|
Açısız bakışlar, noktasız nazarlar

Seçim sonuçları iktidar partisinin yöneticilerini çok şaşırtmış görünüyor. Nitekim daha ilk geceden Başbakan''ın hâlinden, tavrından ve sözlerinden bu yıkıcı şaşkınlığın alâmetlerini okumak mümkündü.

Daha sonra, aynı minval üzre yapılan başka açıklamalar da bu şaşkınlığın geniş bir alana yayıldığını gösterdi.

Dikkatlice bakılırsa görülür, sonuçlar sadece iktidar partisinin yöneticilerini değil, muhalefet partilerinin yöneticilerini de şaşırtmış durumda.

Beklenmedik zaferler, beklenmedik hezimetler, işte siyaset!

İşte hayat!

* * *

Burada şaşırtıcı olmayan tek husus, gazeteci bilmişliğinin olgunun etrafında kümelenmesi, nefes almasına izin vermeyecek denli olgunun üzerine çökmesi ve olguyu sarıp sarmalaması.

Çığ gibi değil, sis gibi.

Meselenin şaşırtıcı olmayan tarafı da burası!

Meydan gazetecilerin. Söz onların, yani ahkâm kesecek olanların. Olguya anlamını kazandıracak olanların.

Halk üzerine düşeni yaptı çünkü. Siyasetçiler de. O hâlde şimdi sıra gazetecilerde. Yani seyircilerde. Yorum hakkına sahip olanlarda.

Seçimi mümkün kılan üç unsur: seçmenler, siyasetçiler ve yorumcular.

Önce halk, sonra siyasetçiler, ve sonra gazeteciler.

Bu üç unsurdan biri eksik olsa, seçim olmaz. Seçimin bir anlamı da.

Anlamı üreten ve olgunun üzerine yapıştıran gerçekte gazetecilerdir. Bu aşamada halk ve siyasetçi arka-planda kalır, dolayısıyla yorumcular öne çıkar. Gazeteciler.

* * *

Gerçekte rakamların değil, o rakamlardan çıkarılacak anlamın önemi var. Dolayısıyla anlamlandırmanın, yani yorumlamanın.

Maksadımı açık kılmak bakımından basit bir soru sormak isterim:

— Yüzde 39''luk bir sonuç bir zafer midir, yoksa bir hezimet mi?

Zekâsı beni pek hayâl kırıklığına uğratmamış seçkin okur, bu suâlin cevabının pek o kadar kolay verilemeyeceğini itiraf edecek ve meselâ hangi açıdan bakıldığına göre cevabın değiştiğini, değişeceğini kabullenecektir.

Bu durumda yorumun kendisi, yoruma veri teşkil eden rakamlardan daha çok önem kazanır. Bu bakımdan zafer veya hezimet sözcüklerinin yanında yüzde 39''un —zannedildiği gibi— pek bir önemi yoktur.

Rakamlar sayıları temsil ederler. Sayılar da niceliği.

Sayılara nitelik kazandıran bizatihi yorumdur. Yani bir rakamın azlığı veya çokluğu değil, aksine zafer veya hezimete delâlet etmesidir önemli olan.

Yüzde 5 alan bir parti pekâlâ zaferini kutlarken, yüzde 39 alan bir parti hezimeti sebebiyle dövünebilir.

Sayının hakikati (niceliksel hakikat) yorumcunun bakışaçısına göre değişmez. Nereden bakarsan bak, 39 39''dur, 5 de 5. Bakışaçısına göre sayının anlamı değişecektir ama kendisi aynı kalacaktır.

Bakan yoksa, bakışaçısı da yoktur!

Önce bir bakan ve bakılan olmalı, ve sonra da bir bakışaçısı.

VE unutmamalı, açısı olmayan bakış olmaz!

* * *

Hiçbir sosyal olguya bir bakışaçısına yerleşmeden bakılamaz. Binaenaleyh yorumlarda ''nesnellik'' ve/veya ''tarafsızlık'' iddialarının altında bir hamakat desteği yoksa, muhakkak muayyen bir maksat sözkonusudur.

Yüzde 39 hakkındaki yorumların bir kısmı parçadan parçaya varmaya çalışan analojik zekâlara ait.

Analoji, o teknik soğukluğuna ve hatta inandırıcı görünüşüne rağmen genellikle gevezeliğe yol açar. Tıpkı arasıra deprem hakkında konuşan uzmanların akademik gevezelikleri gibi. Açıklamaları da açıklama gerektirir. Bir bütüne dönüştürülmedikçe, yani anlam çerçevesini belirleyen yorumlar ortaya konulmadıkça, veriler sadece rakip sindirmeye yarar. Demem o ki analojinin değeri büyük ölçüde retorikten ibarettir. Kullandıkları yorum modelleri en nihayet birer emsalden ibarettir, çerçeveden değil. Bilgi vermez belki ama ibret verir. Orası kesin.

Baştan söylemeli ki tümevarımcılar hiçbir zaman tüme var(a)mazlar. Bilimsel görünürler. Bazen tuttururlar, bazen tutturamazlar. Araştırma şirketleri gibi. Tümevarım gerçekte gizli-tümdengelimdir. Nesnelliği gizliliğinden kaynaklanır.

Tümdengelime gelince, bu sınıf yorumlar, iş gazetecilik seviyesine indiğinde, daha çok “yanlılık, yandaşlık, tutuculuk” gibi önyargı deposu geniş zevat tarafından öne sürülürler. Bu yüzden bağnazlıkla, körlükle eş gibi görülür tümdengelimcilik. Pek yanlış da değildir. Tümdengelimle bağnazlık arasındaki çizgi çok incedir. Ancak hakkı verildiği takdirde tümdengelimcilik hakikatin sesidir. Açısı olan her bakış —zorunlu olarak— tümden gelir. Tümden, yani ilkelerden.

Meselâ “Çok şımardınız, kibirlendiniz, tevazû duygunuzu kaybettiniz. İdareci kesimine beka (süreklilik) değil, fena (geçicilik) yaraşır, sizse kendinizi bir halt zannettiniz. “Halka hizmet hakka hizmet” dediniz ama Hak karşısında halk gibi değil, halk karşısında HAKmış gibi davrandınız” türünden eleştiriler yapabilmek için tümden gelmek gerekir. Kendisinden gelebileceği bir tümü olması gerekir yorumcunun. Bir açısı. Bakışaçısı. Eski tabirle, nokta-i nazarı.

* * *

Açısını kaybetmiş bakışlar, noktasını yitirmiş nazarlar...

İşte siyaset!

15 yıl önce
Açısız bakışlar, noktasız nazarlar
Kara dinlilerle milletin savaşı
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…