|
Avludan balkona çıkan dindarlık

Sonradan-görmeliğin özü pornografiktir. Çünkü sonradan-görmelik, her defasında kendini teşhir ve gösteriş aracılığıyla ifade eder; ifade etmek zorundadır.

Bu ifade ihtiyacı nedeniyle sonradan-görmeler, geç görmenin acısını teşhir ve gösterişle bastırmaya çalışırlar. Çaresizdirler; zira kendilerini her defasında “Bakın bende neler var!” demekten alıkoyamazlar. Zavallıların asıl varlık sebebi, gösteriş ve teşhirdir. Gösterdikçe varolurlar.

Gösteremezlerse, gösterilecek kadar değerli şeylerinin (!) olduğunu nasıl hissedeceklerdir?

Başkalarının gözlerinden onay almazlarsa, alamazlarsa, bir ömür boyu peşinden koştukları o incik boncukların yüksek değerine kendilerini —''son'' bir kez daha— nasıl ikna edeceklerdir?

Sonradan-görme, varlığını, varlıklarını göstermedikçe, göremez.

* * *

Hemen işaret edelim: Sonradan-görmeliğin lüks tutkusunun temelinde de işbu teşhir düşkünlüğü vardır.

Lüks kullanımı, teşhirin en etkin, en bilindik yoludur; gösterişin ve şa''şaanın, parıltının ve ışıltının...

Dindarlık ve asalet, özü itibariyle, lüks''ten hoşlanmaz. Yemede, içmede, giyim kuşamda teşhir ve gösterişi bir zayıflık olarak addeder; doymamış, tatmin olmamış nefislerin zayıflığı ve zavallılığı olarak...

Sonradan-görmeliğin tezahürleri de zaten doymamışlıktan, işbu ezelî açlıktan kaynaklanmaz mı?

Dindarlık, bedenin doyumsuz arzularının (şehvet ve iştihanın) peşinden koşmayı düşkünlük, bu arzuları kontrol altında tutmayı da olgunluk olarak tanımlar. [Dindarlık yerine asalet kelimesini seçecek olsaydım, ''düşkünlük'' yerine görgüsüzlük, ''olgunluk'' yerine görgü kelimelerin kullanabilirdim.]

Dindarlık bu açıdan masraf''a değil, israf''a karşıydı. Lüks ve gösterişe... teşhir ve pornografiye... bakış israfına...

* * *

İslâm mimarisinde ''balkon'' yoktu, ''avlu'' vardı. Medeniyetimizin temel taşlarından biri de mahremiyetti çünkü. Haram, hürmet ve mahrem....

Bakışın kendisine riayet etmesi gereken sınırlar vardı. Bakışla rahatsız etmek de yasaktı, bakışları rahatsız etmek de.

Avlunun içini yasak bakışlarla taciz de haramdı, balkona çıkıp gözleri taciz de.

Dindarlık lüks ve israfı yoksul gözlere, yoksulların gözlerine tecavüz olarak tanımladığı için, iştah ve şehvetin her hâlukârda tecessüm etmesinden (bedenlenmesinden) rahatsız olmak zorundadır. Öyle ki zenginliğin değil sadece, yoksulluğun bile aşikâr kılınmasına razı değildir.

* * *

Dindarlar, şimdilerde, sanki matah bir şeymiş gibi, burjuvazi''yi asıl kendilerinin teşkil ettiklerini iddia etmeye başladılar. Çok komik! Hangi sıfatı üstlendiklerini bilmiyorlar. Sanıyorlar ki burjuvazi —ki bizde burjuva vardır ama burjuvazi yoktur— zenginler kulübü gibi bir şey. Kart çıkaranların girebileceği bir club. İçine atlanabilecek özel bir havuz.

Oysa burjuva terimine iki sınıfa göre anlam verilebilir: Bir, aristokrasi''ye (yukarıya) göre; iki, işçi sınıfına (aşağıya) göre.

Aristokrasiye göre, burjuva, sonradan-görmeydi, çalışarak, üreterek, alıp satarak kazanılan servetin sahibiydi. En nihayet ''soysuz''du. Asaleti yoktu.

İşçi sınıfına göreyse, burjuva, ki artık aristokratın yerini almıştı, bu sefer yukarıdan aşağıya doğru değil, aşağıdan yukarıya olumsuzlanıyordu. Zengin hödüklerin bir diğer adıydı burjuva. [Nitekim Marksistler, aristokrasiye göre burjuvaziyi ilerici, proleteryaya göre gerici sınıf olarak tanımlıyorlardı. Boş lâflardı bunlar, zira olgu teoriyi çökertmişti. Elde kalan bir tek “diyalektiğin yararları” türünden yarı-aydınlara özgü dil-oyunlarıydı.]

Kısaca, cebi para gören dindarlarımızın dahil olmak istedikleri burjuvazi''nin gerçek anlamı, en azından gündelik dilin sınırları içinde, itibar''dan başka bir şey değil.

Dindarlar devlet ve toplum nezdinde itibar görmek istiyorlar, adam idadına konulmayı arzu ediyorlar. Bu bağlamda, jet-ski''ye binen Cübbeli Ahmet fotoğraflarındaki görüntü ile başı örtülü Ayşe Arman fotoğraflarındaki görüntü, birbirlerini nasıl da tamamlıyor. Aynı insan malzemesi, aynı dokuma, aynı kumaş.

İlki, dindarlığın zorla burjuva yaşamının üzerine çökme hırsını resmediyor; ikincisi, seküler şımarıklığın, bedeni örterken bile ruhun mahremiyetini tekmeleme ihtirasını. Cübbeli''ninki dişil, Arman''ınki eril. (Not: Ayşe Arman''ın başörtülü fotoğraflarının erotik fotoğraflarından daha çok ruhunu karakterize ettiğine inanıyorum. Çünkü her iki hâlde de fazla erkeksi.)

* * *

Bu konuyu kapatmadan Alman iktisatçı Sombart''a kulak verelim:

— “Her türlü kişisel lüks, öncelikle salt nefse dayalı bir haz duygusundan kaynaklanır: görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma duyularını uyaran şey, her türden kullanım eşyası üzerinde günbegün daha da mükemmel bir tarzda nesneleştirilir. İşte bu kullanım eşyaları da lüksün seyrini belirler.”

Kapitalist dünyanın değerleriyle yeni tanıştıklarını zanneden dindarlarımız, bu sese iyi kulak vermeliler; zira sonu doğrudan onları ilgilendiriyor:

— “Uyarıcı araçların incelmesi ve çoğalması karşısında duyulan istek, eni sonu bizim cinsel yaşamımızda bulacaktır nedenini: zevk düşkünlüğü ve erotizm, eni sonu bir ve aynı şeydir. Öyle ki çoğu durumda, şu veya bu biçimde lüks gelişiminin teşvik edilmesi, doğal olarak, etkisini bilinçli ya da bilinçsizce sürdüren bir aşk duygusuna gelip dayanmak zorundadır.”

Kısaca Sombart, kapitalizmi ortaya çıkaran lüksün, haklı olarak, gayr-ı meşru aşkın çocuğu olduğunu söylüyor. Yani kontrolü kaybetmiş cinselliğin. Bir tür negatif dindarlığın.

* * *

Zenginleşmiş dindarlara, bu nedenle, seyretmeleri için, bir de Kubrick filmi tavsiye ediyorum: “Eyes Wide Shut”. (Nicole Kidman-Tom Cruise)

Dilerseniz önce seyredin, sonra tartışalım, sınırları ihlâl etmenin bedelini. Avludan balkona çıkmanın bedelini.

15 yıl önce
Avludan balkona çıkan dindarlık
İbn Arabî’nin de bir 'Mehdi'si var
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir