|
Ben bilmiyorum, sen biliyor musun?

Bir ifadenin ''yargı'' bildirip bildirmediği nasıl anlaşılabilir? Çok basit!

Şayet muhatap, o ifade hakkında ''doğru'' veya ''yanlış'' diyebiliyorsa, başka bir deyişle ifadenin doğrulanması veya yanlışlanması mümkünse, o ifadenin yargı bildirdiği kesindir. Meselâ, “Limon ekşidir” veya “Limon ekşi değildir” cümlelerini duyan biri, ya ''doğru'' ya da ''yanlış'' hükmünü vermek zorunda kalacaktır.

Bu takdirde, ''doğru'' veya ''yanlış'' hükmünü verdiren her ifadenin yargı bildirdiğinden emin olabiliriz. Çünkü yargı bildiren ifadelerle olgu arasında tam bir nisbet bulunur ve bu nisbet sayesinde de yargı ortaya çıkar.

* * *

Yargı bildiren ifadeleri tasnif etmek yerine yargı bildirmeyen ve/veya yargı değeri taşımayan ifadeleri tesbit etmek daha kesin bir yöntem gibi görünüyor. Çünkü olguyla ifade arasında nisbet bulunamazsa, o ifadede yargı bildirimi bulunmuyor demektir.

Yukarıdaki tanıma göre, yalın sözcüklerin yargı bildirmemeleri gerekiyor. Zira nisbet, zaten en az iki şey arasında bulunur. Meselâ tek başına ''limon'' veya ''ekşi'' sözcüğü ne doğrudur, ne de yanlış!

''Limon'' sözcüğünü duyan muhatap, ''Eee, n''olmuş limona!?” diyecek ve haklı olarak sözün devamını bekleyecektir.

Nisbet yoksa yargı da yoktur!

* * *

İkinci olarak, tamlamalar da yargı bildirmezler. Üstelik isim tamlamaları da, sıfat tamlamaları da.

Tamlamalarda nisbet vardır ama bu nisbet eksiktir. Sözgelimi, “ekşi limon” şeklindeki bir sıfat tamlaması da, “limonun ekşisi” şeklindeki bir isim tamlaması da yargı bildirmez. Çünkü muhatap, tıpkı yalın sözcüklerde olduğu gibi, tamlamaların kullanımında da nisbetin tamamlanmasını bekleyecektir.

Bu bekleyiş, gerçekte yargının ortaya çıkışını bekleyiştir.

Lâkin kimse tamlamalardan yargının çıkışını beklemesin, aslâ çıkmaz.

Tam nisbet yoksa, yargı da yoktur!

* * *

Yalın sözcükleri de, tamlamaları da dışarıda bıraktığımıza göre, geriye cümleler kalıyor. Yani anlamın, daha doğrusu nisbetin tamamlandığı ifadeler.

''Cümle''de veya bugün kullanıldığı şekliyle ''tümce''de kendini belli eden bütünlük/tümlük, aslında kendisine işaret edilen nisbetteki tamlığın göstergesidir.

Cümlelerde varolan nisbet, tam nisbettir. İsim cümlelerinde de, fiil cümlelerinde de. Nisbetin tam olduğu cümleler, —her ne kadar günümüz Türkçesinde bu ayrımlar terkedildiyse de— ''haberî'' (indikativ) ve ''inşâî'' (konjunktiv) olmak üzere iki kategoride incelenebilir.

Soru cümleleri, emir-yasak cümleleri, arzu/dilek/temenni cümleleri, ''inşâî'' cümleler arasında sayılırlar.

Kolaylık olması bakımından bir hatırlatma yapmak isterim.

Nokta, cümlenin sonuna konur. Ancak haberî (indikativ) cümlenin. Dolayısıyla yazıda sonuna ''nokta'' işareti koyamadığınız her cümle inşâîdir. Zira bu tür cümlelerin sonlarında ya soru işareti, ya ünlem işareti yer alır.

Meselâ:

— Gelir misin? (Soru cümlesi)

— Ayağa kalkın! (Emir cümlesi)

— Ah bir evim olsa! (Dilek cümlesi)

Nisbet de, mânâ da bu tür cümlelerde tamamlanmıştır, ancak farklı bir tarzda. Yargı bildirmeyecek bir tarzda.

İnşâî cümlelerin hiçbiri —nisbetin tam olmasına rağmen— yargı bildirmez, çünkü bu cümleleri duyan muhatap ''doğru'' veya ''yanlış'' diyemez!

Edebî metinler, bilimsel metinlerin tam da aksine, ne doğrulanabilir, ne de yanlışlanabilir. Müfekkireye değil, mütehayyile''ye hitab ederler de ondan. Mütehayyile ise doğrudur, yanlıştır demez, yargı bildirmez. Sadece ilham eder, veya ihtar.

O ilham ve ihtarın zevkine varmak kâfidir. Tefekkürün değil, idrak-i aklî''nin ise hiç değil, bilâkis tahayyülün zevkine, idrak-i hayalî''nin zevkine.

* * *

Bu soruşturmanın neticesinde, haberî cümlelerin yargı bildirdiği söylenebilir.

Peki, haberî cümlelerin tamamı da yargı bildirir mi?

Ne yazık ki hayır! Çünkü gelecek zaman kipindeki cümleleri duyduğumuzda yine ''doğru'' veya ''yanlış'' diyemiyoruz.

Meselâ:

— “Yarın sana borcumu ödeyeceğim!”

Bu ifadenin muhatapları, en azından yarına kadar, ''doğrudur'' veya ''yanlıştır'' diyemezler. Çünkü ifadenin vakıaya nisbeti yoktur. Nisbet, söz ile sözün sahibinin niyeti arasındadır.

Sözün sahibinin gerçek niyetini bilen biri olsa, o dahî bu ifade hakkında yanlıştır diyemez; diyebileceği şudur: Yalan!

* * *

Ey talib, sorduğun için söylüyorum, siyaset ile gazetecilik arasındaki fark, yanlış''la yalan arasındaki fark kadardır. Yani sözün niyete veya olguya nisbeti kadar.

Onlar birbirlerinden korkmazlar. Korktukları sadece ehl-i nisbet''tir.

Ehl-i nisbet kimdir?

Ben bilmiyorum, sen biliyor musun?

15 yıl önce
Ben bilmiyorum, sen biliyor musun?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset