|
Beyaz gecelerin içinden

Ataullah Bayezidof''u tanır mısınız, hani şu St. Petersburg İmamı''nı? Bendeniz biraz aşinası sayılırım. Kendisinden ziyade eserinin... Ne de olsa 15 yıl önce Rusça''dan Osmanlıca''ya çevrilen iki küçük risalesini yayıma hazırlamış ve üzerinde de çalışmıştım.

Bu risalelerden ilkinin adı Redd-i Renan''dı ve Ernest Renan''a yazılan tenkidler arasında gayet mühim bir yer işgal ediyordu. Ötekinin adıysa: İslamiyet''in Maarife Taalluku ve Nazar-ı Muarızinde Tebyini.

(İslam-Bilim tartışmalarıyla ilgili bu iki risale de öylece -eskilerin tabiriyle- vakt-i merhununu bekler durur hala.)

Bu iki risaleye rağmen Bayezidof''un ayrıntılı bir biyografisine sahip değiliz ne yazıkki!

* * *

Bayezidof denilince akla gelen birkaç isim daha var: Ahmed Midhat Efendi, Ahmed Cevad ve Olga de Lebedeva, nam-ı diğer Gülnar Hanım.

Peki Gülnar Hanım hakkında tafsilatlı bilgi var mı?

Ne yazık ki yine hayır!

Ahmed Midhat Efendi''nin hayranı olduğu bu Rus oryantalisti de pek tanımayız.

* * *

Petersburg Camii''nin avlusunda otururken hatır ve hayalime hep bu suretler üşüşüverdi.

Petersburg''da boynu bükük bir halde müslümanlara hizmetini sürdüren Petersburg Camii''ni biraz da Ataullah Bayezidof''un sanki tecessüm etmiş hayaliymiş gibi ziyaret ettiğimi itiraf etmeliyim.

''İslam garib geldi, yine garib gidecek!'' hadisini ilk kez babamdan duyduğumda içim ne de sızlamıştı, iyi hatırlarım. Babamın sesi hüzünlü değildi oysa. Bilakis sesinin tonunda bir hakikati tekrarlıyor olmanın doğallığı vardı, o kadar. ''Hüzne gerek yok!'' der gibiydi sanki. ''Nasıl olsa hakikati biliyoruz. Efendimizin (s.a) ihtar ettiği gibi, ''İslam garib geldi, yine garib gidecek!''

Hakikati bilmek yetmez ey talib, ona tahammül etmeyi öğrenmek de gerek!

* * *

Daha evvel hayal etmekte bile güçlük çektiğim bir şehirdi Petersburg. Uzak ve soğuk bir şehir. Herşeyiyle.

Ataullah Bayezidof''un bile içinde üşüdüğü bir şehir. Bataklıklar üzerinde kurulmuş yapay bir şehir.

Hangi şehir yapay değildirki?

Söyle ey taalib, yalnız kalmayagörsün insan, o takdirde ona hangi şehir uzak ve soğuk değildir?

Uzaktan olmaz bu yüzden, dokunmak gerek. Değmek. Temas etmek. Saçlarının dibinden koklamak.

Çehresine yakından bakmak gerek. Yanından. Ta başından.

* * *

- ''Şu yeryüzünde Petersburg kadar insan üzerinde karanlık, keskin ve tuhaf etkiler yapan bir başka şehre çok az rastlanır.''

Suç ve Ceza''da Petersbug''u böyle resmeder Dostoyevski. Öyle ki bir vesileyle Petersburg''a has ''pis yaz kokusu''ndan bile söz eder.

Bir hafta kadar Petersburg''da kaldım, hem de yazın tam ortasında. Beyaz gecelerin sonunda. Üstelik sıcaklar 30 derecenin de üzerine çıkmışken.

Eski ve fakat modern bir şehir Petersburg. Üzerinden silindir(ler) geçmiş ama o yine de bana mısın dememiş de tüm nezaket ve letafetini muhafaza etmiş gibi.

Sovyet döneminin hoyratlığı Moskova''nın çehresini yeterince karartmış ama Petersbug''a dokun(a)mamış sanki.

Moskova ne kadar Ankara ise, Petersburg da o kadar İstanbul.

Moskova zoraki başkent. Sert ve kuru. Kabalığa varan bir büyüklük. Ezici ve sindirici. Bunaltıcı.

Petersburg, yaşlanmayı bilen asil bir kadın gibi. Beyaz saçları asla onu çirkinleştirmiyor. Bilakis kendisine yakışıyor.

* * *

Petersburg''dan beklentimin aksine çok güzel izlenimlerle ayrıldım. Tanpınar, Paris''i gezdikten sonra, ''Bu bitti, başkası yok mu?'' demiş. Ben bu kadar hızlı yutup hazmedenlerden değilim.

O nedenle notlarım şimdilik kısa kısa.

İlk fırsatta Dostoyevski''nin evini ve mezarını ziyaret ederek Budala''nın yazarına hürmetlerimi arzettim. Cinnete hürmet ettiği için.

Biraz ilerisinde Çaykovski yatıyordu. Ve yanısıra Korsakov ile Borodin. (Ne tuhaf Lullaby kulaklarımda çınlıyordu. Rahmaninov''un o uzun parmaklarını hatırlamadan edemedim.)

Tablolarında çizgi ve rengi değil, doğrudan ışığı arayan Rus ressam Arkhip Kuinji''nin (Kuindzhi) mezarı da en az Neva''ya nazır evi ve atölyesi kadar etkileyiciydi. Mezarındaki mozaikleri onaran genç sanatçı adeta ibadet eder gibi çalışıyordu. Aşıklara iştiyakım tab''ımdan naşi. Bu nedenle hemen kendisine çantamdaki mandalinalardan birini ikram ettim. Sevinerek kabul etti. (Kuinji''nin tablolarını görmeden, insan, ışık ve renk üzerine nasıl konuşabilir, bilemiyorum.)

Nabokov''un evinin sefaletine karşın, Puşkin''in evini ve kütüphanesini ayrıntılı olarak anlatmam gerekiyor. Belki bir gün Gülnar Hanım''ın çevirileri eşliğinde.

Hermitage asıl hedeflerim arasındaydı. Altı saat boyunca durmadan tavaf ettim. Huşu ile. Fakat asıl fetih Mihailovski Sarayı''ndaki Rus Devlet Müzesi''nde müyesser oldu. Rus ressamların o muhteşem tabloları arasında. Yorgunluğuma da değdi doğrusu. Tanımadığım birçok ressamın yanısıra Ilya Repin ile Şişkin''in tablolarını da bizzat görmek imkanı buldum.

Sarayları ayrıca not etmeye gerek duymuyorum.

Ancak bu vesileyle belirtmem gerekirse, bir çılgınlık yaptım kendimce, ve yaşıma başıma bakmadan ''Ya Allah bismillah'' deyip Neva''nın her iki tarafından da suya girdim. Dostoyevski''nin hapsedildiği kalenin hemen yanından.

Taşlar topladım hüzünle Neva''ya baktığını hayal ettiğim hücresinin hemen önünden.

Her zamanki gibi yine sanatçının cinnetine hürmeten.

Sanatçının, yani anlayan, duyan, hisseden insanın...

Not: Bu satırları Moskova''dan yazıyorum. ''Orada ne arıyorsun?'' diye soran dostlara verdiğim cevabı size de vereyim: Tolstoy''un cinnetini.

14 yıl önce
Beyaz gecelerin içinden
Yargıtay Başkanı"na soruldu da ne oldu?
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…