|
Ak Parti"ye beyaz değerlendirme...

Tayyip Erdoğan''ın liderliğindeki ''hareket'' artık ''Ak Parti''... Adalet ve Kalkınma Partisi ismi, ''hareket''in kendisine yakıştırılan ''yenilikçi'' sıfatına bakıldığında ''demode'' bir çağrışım yapıyor. Özellikle ''kalkınma'' sözcüğü, 1960''ların Üçüncü Dünya''cı terminolojisine ait, tedavülden kalkmış bir sözcük. ''Geri kalmışlık'' ya da ''az gelişmişlik'' nitelemelerinin ''antidotu'' olarak anlam taşırdı. Son on yılda ''az gelişmişlik'' kavramı yerini ''gelişmekte olan''a terketti. Türkiye''nin önündeki sorun da, ''kalkınma'' değil, ''büyüme''...

Bunca zamandır doğumu beklenen bir partinin kendine uygun bulduğu bir isimde ''çağın özellikleri''nin farkında olamaması, geleceğe ilişkin ''olumsuz'' bir ''ipucu''. Bununla birlikte, ''Ak Parti'' kısaltması, Türkiye''deki halk kitlelerinin şu dönemdeki ''tansiyonu''yla örtüşüyor. Hem ''yolsuzluklara'' -İstanbul iş çevreleriyle aydınlarının bir türlü anlayamadığı ve kavramadığı ölçüde- muazzam bir öfke duyan halk yığınları için ''temizlik'' ve ''şaibesizlik'' çağrışımı yapıyor; hem de üzerine daha yazılmamış bir ''beyaz sayfa'' çağrışımıyla bir ''dinamik süreci'' toplumun bilinçaltına zerkediyor.

''Ampul'' amblemini bir tesisatçı veya elektrikçi dükkanı için daha uygun gören ve dudak bükenler çıkabilir. Ama at, arı, kelebek, yunus gibi hayvan imajları için de benzer türde ''ironik'' bir tavır olabilir. Partinin adı da, amblemi de Türkiye''nin şu ''gerçeği''ne denk düşüyor: Depolitizasyon...

Türkiye toplumu, herşeyin yozlaşması, askeri müdahaleler, ekonomik kriz ve buna sebebiyet veren ''siyasi sistem'' ve daha birçok nedenle, siyasetten ve siyasetçiden adeta ''ikrah'' duyan ve siyasetle ilgili hemen herşeye sırt çeviren bir halet-i ruhiyeye girdi. Böyle bir ''kamusal atmosfer''de sahneye çıkan siyasi bir oluşumun, ''depolitizasyon simgeleri''nden etkilenmemesi pek düşünülemez.

Nitekim, ''Ak Parti''nin kurucular kompozisyonu ve daha önemlisi Tayyip Erdoğan''ın ''doğumu ilan eden'' konuşması, ''depolitizasyon ortamı''na ''apolitik göndermeler'' içeriyordu. Asıl önemlisi, işin bu yanı.

Kuruculara göz atıldığında ilk nazarda dikkat çeken, hiçbir milletvekilinin ya da eski parlamenterin listede yer almamış olmaları ve yer alan isimlerin birçoğunun ''medyatik'' nitelikte ve kamuoyunun bilgisi dahilinde bulunmamaları. Ak Parti, ''doğum anı''nda göbeğini, bugünün ''siyaset kiri''nden ''dezenfekte'' edip kesmeye çalışıyor gibi bir görüntü veriyor.

Bu, ''isabetli'' bir tercih sayılabilir. Ak Parti''nin kurucu kadrosunda, bu özelliğiyle 1983''te Turgut Özal''ın ANAP''ını çağrıştıran bir yan var. Onları o sırada kim tanıyordu ki?

Kurucuların bir bölümü, çok genç ve kendi alanlarında iyi yetişmiş, uluslararası standartlarda eğitim görmüş insanlar. Bir başka bölümü, çeşitli devlet ve kamu kuruluşlarında yönetici mevkilerde bulunmuş, dolayısıyla ''kamu görevi'' ve ''bürokrasi'' konularında deneyimli kişiler. Ayrıca, bir bölüm kurucu da ''serbest piyasa'' hayatının içinden gelenlerden oluşuyor. Kurucuların beşte birinin kadın olması ve 13 kadındaki ''türbanlı-başı açık'' dengesinin ikincisine ağır basan biçimde kurulmuş olması da ilginç bir bileşim... Bunların yanısıra, ''dini cemaatler''e ilişkin de dengeli bir temsil söz konusu.

Bunlar, doğum''un ''olumlu'' gözüken yanları. Tayyip Erdoğan''ın salona gelişi ve konuşması sırasında ''Conquest of Paradise'' (Cennetin Keşfi) parçasının çalınması da, partinin isminin tespitindeki kavrayışsızlığa zıt bir simgesel ''yaratıcı zeka'' örneğiydi.

Ancak, kurucular kadrosuna toplu olarak bakıldığında, ''Türkiye''yi kucaklayacak temsil yeteneği'' var mı sorusunun cevabı askıda. Şekil olarak öyle görünse de, ''özde'' bu kadronun ''temsil yeteneği'' kuşkulu. Aralarında Tüsiad üyeleri var, ama Tüsiad ortamını ve zihniyetini temsil etmiyorlar. Sanatçı kökenliler, bugünün Türkiye''sindeki müzik ve sinema çevrelerinin nabzında atmıyorlar. ''Aydın kimliği'', kurucularda yansımıyor.

Böyle bir kurucular yapısında, ister istemez, ''lider figürü'' ön plana çıkıyor. Recep Tayyip Erdoğan... Erdoğan, esas itibarıyla, ''apolitik'' bir konuşma yaptı. O konuşmadan bir ''siyasi çizgi'' veya ''siyasi proje'' türetmek imkansızdı. Konuşması hayli ''duygusal tonlar'' taşıyordu ve gerek içeriği gerekse vurgulamaları itibarıyla doğrudan ''sokaktaki adamın yüreği''ne hitap ediyordu. Daha ziyade Türkiye''nin ''yoksulları''nın ve ''yoksullaşan'' insanlarının yüreğine...

Zaten daha ''doğum anı''ndan itibaren sezilebilen o ki, Ak Parti''nin en büyük ''kozu'', lideri. Türkiye insanlarının bir bölümü, Tayyip Erdoğan''da kendini görüyor, kendisini aynaya bakmış gibi hissediyor. Tayyip Erdoğan ile kimisinin ''taşra'' diye nitelediği ortalama Türk insanı arasında ''interaktif'' bir ilişki mevcut. Bu, Ak Parti''yi ne kadar geliştirir; iktidara taşır mı; iktidara taşırsa Türkiye''yi yönetebilmesine yeter mi? Bütün bunları, bundan sonra Tayyip Erdoğan''ın göstereceği firaset belli edecek.

''Peki bu partinin neresi yeni ve yenilikçi'' diye soracaklar yine de çıkacak.

Bu haksız bir soru. Erdoğan''ı, konuşmasında ''Atatürk''ten hiç sözetmedi'' diye eleştirmeye başlayanların, ne İslam''a ve ne de hatta Müslümanlara tek bir atıf yapmadığına, Ak Parti''nin kuruluş tarzından, tüzüğüne, örgüt ilkelerine dek gerçekten ''yepyeni'' unsurlar taşıdığına dikkat etmeleri gerekiyor.

Bütün bunlar, Türkiye''nin derdine derman olur mu? Henüz bilemiyoruz. Nasıl yürüyeceğini, önündeki engelleri aşmaya nasıl kalkışacağını göreceğiz. Fakat şurası kesin ki, Ak Parti''nin sahaya çıkmasıyla birlikte, Türkiye''de hiçbirşey eskisi gibi olmayacak.

Bu, yeni bir durum. Önemli bir ''yenilik''...

(Not: ''Strateji tartışması''na önümüzdeki günlerde devam edeceğiz.)

23 yıl önce
Ak Parti"ye beyaz değerlendirme...
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’