyordu. Ve daha 20 yaşındaydı... Dehşete kapılıyor insan... çaresizliğine, koşullarına ve onlara hayatı cehennem eden örgütün baskısına isyan ediyor....

Benzer bir hikayeyi/ne hikayesi gerçeğin ta kendisi/yıllar önce Cumartesi Anneleri ile ilgili bir dosya hazırlarken de dinlemiştim. Bağcılar''ın arka sokaklarında yaşayan nur yüzlü bir anneydi. Dört çocuğunu örgüte vermişti. İkisinin sadece hayatta olduğunu biliyordu. Kalan ikisinin ise sadece ölüm haberini alabilmişti. Devleti suçluyordu ki çocuğunu öldüren onları zorla dağa çıkartan örgüt değil devletti ona göre... Örgüt hakkında konuşamazdı çünkü... Ama sıra kızını anlatmaya geldiğinde ise gözleri doluyordu... Tıp fakültesine öğrencisi olan kızını gözaltına almaya gelenlere kızıyordu ama örgüte katılmaya zorlanmasına kızmıyordu. Ama kızının gözaltına alınmamak için kaçışını anlatırken gözyaşlarına engel olmadı. Ne yapsaydı diyordu kardeşleri canını verirken o da örgüte hizmet etmek zorundaydı. Üniversitede okurken de örgüte çalışmıştı ama artık silahlı mücadele için dağa çıkma zamanı gelmişti... Belki de Gabar Dağı''na...

Şehit haberlerini okurken içim yandı. Bir anne olarak çocuk yetiştirmenin de onun acısı ile karşılaşmanın da ne demek olduğunu bilirim. Bayramda evlerine ve evlerimize ateş düştü, ateş de değil lav adeta... Başkalarının çocuklarına acımayanlar, uluslararası yerel, bölgesel, kişisel tatminlerin, oyunların, ticaretin adına terör ve şiddeti destekleyenler kendi çocuklarına da acımaz mı acaba? Örgütün baronlarının kendi halkları, çocukları üzerine kurduğu baskıyı kimse özellikle de Kürt siyasetçileri neden sorgulamaz. Kendi halkına acımasız davrananın başkasına merhameti olabilir mi? İnsan olmak milliyete bakmıyor, anaların acıları da... Ne Kürt anaları daha az acı çeker ne de Türk anaları, bütün anaların yüreği evlatları için aynı yanar... Özellikle Kürt aydınlarının, siyasetçilerinin öncelikle anaların yüreğindeki yangını dindirmek için adım atmaları gerekiyor. Kiminde kuyruk acısı, kiminde evlat acısı bu iş sonsuza kadar böyle gitmez. Kan imparatorluğuna hizmet eden bir yapıdan barış dolu bir toplum çıkamayacağını hepimiz biliyoruz.

Etnik kökeni ne olursa olsun bu topraklarda yaşayanların hepsi bizim çocuklarımız...

....

Frankfurt Kitap Fuarı''nda Türkiye''den farklı kesimdeki yayıncıların işbirliğini ve oluşturdukları yapıyı görünce insan mutlu oluyor. Görüşlerimiz, inançlarımız ne olursa olsun yaşadığımız topraklar için en iyisini isteyebiliriz... Buradaki Türk yayıncıları daha geniş mekanlarda eserlerini tanıtmak istiyorlar. Onları yayıncılığı uzun vadeli düşünen ve global bakış açısına sahip görmek de insanı umutlandırıyor. Görünen o ki kendi pazarımızda kaliteli kitaplar ürettiğimiz zaman dünya pazarına açılabileceğiz, ancak bunun için de sadece klasiklerde takılıp kalmadana günümüz edebiyatını da öğrencilerine okutan öğretmenlere ihtiyaç var.

17 yıl önce
Yaslı bayram...
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi