|
Din Yorgunu, Dindar Yorgunluğu

Uzunca bir süre, içimde bir rahatsızlık olduğunu idrak etmeden ancak bu rahatsızlığı hissederek yaşadım. Ya idrakim gelişti ya da bilinçaltım bir şekilde su yüzüne çıkacak bir şeyle karşılaştı ki uzunca sürenin sonunda, bana ve bence birçoğumuza rahatsızlık veren şeyi adlandırdım: Kendini sürekli sorgulama…

Yanlış bir ifade kullandığında, ibadetlerini laçkalaştırdığında, birini kırdığında, israf ettiğinde… hayır, büyük günahlardan bahsetmiyorum, hani insan olarak düştüğümüz hatalardan bahsediyorum, işte onlardan birini yaptığında sürekli kendini yerme, kendini sorgulama, kendini sevmeme ve hatta kendinden nefret etme gibi çok ciddi problemler yaşıyorsunuz. Yaşıyorsunuz değil mi?

Bu bahsettiklerim bende yarı net, yarı flu halde iskân kurduğu zaman dilimi içerisinde, Ayşe Böhürler’in Yeni Şafak’taki “
” başlıklı yazısına rastladım. Yaşadığım ve yaşadığımız şeyin adı konmuştu: “Din Yorgunu.”

Ayşe Hanım, meseleyi biraz gençlere hasrederek özetlemiş, ben genç yaşlı fark etmeden “din yorgunluğu” çektiğimizi düşünüyorum. Bu din yorgunluğu, bazen bizi daha düzgün bir dindar yaparken bazen ise din ile aramıza mesafe koymamıza sebep olabiliyor.

“İnsan, insanın kurdudur” ifadesinin Batı gibi bencilliğin yoğun olduğu toplumda ortaya çıkması tesadüf değil ancak inanın, insanın kurdu olması da hamaset değil kısmi bir realite… bununla birlikte insan, insanın tefekkürüdür. Bazen öyle insanlarla karşılaşırız ki, tefekkür etmememize vesile olurlar, bize hayırlı hasletleri, hakkı ve sabrı tavsiye ederler, biz o hasletleri alır huy ediniriz, sonra bir başkasının tefekkürü oluruz; silsile böylece en güzele doğru katlanarak ilerler.

Müslüman bir dindarın; varlığıyla, kulluğu arasında çok bir mesafe yoktur, kendisini “kulluk” üzerinden tanımlasa eksik bir tanım yapmış sayılmaz. Kulluğun kâmil ya da kusurlu olması ise başka bir konudur. Mesele de tam olarak buradan başlar, sürekli olarak bize dinin emirleri ve nehiyleri “baba, abla, hoca, büyük, abi” vesaire vesaire tarafından telkin edilir. Bunlara uyduğumuzda kendimizi iyi; uymadığımızda kötü hissederiz. Burada bir problem yok, problem ikinci adımda başlıyor yani size sürekli dinin ödevlerini telkin edenlerin, dinin ödevlerinden uzaklaştığını gördüğünüzde film bir noktadan sonra kopuyor. Örnekleyeyim; alım gücü olmayan birinin, alım gücü yüksek kişilere dini içerikli sohbeti sırasında, onları lüks tüketimden men edecek ifadeler kullanırken, kendi yaşam standartı yükseldiğinde kendisinin de tüketici bir hale gelmesi, coca cola içenleri kınayan birinin coca cola satması, bir hadisin sıhhatini konuşan kişiyi kınayanın, 28 Şubat’ta sırf statü/maddi gelir için âyeti hiçe sayıp başını açması, başörtüsü meselesini ağzından düşürmeyenlerin, sırf vitrin amacıyla başı açık kadınları, başı örtülü kadınlardan daha çok istihdam etmesi ve daha fazla ehemmiyet vermesi, “dava, hak, kendini adama” diye bağıranların kendilerine daha yüksek mevki yapabilmek için samimi insanların kuyusunu kazması… bunlar benim şahit olduğum, beni yer yer “dindar yorgunu” yapan çok özet örnekler, bunlar eminim hemen hemen hepimizin hayatında da mevcuttur. Bununla birlikte “Allah, insana taşıyamayacağı yük yüklememişken” insana taşıyamayacağı yük yükleyenler… bunlar bugün “dindar” yığınlar değil de “yorgun” yığınlar oluşturan ağızlar ve maalesef birçoğumuz, bunların mağduruyuz.

Oysa dini, “din yoran dindarlardan” öğreneceğimiz yere Allah’ın kitabı, Peygamber (SAV)’in sünneti, sahabenin yolundan öğrenseydik böyle mi olurdu; böyle olacağını sanmıyorum.

“İyi de Cemile Hanım, ne yapalım, bir babamız, bir hocamız, bir ablamız ve hatta bir cemaatimiz olmasın mı, bu ne demek böyle?” diye itiraz ettiğinizi duyar gibiyim… hayır efendim, bize hakkı ve sabrı telkin edenleri, hocaları, cemaatleri, büyüklerimizi terk edelim demiyorum. Hitabım da zaten genele değil, daha özel bir kesime, bir yere ve kişiye intisab etmiş kişilerin “din yorgunluğu” yaşaması muhtemel olabilir ancak onların ahreti kazanması bu intisab vasıtasıyla da olabilir, onların elinden kurtuluşlarını alamayız. Bahsettiğim, dini bir ferahlama, bir nefes alma, bu dünyanın yükünden kurtulma olarak tercih edenlerin, din ile aralarına girenlerce din yorgunu hale sokulmasına, kaş yaparken göz oyulmasına itirazım var, bu konuda itiraz etmeyeceğinizden eminim.

İnsan, hata işleme potansiyeli olan bir varlık, bunu en iyi bilen de ona şah damarından yakın olan Allah, O Rahman, kullarında yarattığı potansiyelin törpülenmesini elbette onlara emretti ancak bizler bunu maalesef unuttuk, birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etmekle birbirimize taşıyamayacağı yük yüklemeyi birbirine karıştırıyoruz, bu karışıklıktan sonra “zaten ben bu yükü taşıyamam” diyerek dinden uzaklaşan yahut sürekli vicdan hesabı yaptığı için bir anlık “huzur” dahi hissedemeyen kitleler oluşturuyoruz, elimizde ne din kalıyor, ne dindar, sadece din yorgunları ve dindar yorgunları kalıyor…

Bir din yorgunluğu daha…

Ayşe Böhürler’in yazısını tekrar okumak üzere internette ararken seküler-muhalif medyanın, mal bulmuş mağribi gibi Ayşe Hanım’ın yazısından nemâlanmaya çalıştığını gördüm, akla zarar imalı yorumlar okudum, tam olarak meseleyi şuraya getiriyorlardı: “İşte bizim dediğimize geldiniz, merkezde din olan bir topluluk felaha eremez, felaha ermenin yolu insanın kendisi ve aklıdır, bu dindarlar var ya, ooo biz onları çok iyi biliyoruz vs vs vs…”

Yazının ikinci bölümündeki din yorgunlarının hali daha vahim; onlar, var oldukları müddetçe içlerindeki eksiği bastırmaya çalıştılar, bununla da kalmadılar, göremedikleri Allah ile olan mücadelelerini, görebildikleri dindarlara nefret kusarak kazanmaya çalıştılar, yorgunluktan harap, bitap düştüler ve çoğu kez travmatik bir ruh haline büründüler…

Sanki yorgunluğumuz azmış gibi, dindar kesimdeki yorgunluklar yetmiyormuş gibi seküler kesimin yorgunluğu da bu coğrafyada üzerimize yüklendi. Sürekli Müslüman dindarları değilleyerek kendilerini var etmeye çalıştılar, onlar bu yükten kurtulamadıkça bizler de bir yükün altına daha girdik, bitmeyen ve tükenmeyen nefretlerinin zorunlu muhatabı olurken bir kez daha olduk mu “din yorgunu”… yahu nereye dönsek adres aynı; din yorgunu, din yorgunu…

Tespitten tedaviye…

Buraya kadar bahsettiklerimiz ortada olan gerçekler; iyi de bundan kurtulmanın yolu yok mu, hep mi yorgun kalacağız? Hayır.

Hata etmiş olabiliriz, kusur işlemiş olabiliriz, önce tövbe etmeli, sonra bir hatanın yerine bir iyilik yapmalı, sonra o hataya bir daha düşmemeli… sonra bir kusur mu işledik, sonraki gün onun diyeti olarak ikiz kez iyilik yapmalı, öfkeli anda susmalı, haset gelince Allah’a sığınmalı, sonra yine tövbe etmeli… son nefesi verene kadar aynen böyle devam etmeli ve bizden Allah talep etmemişken, kusursuzluğu talep edenlerden ve dine nefretini biz dindarlar üzerinden kusanlardan uzak durmalı; en azından şifayı ben böyle buldum, denemediğimi yazmam, şifa buldum, tavsiye ederim; Allah’tan başka kimseye kul olarak sorumluluğunuz yok, bunu sakın unutmayın.

#Ayşe Böhürler
#seküler
#İnternet
7 years ago
Din Yorgunu, Dindar Yorgunluğu
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler